PASİFİKTE SAVAŞ ÇANLARI

27 Eylül 2022 14:42 Mehmet DEMİRKAN
Okunma
284
 PASİFİKTE SAVAŞ ÇANLARI

PASİFİKTE SAVAŞ ÇANLARI
Mehmet DEMİRKAN
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Çin arasındaki ilişkilerin dinamiği giderek bir savaş olasılığını da içeren bir boyuta evrildi. ABD'nin uluslararası ekonomik ve siyasi ilişkilerde belirleyici olma durumuna geri dönme şansı artık yok; önündeki en iyi seçenek, büyük güçler arası rekabet ortamında "ekolojik üstünlüğünü" güvenceye almak. Buna karşın Çin de Hint-Pasifik Havzası'nda giderek daha etkin olsa da Avrupa’ya uzanan "Kuşak Yol" projesi ile satın aldığı limanlarla, ülkelere açtığı kredilerle oyun kuruculuğa niyetlense de kısa dönemde küresel çapta belirleyici olabilmesi olanaksız görünüyor. İki ülke karşılıklı hamlelerle gerilimi tırmandırırken, tehlikeli ve belirsizliklerle dolu bir ortam şekilleniyor. Bugünlerde savaşın eşiğine kadar gelen ABD ile Çin arasındaki ilişkiye derinlemesine baktığımızda baş döndürücü bir değişimi görüyoruz. İki ülke arasında ekonomik ölçekte birbirini besleyen simbiyotik var olma süreci, şimdilerde düşmanca yaklaşıma dönüştü. Son 30-35 yılın jeopolitik hikâyesine baktığımızda, ABD'nin küresel konumunun giderek zayıfladığını, Çin’in ise Deng Şiaoping liderliğinde, dünya ekonomisine açılmaya başladıktan sonra yıllık ortalama %10 gibi bir hızla büyüdüğünü, 2007-2008 finansal krizi ve onu izleyen büyük durgunluk sırasında dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğunu gördük. Zaten giderek gerilen ilişkilerde iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren gelişme ise ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’a yaptığı ziyaret oldu.
YAPAY KRİZ; TAYVAN
ABD’nin en üst düzeyde yaptığı ziyaret Çin yönetimini deyim yerindeyse zıvanadan çıkardı. Bunun tek bir sebebi var. Çin, Tayvan’ı "yeniden kendi topraklarının parçası olacak ayrılıkçı bir bölge" olarak görüyor. Pelosi, heyetiyle birlikte gerçekleştirdiği ziyaretle, ülkesinin Tayvan'ı asla yalnız bırakmayacağını göstermeyi hedeflediklerini söyledi; ABD-Tayvan ilişkileri için "Müşterek değerlere dayalı, gelişen bir ortaklık." yorumunu yaptı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ise "Tayvan ile yeniden birleşmenin gerçekleşmesi gerektiğini" bunu başarmak için de güç kullanılabileceğini net biçimde ifade etti. Bu sırada Tayvan çevresinde bir yanda Amerikan uçak gemileri diğer yanda Çin ordusunun tatbikatı vardı. Tayvan, Çin'in güneydoğu kıyılarından yaklaşık 100 mil (160 km) uzaklıkta bir ada. ABD dış politikası için çok önemli olan birinci ada zincirinin içinde. Bazı Batılı uzmanlar Çin’in Tayvan'ı ele geçirmesi hâlinde, Batı Pasifik bölgesinde daha fazla güçleneceğini ve muhtemelen Guam ve Hawaii'deki ABD askerî üslerini de tehdit edebileceğini öne sürüyor. Ancak Çin, niyetinin tamamen barışçıl olduğunda ısrarlı.
ÇİN-TAYVAN İLİŞKİSİ
Çin-Tayvan aslında bir hükümranlık sorunu olarak görülebilir. Tayvan’daki ilk yerleşimciler Çin’in güneyinde kalan bölgeden geldikleri sanılan Avustronezyan kabilesi halklarıydı. Çin kayıtlarına göre, Tayvan adalarından ilk kez Çin imparatorunun bölgenin keşfi için bir ekip göndermesinin ardından, MS 239 yılında bahsediliyor. Pekin, bu bilgiyi Tayvan’ın kendi topraklarının bir parçası olduğu iddiasını desteklemek için kullanıyor. 1624-1661 yıllarında Hollanda sömürgesi olan Tayvan, 1683’den 1895’e kadar Çin’in Qing hanedanı tarafından yönetildi. 17’inci yüzyıldan itibaren Çin’den çok sayıda göçmen Tayvan’a akın etmeye başladı. 1895 yılında tarihteki ilk Japonya-Çin Savaşı’nı Japonya’nın kazanmasının ardından, Qing hanedanı Tayvan’ı Japonya’ya bırakmak zorunda kaldı. İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya yenilgiye uğrayınca bölgenin kontrolünden feragat etti. Savaşın galip taraflarından Çin Cumhuriyeti, ABD ve İngiltere’nin de onayıyla Tayvan’ın yönetimini devraldı. Ancak Çin’de iç savaş çıktı. Çan Kay Şek’in birlikleri Mao Zedong’un komünist askerlerine yenik düştü. Çan Kay Şek ve lideri olduğu Komintang hükûmetinin yaklaşık 1,5 milyon destekçisi, 1949 yılında Tayvan’a iltica etti. Çan Kay Şek, Tayvan’da sürgünde bir hükûmet kurdu ve 25 yıl boyunca başında kaldı. Çan Kay Şek’in sürgündeki Çin Cumhuriyeti hükûmeti, ilk etapta Çin’in tamamını temsil ettikleri iddiasıyla ortaya çıktı. Birçok Batılı devletin o dönem Çin’in resmî ve tek hükûmeti olarak tanıdığı Çan Kay Şek iktidarı, Çin’in Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyindeki koltuğunun da sahibiydi. Ancak 1970’lere gelindiğinde bazı ülkeler Taipei hükûmetinin Çin anakarasında yaşayan yüz milyonlarca kişiyi temsil ettiğini düşünmenin artık mümkün olmayacağını dile getirmeye başladı. 1971’de BM Pekin’i diplomatik olarak tanıdı ve Çin Cumhuriyeti, yani Taipei hükûmeti ekarte edildi. Bugün bağımsız bir ülkenin tüm karakteristik özelliklerine sahip olsa ve Çin’den çok farklı bir siyasi sistemle yönetilse de Tayvan’ın resmî statüsünün ne olduğu net değil. Tayvan’dan 1980’lerde Çin’e yapılan ziyaretler ve yatırım önündeki engellerin hafifletilmesiyle Pekin-Taipei ilişkileri de düzelmeye başladı. 1991’de Çin Halk Cumhuriyeti’yle savaş hâlinin son bulduğu ilan edildi. Tayvan’da 2000 yılında “bağımsızlık” yanlısı olan Demokratik İlerici Partinin Lideri Çen Şui Bian’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi Pekin’i alarma geçirdi. Çin hükûmeti yeni bir yasa geçirdi. Buna göre, Tayvan’ın Çin’den ayrılmaya kalkması durumunda Çin’in Tayvan’a karşı “barışçıl olmayan yöntemler” kullanma hakkı olacaktı. 2016 yılındaki seçimlerde ise Tayvan’ın bağımsızlığını isteyen Demokratik İlerici Partinin mevcut Lideri Tsai Ing Wen ülkenin Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Tsai 2020 yılında ikinci kez Cumhurbaşkanlığına seçildi. Tsai’ya verilen bu destek Tayvan halkının Pekin’e bir meydan okuması olarak görüldü. Yapılan son kamuoyu yoklamaları, birçok Tayvanlının hükûmetin “ulusal bağımsızlığı koruma” yönündeki yaklaşımını desteklediğini gösteriyor. Tayvanlılar hiçbir zaman 1911 Devrimi'nden sonra kurulan Çin Devleti'nin veya 1949'da Mao Zedong tarafından kurulan Çin Halk Cumhuriyeti'nin bir parçası olmadıklarını vurguluyor. Tayvan halkı kendi para birimi, pasaportu, silahlı kuvvetleri, Anayasa’sı ve seçilmiş Cumhurbaşkanı olan bölgenin bağımsız bir ulus olarak görülmesi gerektiğini düşünüyor. Şu anda sadece 13 ülke ve Vatikan Tayvan'ı egemen bir ülke olarak tanıyor. Türkiye bu ülkeler arasında değil. Çin, diğer ülkelere Tayvan'ı tanımamaları veya tanıma anlamına gelen herhangi bir şey yapmamaları için ciddi diplomatik baskı yapıyor. Çin’in dev gücü karşısında varlık mücadelesi veren Tayvan’ın yaklaşık 300 bin askeri bulunan bir ordusu var. Bu sebeple de eğer varlığını sürdürecekse ABD’ye ihtiyacı var ki, Washington’un da tam istediği bu. ABD yükselen ve tehlikeli bulduğu Çin’i çevrelemek istiyor.
ABD-ÇİN STRATEJİK SAVAŞI
ABD üstünlüğünü, öncelikle teknoloji alanında liderliğini koruma kapasitesine bağlıyor. Pentagon da bu bağlamda, 2014 yılında devreye giren "3. Dengeleme" olarak adlandırdıkları model gereğince teknolojik gelişmeleri, siber alanda, uzayda üstünlük sağlayacak, Çin'deki gelişmeyi yavaşlatacak yönde, hızlandırmayı amaçlıyor. Çin'in de yapay zekâ, kuantum bilgisayarı, uzay ulaşımı, nükleer enerji, uzay ve havacılık çalışmalarında, Hipersonik füze teknolojileri, toplumların güvenlik, istihbarat, karşı istihbarat sistemleri, savaş yöntemleri üzerinde sarsıcı, hatta bozucu etkiler yapan stratejik teknolojilerde hızla öne geçmeye başladığı görülüyor. Yapay zekâ, insansız savaş araçlarının ötesinde, hedefini kendi seçen "otonom silahların" gelişmesini kolaylaştırdığı için özellikle önemli bir rekabet alanı oluşturuyor. Bu ortamda, ABD, Çin'in teknolojik gelişmesini sınırlamaya, finansal gücünü kullanarak diğer ülkeler üzerinde etki kurma kapasitesini engellemeye çabalıyor. Buna karşılık, Çin, teknolojik gelişmesini yavaşlatacak engelleri etkisiz kılmaya özellikle önem veriyor. Devletin kaynaklarını teknolojik gelişmeyi hızlandıracak, askerî kapasitelerini artıracak biçimde yönlendiriliyor. Çin, finansal kaynaklarını da uluslararası alanda ekonomik diplomatik etkisini arttıracak, askerî üsler elde etmesine yardımcı olacak bir borçlandırma stratejisi için kullanıyor. Küreselleşme süreci ve iki ülke arasındaki karşılıklı ekonomik, finansal bağımlılık ilişkileri, tedarik zincirleri, bu rekabet alanlarındaki gerginlikleri, sınırlama ve kontrol altında tutma eğilimlerini ve olanaklarını, dolayısıyla iyimser yaklaşımı, yakın zaman kadar besliyordu. Ancak, finansal krizin finansal hareketler alanındaki, popülist politikacıların korumacılık eğilimlerinin dış ticaret alanındaki etkilerinin küreselleşme sürecini çözmeye başladığı görülüyor. ABD giderek daha fazla içe kapanıyor. ABD, Çin'in yeni teknolojilere ulaşmasını engellemek için teknoloji ve sosyal medya şirketlerinin etkinliklerini, yatırım izinlerinin sınırlandırmaya başlıyor; kimi şirketlerin ülkedeki etkinliklerini sınırlıyor hatta yasaklıyor. Çin de ülkesindeki yabancı şirketlerin, özellikle teknoloji alanında çalışanların etkinliklerini sınırlandırmaya, "ikili dolaşım stratejisi” olarak adlandırdığı yeni bir programla, gıda, enerji ve teknoloji alanlarında dışa bağımlılığı azaltarak kendine yeterli bir ekonomik yapı oluşturmaya yöneliyor. Yeni teknolojiler hızla gelişirken iki güçten birinin "geride kalıyorum" korkusu, riskleri arttırıyor. Ekonomik olarak birbirinden kopmaya başlayan ABD ve Çin arasındaki ilişki geriliyor, hatta çatışma olasılığı yüksek bir sürece sürükleniyor.
ABD’NİN AÇMAZLARI
Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Tayvan ziyareti büyük krizi tetiklerken, kimilerine göre ABD, Çin’le imzaladığı bildirileri ve taahhütlerini ihlal ediyor. ABD yönetimi, “Ziyaret resmî değil.” diyerek durumu geçiştirmeye çalışsa da Nancy Pelosi Temsilciler Meclisi sıfatıyla yaptı ve bu makam ABD’nin üç numarası. ABD’nin çeşitli dönemlerde Çin ile yaptığı anlaşmalar var. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1971 yılında, “Çin’in büyük güç olmasını durdurma modeli” olarak bu ülkeyle anlaşmayı ve ticareti geliştirmeyi önerdi. Bu aynı zamanda ABD’nin SSCB’ye karşı Çin’le iş birliği arama modeliydi. Kissinger, 1971 yılında iki kez Çin’e gitti ve “Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu” ilan etti. O tarihe kadar ABD Tayvan’ı tanıyor, dahası BM Genel Kurulunda Çin yerine Tayvan’ın olmasını destekliyordu. ABD’nin bu yeni stratejisiyle birlikte durum değişti. Aynı yıl BM Genel Kurulunda yapılan bir oylamayla Tayvan üyelikten ihraç edildi. Ertesi yıl ABD Başkanı Richard Nixon Çin’i ziyaret etti. Ardından Şanghay Bildirisi imzalandı. 1972 yılında imzalanan bildiride, “ABD, Tayvan’ın Çin’in parçası olduğunu kabul eder.” deniyordu. İkinci bildiri 1978’de imzalandı ve ABD, Çin’in üç ilkesini kabul etti. Bunlar, “Tayvan’la resmî ilişkiyi kesmek”, “ABD’nin Tayvan’la imzaladığı 1954 tarihli savunma anlaşmasının feshi” ve “Tayvan’dan asker çekme” konularıydı. Üçüncü bildiri, 1982’de imzalandı ve bu da ABD’nin Tayvan’a silah satışını azaltarak tamamen sonlandırmasıydı. ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin dinamiği giderek bir savaş olasılığını da içeren bir boyuta evrildi. ABD'nin uluslararası ekonomik ve siyasi ilişkilerde belirleyici olma durumuna geri dönme şansı artık yok; önündeki en iyi seçenek, büyük güçler arası rekabet ortamında "ekolojik üstünlüğünü" güvenceye almak. Buna karşın Çin de Hint-Pasifik Havzası'nda giderek daha etkin olsa da Avrupa’ya uzanan "Kuşak Yol" projesi ile satın aldığı limanlarla, ülkelere açtığı kredilerle oyun kuruculuğa niyetlense de, kısa dönemde küresel çapta belirleyici olabilmesi olanaksız görünüyor. İki ülke karşılıklı hamlelerle gerilimi tırmandırırken, tehlikeli ve belirsizliklerle dolu bir ortam şekilleniyor.