ORTA DOĞU'YA YENİ HARİTA; BİRİ IŞİD, ÜÇ DEVLET

23 Haziran 2016 11:46 Mehmet DEMİRKAN
Okunma
2802
ORTA DOĞUYA YENİ HARİTA; BİRİ IŞİD, ÜÇ DEVLET

 



Dünyadaki birçok soykırım anıtının mimarı Daniel Libeskind, Nisan ayında New York'ta gazetecileri ofisine davet etti.
Bir kokteyl havasındaki davetin amacı, daha önce planlanan ama hayata geçirilemeyen bir projenin yeniden vücut bulması için kamuoyu oluşturmaktı.
Uzun bir konuşma yapan Libeskind, sonunda ağzındaki baklayı çıkarttı ve "Kürt millî kimlik müzesi" açılması gerektiğini açıkladı.
Bu bir mimarın kültürel çabası ya da sosyal sorumluluk projesi miydi?
Tabii ki hayır.
Bu daha önce planlanan ama 2014 yılında dondurucuya alınan bir proje, adı da "Erbil Millî Kimlik Müzesi" idi. 
İş şimdi tekrar ısıtılıyor. 
Amerika Birleşik Devletleri'nde olan hiçbir şey rastlantı değildir. Hele ki böyle stratejik bir konuda... Sistemin uzantıları kendilerinden binlerce kilometre ötede bir işe girişecekse ya büyük menfaat vardır ya da birileri harekete geçilmesi için işaret vermiştir.
İş çetrefilli olduğundan birçok kanaldan hamle yapılmaya başlandı. İşe kültürel bir boyut katmak bunlardan biri. İyi bir göz boyama yöntemi. Üstelik ulusal bir kimlik oluşturmanın da mükemmel yolarından biri…
Gelelim işin aslına ve ne pişirildiğine...
New York'ta bir kokteylde "Kürt millî kimlik müzesi" açılmasının ne denli önemli kültürel bir faaliyet olacağı anlatılırken Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Joe Biden da ne hikmetse Irak'ın başkenti Bağdat'taydı. 
5 yıldır ilk kez Bağdat'a bir ziyaret yapan Biden; buradaki ABD büyükelçiliğinde, öyle sözler söyledi ki uluslararası ilişkilerle uzaktan yakından hiç bir ilişkisi olmayanlar bile bundan sonra olacakları ya da Amerikan politikalarının bölge için nasıl şekilleneceğini açık biçimde anladılar.  
Biden; Irak'ın içinde bulunduğu coğrafya için, "Bunlar tarihte suni sınırlar çizdiğimiz, birbirinden tamamen ayrı etnik, dinî, kültürel gruplardan suni devletler yarattığımız, 'Bunu alın. Birlikte yaşayın' dediğimiz yerler." dedi. 
Operasyon bununla da sınırlı değil. Aynı gün New York Times gazetesinde bir haber-yorum yer aldı. Habere göre, Bağdat'taki Birleşmiş Milletler görevlileri, uluslararası toplumun Irak'ın bölünmesini nasıl idare edeceğini sessizce çalışmaya başlamışlardı. 
 
IRAK'TA NE OLUYOR?
ABD işgalinin ardından paramparça olan Irak, artık moleküllerine ayrılıyor. 
Bağdat'ta Şubat ayından beri hükûmet yok. Hiçbir devlet mekanizması çalışmıyor. Bunun sebebi, Şii Başbakan İbadi'nin yolsuzluklara bulaşan yönetimi. Bu arada mezhep çatışması sebebiyle ülkede kontrol tamamen kaybolmuş durumda.
Irak'ın kuzey ve orta bölgelerinde Kürt-Şii çatışmaları top yekûn bir savaşa dönüşmek üzere. Kerkük bu savaşın tam orta yerinde. Şii milis güçlerle birlikte Şii Türkmenler de Kürtlere karşı savaşıyor. Etnik ve dinî çatışma artık köyler arasında yaşanıyor. 
Bu arada Şiiler de kendi aralarında bölünmüş durumdalar. Şii dinî lider Mukteda el-Sadr ve Nuri el-Maliki'nin liderliğini yaptığı Dava Partisi, Başbakan İbadi'nin istifasını istiyor.
Bütün bunların yanı sıra bir de ortak düşman var: IŞİD. Ancak IŞİD'in varlığı Irak'ta dengeleri Kürtler lehine değiştiriyor. Çünkü IŞİD ile savaşta Kürtler dış güçlerden büyük destek görüyor. 
Irak’ın kuzeyinde her kesim için olmaz ise olmaz bir şehir var: “Kerkük”
Şiddetli çatışmaların ortasındaki petrol zengini Kerkük, yıllardır statüsünün belirlenmesini bekliyor.
Türkmen, Kürt ve Araplardan oluşan bir milyon nüfuslu Kerkük, IŞİD'in Musul'u işgali ile çatışmaların tam ortasında kaldı ve mahalle mahalle bölündü.
Şehir çevresindeki petrol bölgeleri burayı cazibe merkezi yapıyor.  
Bağdat, yani merkezî yönetiminin sahip olduğu Kuzey Petrol Şirketi, Kerkük'te Babagurgur ve Cambur'daki kuyuları elinde tutuyor.
Buna karşılık Kürt Yönetimi de şehrin kuzeyindeki Bay Hasan ve Avana petrol kuyularını ele geçirmiş durumda. 
İşte bu haldeki Kerkük'te her gün bombalar patlıyor. Onlarca insan yaşamını yitiriyor.
ABD işgalinin ardından 2005 yılında kabul edilen Irak Anayasa'sının 140. maddesine göre Kerkük'ün statüsüne ilişkin 2007 yılına kadar bir referandum yapılması gerekiyordu. Ancak bugüne kadar hiçbir şey yapılamadı. 
Şimdi Kerkük'ün Kürt kökenli Valisi Necmeddin Kerim, şehrin Bağdat'tan uzaklaşması gerektiğini söylüyor. Bu aslında bir istek... Vali bu taleple kapı kapı dolaşıyor. Son olarak  Washington’daydı. 
Kerkük'ün Kürt Valisi iki seçenekten söz ediyor. Şehrin ya Kürt Yönetimine dâhil olması  ya da bölgesel bir yönetim hâline gelmesini istiyor.  
Irak el birliği ile öyle bir hâle getirildi ki "Üçe bölünmesinden başka yol yok." denilmeye başlandı.
Ancak asıl hedef bölgede bir "Kürt devleti" inşa etmek. Bunun için her yol deneniyor. Tartışmanın boyutları büyütülüyor. 
Bu çerçevede yeni bir tartışma konusu da ABD'nin etkili gazetelerinden "New York Times" tarafından ortaya atıldı. Nick Danforth imzalı, "Farklı sınırlar Orta Doğu'yu kurtarabilir miydi?" başlıklı yazıda, Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'nın ardından İngiltere ve Fransa tarafından Sykes-Picot Anlaşması'yla gizlice paylaşılan sınırları gündeme taşındı.
O dönemde farklı alternatiflerin de sunulduğuna dikkat çekilen yazıda bunlardan birinin de 1919 yılında ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından hazırlatıldığına işaret ediliyor.  
Bu haritada İstanbul'a uluslararası bir statü verilirken Anadolu'nun doğusu Ermeniler ve Kürtler arasında paylaştırılıyor. 
 
SYKES-PICOT ANLAŞMASI 100 YAŞINDA 
Bölgenin sınırları 16 Mayıs 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile çizildi. Yani bundan tam yüz yıl önce.
İngiltere ve Fransa arasında imzalanan gizli anlaşmayla Suriye ve Irak'ın bugünkü sınırları ana hatlarıyla çizildi. 
İngiltere hükûmetini temsil eden Mark Sykes ve Fransa hükûmetini temsil eden Francois Georges-Picot'un uzlaşmasıyla Orta Doğu düz çizgilerle bölündü. İki aristokrat olan Sykes ve Picot, "sömürge yönetiminde yetişmiş bölge halkının, Avrupa hegemonyası altında daha iyi koşullarda olabileceğine inanıyorlardı.  
Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı karmaşanın ortasında alelacele yürüttükleri müzakerelerde varılan anlaşma ile sınırlar çizilirken herhangi bir etnik ya da mezhepsel kaygı gözetilmedi. Sınırlar tamamen İngiltere ve Fransa’nın çıkarları esas alınarak şekillendi. Dönemin Rus Çarlığının da onay verdiği gizli Sykes-Picot Anlaşması, ancak Komünist Devrim’in ardından Sovyetler Birliği tarafından bütün içeriğiyle ifşa edildi.
Sykes-Picot Anlaşması ile ne amaçlandığını Prof. Enver Ziya Karal çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.  
"Uzlaşma Devletleri bugünkü Irak’ın İngiliz denetimine bırakılması, Suriye’nin ise Fransa’nın hâkimiyetinde kalması üzerine fikir birliğine vardılar. İngiliz yönetimi, etkisi altına alacağı Irak vasıtasıyla Hindistan yolunu güvence altına almakla kalmayıp aynı zamanda Manchester fabrikaları için pamuk, İngiliz deniz filoları için de petrol tedarik etti. Fransa’ya verilen Suriye kıyıları (Lübnan dâhil) sayesinde Fransa, Suriye’nin tahıl kaynaklarını sömürebilecekti."
 
BİRİ IŞİD, ÜÇ DEVLET 
Sykes-Picot'nun düz çizgileri, 20. yüzyılın ilk yarısında İngiltere ve Fransa'ya önemli ölçüde yardımcı olsa da bu çizgilerin bölge halkına etkisi felaketle eş değerdi. 
Hiçbir denge gözetmeksizin yapay olarak çizilen sınırların değişme zamanının geldiği düşünülüyor.  
Artık etnik ya da dinî grupların bir araya geleceği homojen devletler ve sınırlardan söz ediliyor.  
Yeni sınırlar demek, Irak ve Suriye'de üçer yeni devlet anlamına geliyor. Sonunda da bunlar etnik ve din temelli birleşecekler. Bölgede İran güdümlü bir Şii Devleti, bir Sünni Devlet, bir de Kürt Devleti olacak.
Tabii bölgede bir de IŞİD faktörü var. Ona da rol biçiliyor. 
Onlar zaten kendi devletlerini ilan etmiş durumdalar. Halifelik peşindeki IŞİD, "Biz burada Batılı yerine Arap bir model koyma peşinde değiliz. Biz zalimlerin Müslümanları ayırdığı bu sınırları yıktığımız için çok mutluyuz." diyor.
IŞİD, egemenliği altındaki yerlerde kurumsal bir yapı oluşturmak için çok yol kat etti. Buna uzun bir süre seyirci kalındı.
Peki neden?
Bölgede oluşacak Sünni devletin kısa sürede IŞİD'in kontrolüne gireceğine kesin gözüyle bakılıyor. Üstelik bu durumun desteklenebileceği iddia ediliyor.  
Sınırları belli, kontrol altında tutulabilecek bir yapı şu anki kaotik durumdan çok daha makul görünüyor.
Gelişmeler gösteriyor ki Orta Doğu'da yakın gelecekte sınırlar değişecek.
Peki, Türkiye ne yapacak?
Halimiz gerçekten vahim. Orta Doğu’da bütün ağırlık ve gücümüzü yitirdik. Öyle bir hâle geldik ki bölgede bütün kötülüklerin sebebi olarak ilan ettiğimiz İsrail ile ilişkileri düzeltmek için neredeyse takla atacağız.
Sadece bu değil, söylemedik söz bırakmadığımız ancak bileğini bükemediğimiz Mısır’ın darbeci yönetimini kabul etmemize ve hiçbir şey olmamış gibi birlikte yola koyulmamıza ramak kaldı.
Bütün bunlar Türkiye içinden bakıldığında görünmüyor ya da halkın umurunda olmayabilir ama uluslararası değerlendirme şu: “Türkiye, bölgede Ürdün kadar bile ilkeli ve omurgalı bir duruş sergileyemiyor.”
Hâlimiz için söyleyebilecek tek söz var: ”Vay ki vay.”