ONE MİNUTE

15 Ocak 2016 18:16 Mehmet DEMİRKAN
Okunma
3000
ONE MİNUTE

 

Her şey dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta söylediği söz ile başladı. O dönem Türkiye rüzgârı esiyordu. Model ülkeydi Türkiye. "ılımlı İslam" kavramından söz ediliyor, bunun demokratik değerlerle nasıl bezenebileceği anlatılıyordu. Türkiye yükselmiyor, âdeta uçuyordu. Özellikle karizmatik lider Erdoğan; gittiği her yerde ayağının altına kırmızı halılar serilerek karşılanıyor, herkes onun ağzının içine bakıyordu. Sözümüzün üzerine söz söylemek kimin haddineydi yani…
Erdoğan aldığı gazla bir de Davos'ta "One Minute!" diyerek İsrail'e rest çekince, Orta Doğu ve Arap dünyasının kahramanı oldu. Tam bu sırada yaşananların üstüne tüy dikecek cinsten bir olay gelişti. Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisi, uluslararası sularda İsrail askerlerinin baskınına uğradı. Türkiye-İsrail ilişkileri koptu. Erdoğan Davos'ta, "Siz insan öldürmeyi çok iyi bilirsiniz." demişti. Bu söz daha sonra İsrail yöneticileri için söylediklerinin yanında çok hafif kaldı. İsrail tarafı mırın kırın etse de çoğunlukla sessizdi. Ancak Orta Doğu’da meşhur bir söz vardır : "Filler ve Yahudiler asla unutmaz." Erdoğan ve ona akıl verenler, işte bunu atladılar.  
Bu arada Arap dünyasında da garip şeyler oluyordu. "Arap Baharı" adı takılan bir ayaklanma başladı. Türkiye bu demokratik kalkışmayı koşulsuz destekliyordu. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye'ye biçilen rol model kavramını bir adım ileri götürmek için hamle üzerine hamle yaptı. Yanına aldığı üç beş kişiyle o ülke senin, bu ülke benim dolaşıp süreci yönetmeye soyundu. Erdoğan ise Arap halkının isyanına ve taleplerine kulak verilmesini istiyordu. Bu sokakları iyice coşturmuştu. Göstericiler artık Erdoğan posterleri, Türk bayrakları ile dolaşıyordu.
Tunus, Libya ve Mısır'da diktatörler yıkıldı. Hedef Suriye idi artık… Türkiye liderliği kimseye kaptırmak istemiyordu. Yenilen içilen dost Esad, artık düşmandı. İşte bu hamle en büyük hataydı. Oyun kurduğunu düşünenler Türkiye'yi yavaş yavaş bataklığa sürükledi. Karışıklık içerde başladı. Gezi Olayları bir anda bütün Türkiye'yi sardı. Oraya buraya demokrasi dersi veren hükûmet, isyanı büyük bir şiddetle bastırdı. Ama bütün imaj yıkıldı. 
Amerika Birleşik Devletleri'nden sert uyarılar geliyor, buna karşılık faiz lobisi, Alman istihbaratının faaliyetleri gibi iddialar ortaya atılıyordu. Ancak bu zırvalamalar bir yana, sıra dışı bir şeylerin olduğu kesindi. Bir anda tapeler ortaya döküldü. Bütün dünya, şaşkınlık içinde Türkiye'de hükûmetin baştan sona kadar yolsuzluğa bulaştığını öğrendi.  Bu da yetmedi, MİT inanılmaz bir hata yaptı. Suriye'ye silah taşırken yakalandı. Bu kez Türkiye uluslararası alanda çok ciddi bir suçlama ile karşı karşıya kaldı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, PKK terörü tekrar hortladı. Güneydoğu'da âdeta bir iç savaş yaşanmaya başladı. 
Peki, kısa sürede ardı ardına gelen bu olaylar bir rastlantı mıydı? Sanki birileri Türkiye'nin ipini çekmişti. İşte tam bu noktada Orta Doğu’daki o meşhur söz aklımıza takıldı.
Bu sırada boyumuzu çok aşan bir işe bulaştık ve sınırlarımızı ihlal eden Rus uçağını angajman kuralları çerçevesinde düşürdük.  Yaşanan olay işleri tamamen kontrolden çıkarttı. Türkiye darbe üstüne darbe yemeye başladı. Bir hamle yapılmalıydı. Bir süredir ısıtılan Türkiye İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi kararı hızla gündeme alındı. Uluslararası ilişkilerde ebedi düşmanlık ya da dostluklar yoktu ama böylesi bir "U" dönüşü, Türkiye'yi gerçekten de zavallı ülke durumuna düşürdü.  O hâlde bu hamle niçin yapıldı?
 
YALNIZLIK VE ÇARESİZLİK EKSENİNDE TÜRKİYE 
Suriye'de girdiği mücadelede yanlış üzerine yanlış yapan Türkiye, Rus uçağını düşürünce sanki sudan çıkmış balığa döndü. Putin Kremlin Sarayı'nda hop oturup hop kalkıyor, Türkiye'ye yönelik yaptırımlara her gün yenileri ekleniyordu. Putin hızını alamadı. 2015'in son basın toplantısında Türkiye'nin, ABD'nin yalakası olduğunu bile söyledi.  Bununla birlikte Rusya için büyük bir fırsat doğdu. Suriye’ye askerî olarak ağırlığını koyan ve bölgede dengeleri değiştiren Moskova, Orta Doğu'ya yerleşmek için beklediği fırsatı buldu.
Rusya Orta Doğu politikasını uzun zamandır Şii ekseninin hamiliği üzerinden götürüyor. Suriye konusunda İran ile birlikte hareket eden Rusya bu eksene Irak'ı da katmak istiyor. Bu hamlenin bir diğer uzantısı da İran kontrolündeki Hizbullah... Bu Lübnan'ı da işin içine sokmak anlamını taşıyor. İşin bir diğer yanında ise Kürtler (özellikle PYD/PKK) var. Moskova'nın şimdiki hedefi, Suriye'de PYD ile sağladığı dirsek temasını PKK ile de geliştirmek. Düşürülen uçağını bahane ederek Suriye'ye iyice yerleşen Rusya, buradan Irak'a atlama düşüncesinde. Bu konu ABD için çok hassas. Ancak Türkiye’nin yaptığı bir hamle, Washington’u zora soktu. Rusya’da buradan sıkıştırmaya başladı. Konu Başika...  
 
BAŞİKA KRİZİ
Başika, Kuzey Irak’ta, Musul’a 32 km uzaklıkta bir kasaba. Buradaki üs, Barzani ile varılan anlaşma sonucunda kuruldu. Bağdat yönetimi bu duruma Rusya ile uçak krizine kadar ses çıkarmadı. Ne zaman ki Rusya Türkiye'yi düşman ilan etti, işte o an Bağdat yönetimi de harekete geçti. Bu konuda Rusya ile eş güdümlü hareket eden İran'ın önemli rol oynadığı kesin.
Türkiye, Rus uçağını düşürmesinin ardından Suriye’deki etki alanını tamamen kaybedince Irak’a yöneldi. Başika’daki birliklerini güçlendirmeye başladı. 25 tank 600 asker daha yolladı. Buna Irak merkezi yönetimi tepki gösterince de olmadık bir hamle yapıldı.
Barzani Türkiye’ye davet edildi. Ankara’da MİT’e, Genelkurmay Başkanlığına götürüldü. Hükûmet, “Irak Kürdistan Yönetiminin lideri kontrolümde, ben de oyundayım.” mesajı vermeye çalışıyordu.
Buna karşın Irak merkezî yönetimi Rus askerinin çağrılabileceğini dillendirince, ABD’nin deyim yerindeyse paçaları tutuştu. Önce Türk askerinin Irak'taki varlığının "kanunsuz" olduğu her kademedeki ABD yetkilisi tarafından yüksek sesle dillendirildi. Ardından da Obama, Erdoğan'ı telefonla arayarak talimatını verdi: "Irak'ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyun ve tansiyonun düşürülmesi adına Türk askerini geri çekin."
Biz bu telefon konuşmasından Beyaz Saray'ın açıklaması ile haberdar olduk. Daha önceki konuşmaları büyük bir heyecanla kamuoyuna duyuran Beştepe'deki Saray'dan bu arada çıt çıkmadı. Oysa ABD’nin bizi destekleyeceğini düşünüyorduk. Daha birkaç ay önce Washington'un uzun zamandır istediği İncirlik'i ve Diyarbakır'daki askerî üssün kapılarını Amerikan ordusunun hizmetine açmıştık. Resmen bozguna uğradık ve askerlerimizi çektik. Türkiye’nin ağırlığı, itibarı ve ciddiyeti bir kez daha ne yaptığını bilmez ellerde harcandı.   Washington yönetimi Türkiye'yi artık daha fazla itip kakıyor. Üstelik bunu herkesin gözüne sokarak yapıyor. Aralık ayında İncirlik'e gelen ABD Savunma Bakanı Ash Carter, Ankara’nın Suriye politikasında ne yapmasını ‘’istediğini’’ ve Türkiye’den neler ‘’beklendiğini’’ anlattı. Üstelik Carter Ankara'ya gidip mevkidaşını ziyaret etmeye gerek bile duymadı. Carter Türkiye’de hiçbir yetkili ile görüşmeden Irak’a geçti. Önce başbakan Haydar Abadi ardından Irak Savunma Bakanı ile de görüştü. Carter, Bağdat sonrası Kuzey Irak'a gitti ve Mesut Barzani ile görüştü. Peşmergelere, IŞİD ile verdikleri mücadeleden dolayı teşekkür etti. İşin ilginç yanı Rusya ile ABD'de Irak ve Suriye için bir anlaşmanın eşiğindeler. Bu oyunda ne yazık ki Türkiye devre dışı...
 
DEĞERLİ YALNIZLIKTAN BATI’YA YAMANMAYA  
 
Orta Doğu'da işler Türkiye adına giderek sarpa sararken dâhiyane bir fikirle ara ara normalleşme müzakerelerinin yapıldığı İsrail’e yanaşıldı. Ankara’nın İsrail ile ilişkileri düzeltme hamlesi, Türkiye’nin son dönemde Batı’ya kırdığı dümeninin bir tamamlayıcısı ve 2010’dan beri süregiden Doğu’ya kayma modunun sonu olarak değerlendiriliyor. 
ABD'ye çaresiz teslim olan Türkiye, Avrupa Birliği'ne de yeniden yaklaşıyor. Ama bu yakınlaşma gerçekten de utanç verici ve Türkiye açısında onur kırıcı biçimde gelişiyor. Yeni bir başlangıç diye tanımlanan süreç, en sığ bakışla dahi Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye verdiği rüşvet olarak görülüyor. Bu dönemin ilk anlaşmasına göre Türkiye 3 milyar Euro karşılığı kendi üzerinden AB'ye giden mültecileri geri alacak. 
Bu rezaleti kabul edecek Türkiye'ye bir ödül daha var. İddialara göre Ekim 2016'dan itibaren Türk vatandaşlarının Schengen bölgesine vizesiz girmeleri mümkün olacak. Ancak bu durum yazıldığı kadar kolay değil tabi. Bunun için Türkiye’nin bütün sınırlarında yasadışı geçişleri önlemek için gerekli tedbirleri alması, ayrıca istenilen yerlerin AB tarafından denetlenebilmesi gerekiyor. Haziran’ın ortasına kadar da "Geri Kabul Anlaşması”nı tam olarak uygular hâle gelmesi şart. Bu, AB ülkelerine Türkiye’den girmiş olan mültecilerden “uluslararası korumaya ihtiyacı bulunmayanlar” kapsamına sokulanların Türkiye tarafından geri alınması demek…
Bir de şu var: Türkiye bu anlaşmayı uygularken tanımadığı ancak AB'nin "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak içine aldığı, "Rum Kesimi"ni muhatap almak zorunda. Kabul etmezse "vizesiz Schengen’" yürürlüğe girmeyecek.
 
TÜRKİYE ADINA BÜYÜK UTANÇ
Geri kabul anlaşmasıyla önemli bir taviz veren Türkiye, AB'ye yönelmiş göç için kalıcı şekilde bir tampon ülke olma riski ile karşı karşıya. Bu anlaşmayı karikatürize eden Avrupa basınında Türkiye'nin AB kapısında bir bekçi köpeği olarak çizilmesi ise son dönemin en onur kırıcı tablosu… İsrail’e zenginler kulübünde "One Minute!" diye çıktığımız yolda, Batı dünyasına rest çektik, Orta Doğu’da oyun kurmaya kalktık. Burada öyle bir hâle düştük ki tekrar İsrail ve Batı dünyasına yamanmaya çalışıyoruz.
Vah Türkiye’m vah!