MODERN ÇAR PUTİN'İN PRESTİJİ SARSILDI

09 Aralık 2015 13:54 Mehmet DEMİRKAN
Okunma
3449
 MODERN ÇAR PUTİNİN PRESTİJİ SARSILDI

 

 
TÜRKİYE RUSYA’YA ÇEKTİĞİ RESTİN ARKASINDA DURAMADI
Her ne kadar stratejik derinlikte dipten kazıyor olsak da Türkiye'nin Rusya'ya resti Suriye'de izlenen politika açısından bugüne kadar yaptığımız en anlamlı ve uluslararası zeminde haklılığı olan bir duruş oldu. Ancak olayın hemen ardından Saray ve hükûmetin yani Türkiye’yi yöneten kadroların nasıl iş bilmez oldukları, bu yetmezmiş gibi zoru görünce yaptıkları açıklama ve verdikleri demeçlerden ne denli büyük korkuya kapıldıklarını görmek, felaket bir deneyim oldu.  
Şimdi olan biteni eğip bükmeden konuşma zamanı.
Türkiye'nin dış politikadaki alışılmışın dışına çıkan yaklaşımları; daha doğrusu macerası, Ahmet Davutoğlu'nun Başbakanlıkta başdanışman olarak görev yaparken gölge dışişleri bakanı olarak çalışması ile başladı. O zaman Dışişleri Bakanı Ali Babacan'dı.
Hemen her konu ona sorulur hâle geldiğinde, işin bu şekilde yürütülmesi iyice anlamsızlaştı ve bir kabine değişikliği ile gerçek makamına oturtuldu Davutoğlu. Dışişleri Bakanlığı personeline güvenmiyordu. Ama ona işaret edilen bazı isimler vardı. Şimdilerde kendilerinden vebalıymış gibi kaçılan isimlerdi bunlar. (Evet, tam da anladığınız gibi bunlar cemaate yakın bakanlık personeliydi.) Ahmet Davutoğlu; bu isimlere, kendisine ihanet etmeyeceğini düşündüğü birkaç kişiyi de ekleyerek işe koyuldu. Bu 5-6 kişilik dar kadro oradan oraya gezerken uçakta kendi aralarında aldıkları kararlarla Türkiye'nin dış politikasını belirlediler. 
"Stratejik Derinlik" kitabını okuyanların garipsemedikleri, yazdıkları ile örtüşen bir çizgide yürüyen Davutoğlu'nun hayalleri ve milliyetçi yaklaşımları vardı. Bunlar, gururları okşayan cinstendi.
Ekip ha babam de babam dünyayı turluyor, arzıendam ettikleri yerlerde izzet itibar görüyor, Davutoğlu da buralarda mevkidaşlarına uzun uzun dış politika dersleri veriyordu. Çok mutluydular. Bütün dünyaya ayar verecek kudrette hissediyorlardı kendilerini. Ancak bir anda Arap dünyası karıştı. Tunus, Libya ve Mısır'da diktatörler devrilirken gözler proaktif dış politika izleyen Türkiye’deydi. Davutoğlu demokrasi dersleri veriyor, bir oraya bir buraya gidiyordu. Bu arada ABD’yi de ikna etmeyi başardı. Bu ülkelere demokratik yönetimler gelebilir, Türkiye bu işin hamisi olabilirdi. Her şey kitabına uygun, İhvan Hareketi de başroldeydi. (Sonra bu ülkelerin nasıl bir felaketle sürüklendiği hepimizin malumu...)   
Sıra Suriye'ye geldi. Ama ütopyalarla kaleme alınanlar, arazideki koşullarla hiçbir zaman örtüşmedi. Uçakta gezerken Şam ya da Halep'i sokak sokak bildiğini iddia etmek, Orta Doğu'nun ruhunu anlamak demek değildi. Bunun için Emevi Camii'nde namaz kıldıktan sonra tam karşı sokağındaki belki de Orta Doğu'nun en iyi kebapçısında Süryani entelektüellerle derin felsefi bir sohbet yapmak ya da Şam'da otel lobilerinde fink atan ajanların ne tür dolaplar çevirdiğine hâkim olmak gerekirdi. Bu dünyanın çok uzağındaki Davutoğlu ve dar kadrosu, kulaktan dolma bilgilerle Orta Doğu'da her şeyi yöneteceklerini sandılar, doğal olarak da yanıldılar. Sonunda da Suriye'de bataklığa saplandık.
 
CAN SİMİDİ BAYIRBUCAK TÜRKMENLERİ
Peki, Suriye'deki bataklığa nasıl saplanıldı? 2011 yılında tıpkı Tunus, Libya ve Mısır’da olduğu gibi İhvan Hareketi Suriye'de de hareketlendi. Diğerlerinde tereyağından kıl çeker gibi iktidarlar el değiştirmişti. Suriye'de de bu olabilir, Türkiye'ye daha da yakın Sünni bir yönetim işbaşına getirilebilirdi.  
"Emperyal güç olmak, eski ihtişamlı günler dönmek…" Bu düşünceye kendini Türk hisseden kim hayır diyebilirdi ki? Ama tam da o sırada dillerden bambaşka şeyler dökülüyor, dönemin Başbakanı Erdoğan her ağzını açtığında Anadolu'da Türklerin dışında yaşayan diğer azınlıklara dikkat çekiyordu.
İşte böylesi bir ruh hâliyle Suriye'ye bulaştık. Esad rejimini yıkmak için her yolu denedik. Aylarca Suriye'deki  muhalifleri örgütlemeye çalıştık, olmadı. Selefi gruplardan medet umduk, işler iyice sarpa sardı. Kurduğumuzu sandığımız oyunu yönetemez olmuştuk. Uzayan süreçte egemen güçler büyük tuzaklar kurdu. IŞİD ve PKK'nın uzantısı olan PYD… Başımıza püsküllü bela olan bu iki terör grubu ile mücadele edemez hâle gelip bütün işi yüzümüze gözümüze bulaştırınca son bir çıkış yolu bulduk. Bütün her şeyin kontrolünü ABD'ye bıraktık.
Küçük bir de pazarlık vardı. ABD, ılımlı muhaliflere dokunmayacaktı, bunların arasında çok sonraları keşfettiğimiz Türkmenler de vardı. Irak'ta Şii oldukları için desteklemediğimiz Türkmenleri, Suriye'de desteklemeye başladık. ABD havadan IŞİD'e, biz de PKK'ya operasyon yaparken hiç beklenmeyen bir şey oldu. Devreye Rusya girdi ve bu oyunda ben de varım dedi. Onlar da hesapta IŞİD'e karşı Suriye'deydiler. Ama hedeflerinde özellikle Kafkas kökenli cihatçılar vardı. Ancak bunların IŞİD'le doğrudan temasları yoktu. Yıllardır Hatay'ın hemen burnunun dibinde Lazkiye'ye hâkim stratejik tepelerde yaşayan Bayırbucak Türkmenleriyle birlikte hareket ediyorlardı.
Bu bölgede de tam kaotik bir durum hâkim. Lazkiye’nin doğusundaki Bayırbucak bölgesinde öne çıkan Türkmen birliği, Sultan Abdulhamit Han Tugayı… Bu grup, Osmanlı topraklarını savunduklarını ve gayrimüslimlerle savaştıklarını söylüyor.  Bu grubun yanı sıra Fetih Ordusu çatısı altında buluşan Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi, Ahrar el Şam ile Faslı cihatçıların oluşturduğu Hareket Şam el İslam yine bölgede faaliyet gösteriyor.
Bu bölgenin en stratejik noktası ise Türkmen Dağı… Burası aynı zamanda Rusya'nın Lazkiye'de yeni kurduğu hava üssünü de kontrol eden bir noktada. İşte bu yüzden Suriye'de bir süredir hava harekâtı yapan ve rejiminin askerlerine yol açan Rus uçakları aynı zamanda Türkiye sınırının dibindeki Türkmen Dağı’ndaki muhalif güçleri de vurmaya başladı. Bu bölgede asker sivil demeden büyük bir katliama girişti. Türkiye'de tepki büyürken Rusya uyarılmaya başlandı. Ancak oralı olan yoktu. Üstelik Rus uçakları saldırırken Türk hava sahasını da ihlal ediyordu. Bir iki derken 24 Kasım'da iki SU-24 yine Türk hava sahasını ihlal ederek Türkmenlere bomba yağdırırken tarihe geçecek bir olay yaşandı. Bu uçaklardan biri Türk F-16'ları tarafından düşürüldü. Yıllardır hamasetten yıkılan hükûmet, ilk kez gerçek bir hamle yaptı. Ancak ne yazık ki gücünü uluslararası hukuktan alan bu olay karşısında Saray ve çiçeği burnunda Davutoğlu hükûmeti, ne olağanüstü toplantıya çağırdıkları NATO'dan ne de ağzının içine baktıkları Obama'dan bekledikleri desteği alamadı. Obama, "Türkiye'nin hava sahasını koruma hakkı var." dedi. Ama diyerek devam etti. "Türkiye ve Rusya birbirleriyle konuşmalı ve bunun tekrarlanmaması için doğrudan iletişimde olmalı. Bu sorun, Rusya’nın operasyonlarıyla ilgili. Sadece Türkiye değil, bir dizi ülkenin desteklediği muhalifleri hedef alıyor. Rusya bizim geniş koalisyonumuzun bir parçası, 'Rusya’yı istemiyoruz.' deme hakkımız yok. Türkiye ve Rusya tansiyonu düşürmeli. Rusya Esad’ı desteklemekten çok IŞİD’le mücadeleye odaklanmalı." dedi.
Bu arada asıl şoku, kendine hiç kimsenin ilişemeyeceğini düşünen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin yaşıyordu.  
 
MODERN ÇAR PUTİN'İN KARİZMASI ÇİZİLDİ
Bir Rus uçağının bilerek düşürülmesi, Moskova'da şok etkisi yarattı. Putin Gürcistan'ı işgal ya da Kırım'ı ilhak ettiğinde bile böyle bir müdahale ile karşılaşmamıştı. Rusya'nın kahramanı ve modern çar Putin'in karizması feci biçimde çizildi. Canı çok yanan Putin, Türkiye’yi terör örgütü IŞİD’i finanse etmekle, ona yardımcı olmakla suçladı ve Rusya’nın teröristlerle mücadelede Türkiye tarafından sırtından vurulduğunu iddia etti.
Putin gibi kızgın olan Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da Türkiye'deki terör riskinin, geçen ay bir Rus yolcu uçağının düşürüldüğü Mısır'dakinden az olmadığını öne sürdü. Lavrov, Rus vatandaşlarına Türkiye'ye gitmekten kaçınmaları uyarısını yaptı. 
Rusya şimdi IŞİD’in milyarlarca dolar parası olduğunu ve bunun Türkiye ile yapılan işlerden geldiğini iddia ediyor. Türkiye, “terör iş birlikçisi bir ülke" olarak ilan edildi. Hatta Rusya, Paris’teki saldırıların sorumluluğunu da Türkiye’nin IŞİD’e verdiği sözde desteğe bağladı. Bu çok ağır ithamlar, Türkiye’yi dünya nezdinde çok zor durumda bırakacak nitelikte. Peki, Türkiye'yi yönetenler (yöneten) ne yapıyor?
 
SARAY YALPALIYOR, HÜKÛMET ORTADA YOK 
Uçak vurulduktan kısa bir süre sonra herkes uçağın hangi devlete ait olduğunu merak etmeye başladı. Vurulan uçak Suriye ordusuna ait MİG mi, yoksa Rusya'nın Su-24'ü müydü?  Tam bu sırada Cumhurbaşkanlığından bir açıklama geldi ve uçağın Rusya’ya ait bir SU-24 olduğu açıklandı. Belli ki Genelkurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığını bilgilendirmişti. Ancak Cumhurbaşkanlığı açıklamasında hem acele etti hem de Türkiye’ye zarar verecek bir bilgiyi paylaştı. Bu açıklamayla Türkiye, uçağın kimliğini bildiğini ve Rusya ait olduğunu bilerek bu uçağı vurduğunu itiraf etmiş oldu. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra Saray çok büyük bir hata yaptığını anladı. "Ben varım." telaşı ile eşi benzeri görülmemiş acemi bir hamle yapılmıştı. Ardından hemen yeni bir açıklama geldi. Bu açıklamada; basında yer alan haberlere dikkat çekiliyor, düşürülen uçak için kimliği belirsiz deniyordu. Buna karşılık Rus yetkililer Türkiye'den yapılan her açıklamayı anında yalanladı.
Saray, krizi yönetemiyordu. Başbakan Davutoğlu ise ortada yoktu. 
Bir hamle yapmak, Rusya'yı sakinleştirmek gerekiyordu. Yine ucuz bir plan yapıldı. Rusya ve Fransa liderleri Putin ile Hollande'ın görüşme yaptıkları gün, Erdoğan da Fransız kanalı F24'e bir mülakat verdi.
Erdoğan, "Eğer uçağın Rusya'ya ait olduğunu bilseydik daha esnek davranırdık." dedi. Bununla da yetinmedi ve “Putin telefonlarıma çıkmıyor.” diye yakındı. Erdoğan ve  bir çuval inciri berbat eden ekibi yılmadı. İki lideri mutlaka konuşmalı, ortam soğutulmalıydı. Paris'teki İklim Zirvesi'nde Erdoğan ile Putin'in baş başa görüşmeleri için diplomatik kanallar devreye sokuldu. Moskova'dan gelen cevap, "Hayır." oldu. 
Erdoğan Türkiye’de yaptığı konuşmalarda gürlese de uluslararası arenadaki görüntü tam bir tornistandı. Buna karşılık Rusya daha da yüklendi. "Vallahi sizin uçağınız olduğunu bilmiyorduk." sözlerine itibar edilmedi.  Saray'dan yapılan ilk açıklama hatırlatıldı ve "Uçağın tanınmaması imkân dâhilinde değil." denildi.
 
BUNDAN SONRA NE OLACAK?
Bölgeyi çok boyutlu bir sertleşme bekliyor. Rusya'nın yanıtı doğrudan Türkiye'ye değil ama Türkiye'nin Suriye planlarına yönelik olacak. Türkiye’nin çok önemsediği Bayırbucak bölgesine şiddetle yüklenecek. Türk sınırından uzak durmak bir yana Rusya'nın bombardıman uçaklarına avcı uçakları da eşlik etmeye başladı. Bundan sonra Rusya'dan Türkiye’yi karıştıracak hamleler bekleyebiliriz. Özellikle PKK, DHKP-C ve IŞİD gibi örgütlerin Türkiye’deki faaliyetleri artacaktır. Rusya’dan Türkiye’ye turist akışı durduracak, bunun da Türkiye'ye maliyeti birkaç milyar dolar olacaktır. Rusya’ya tarım ve diğer ihracatta inanılmaz düşüşler görülebilir. Özellikle yaş meyve sebze ihracatımızda 1 milyar dolarla Rusya, birinci ülke konumunda. Buradaki kayıplar tarım sektörü ve ekonomiye ağır maliyetler getirecektir. 
Müteahhitlik sektörü de milyarlarca doları bulacak tehlikede. Rusya'da iş yapan inşaat firmaları da… Rusya bundan sonra Türkiye'yi bir enerji koridoru olmaktan çıkarmak için elinden geleni de yapacaktır. Ancak bütün bunlardan daha büyük risk, Rusya’nın IŞİD-Türkiye bağlantısını işlemeye devam etmesi olacaktır. 
Rusya’nın elinde Türkiye’nin Suriye’de silahlı gruplarla ilişkilerini gösteren birçok belge vardı ama bunları açık karta dönüştürmüyordu. Şimdi iş değişecek. Mısır'da sivil uçağın düşürülmesinin ardından Rusya, hem Viyana’daki Suriye toplantısında hem de Antalya’daki G-20 zirvesinde isim vermeden petrol alışverişiyle IŞİD’i besleyen ülkeler hakkında uyarılarda bulundu.
Artık  Ruslar ellerindeki bilgileri silaha dönüştürmekten kaçınmayacaktır. Nitekim Putin “Teröristlerin elindeki bölgelerden büyük miktarda petrolün Türkiye'ye gittiğini uzun zamandır biliyoruz.” diyerek belge savaşını başlattı. Türkiye’nin terör destekçisi bir ülke konuma düşürülmesinin maliyeti her şeyden ağır olacaktır. 
Bütün bunlar birer kâbus senaryosu olsa da hükûmet izlediği politikalarla ülkeyi bataklığa sürüklese de Türkiye uzun bir süre sonra hakları çiğnendiğinde sadece kınamaktan öte uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanabileceğini gösterdi.
Şimdi marifet bu zorlu süreci yönetebilmek... Dünyadan bihaber yeteneksiz, liyakatsiz, vasıfları sadece akraba ve yandaş olan kadrolarla bu yükün altından nasıl kalkılacak göreceğiz.