“Her ne yazsan, kalemini üç kuruşluk kara mürekkebe batırma, yüreğine batırıp kanınla yaz. Böyle olursa, sözün her yerde geçer. Vicdanlara seslen, aksi hâlde ciddiye alınmazsın işte bu kadar!”
Bu sözler büyük mütefekkir, büyük Türk önderi İsmail Gaspıralı’ya aittir. Modernleşme, ilim ve teknoloji gibi konuların Türk milletine benimsetilmesi için, “Dilde, fikirde, işte birlik!” ülküsünün hayata geçirilmesi için, gericilerle mücadeleden hiç kaçmamış bu dava adamının 20. yüzyılın başlarında söylemiş olduğu sözler.
Vicdanlara seslen diyor... Zaten Türk toplumunun yaşamış olduğu sıkıntıların büyük bir bölümü vicdandan uzak kalmaktan ibaret değil mi? Belki de insanımız vicdan kelimesinin anlamını unuttu ya da unutturuldu, olmaz mı yani?
“Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç” olarak tanımlıyor Türk Dil Kurumu (TDK) vicdanı. Şimdi fertlere sorsak vicdan nedir diye kimbilir ne kadar çeşitli cevaplar alınır.
Verilen vicdan tanımlamasında ahlaktan bahsediliyor. Dar anlamda ele alırsak bizler ahlakı millî, dini ve manevi değerlerden oluşan bir kavram olarak benimseriz.
Aynı TDK bakın vicdan kavramında kişinin kendiliğinden yargılama yapmasından bahsediyor. Yargılama için ne gerekir? Elbette bilgi gerekir. Bilgi ise nasıl edilebilir? Elbette okumak ve araştırmakla.
Dönelim tekrar Gaspıralı’ya:“Dünyada doyulmayan ve doyulmayacak bir şey varsa, o da bilim ve yetenektir… Bütün kötülüklerin başı ve nedeni cahilliktir... Okumalıyız, araştırmalıyız, öğrenmeliyiz… Rahat, mutlu, ileri gitmek istiyorsan, bilgilenmelisin… Bilim deryadır.”
Vicdan, ahlak, bilim, okumak derken iş döndü dolaştı akıl ve mantığa dayandı. Yüce Yaradan akıl vermiş, insanoğlunu da bu sebepten en şerefli yaratık olarak yaratmış. Bu kutlu değeri değerlendirmekle O’na var olan vefayı göstermek hepimizin borcudur.
***
İsmail Gaspıralı Türk milletinin nice değerlerinden sadece birisi. Onu iyi okusak, onu iyi araştırsak bilgiden noksan olan hayatımıza ne güzellikler katılacaktır.
Onun “Dilde, fikirde, işte birlik!” ülküsü Bahçesaray-Kırım’dan yükselip bütün Türk dünyasını kapsamıştır. Onun Tercüman gazetesi öyle bir yazı dili kullanırdı ki Kazan’dan Kafkasya’ya, Kırım’dan Türkistan’a kadar anlaşılıyordu. Bu şunun kanıtıdır: Ülkü sahibi bir insanın çalışmaları çok büyük işlere imza atabilir, yeter ki şuur, samimiyet ve azim olsun.
Bu arada şunu da unutmamak lazım. Her ülkü sahibi insan her türlü iftiraya hazırlıklı olmalıdır. Özellikle öyle klişe olan iftiralar var ki Gaspıralı bunlardan da nasiplenmiştir. Vermiş olduğu kutlu mücadelesinden dolayı kâfirlikle bile itham edilmiştir. Oysa “Gaspıralı Türkçü olduğu kadar da İslamcıydı… Fakat Gaspıralı’nın İslamcılığı fanatik ve körü körüne inanmak değildi.”[1]
Gaspıralı’nın bütün Türklere ışık olduğu şu tespitinden de çıkmaktadır. Rus yönetimi altında yaşayan Müslümanlardan bahsederken şöyle bir değerlendirmede bulunur: “Müslümanlar Ruslardan habersizdir, onları tanımıyor, dilini bilmiyor, şehrini tanımıyor, bilimini öğrenmiyor, basınını izlemiyor. Böyle olduğu için Müslüman kendi karanlık dünyasına çekiliyor, kendini kaderine teslim ediyor…."[2]
Bakın devamında ne diyor: “Rusya Müslümanları bilime, edebiyata, basına ve araçlarına sahip değiller. Bu konularda karşı tarafa da, yani Ruslara, ciddi görevler düşmekte.” Rusya Müslümanlarının o dönem %90’ı Türk olduğundan, Gaspıralı Müslüman politikasını aynı zamanda Türk politikası olarak kabul etmektedir.
Gaspıralı’nın bu sözlerini bugünümüze uyarladığımızda Avrupa Türklüğüne nasıl da uymaktadır. Rus yerine Batı Avrupa ve Müslüman yerine Avrupa Türklüğünü koyalım. Gaspıralı açıkcası burada yaşamış olunan topluma uyum sağlayamamaktan bahsediyor. Aynı Gaspıralı her zaman asimilasyona da dikkat çekmekte ve karşı tarafında uyum için adımlar atması gerektiğini dile getirmekte. Fakat uyum için ilk ve en önemli adımın o dönem Müslümanlar’da olduğunu dile getirir. Tıpkı Avrupa Türklerinden ilk ve önemli adımların atılması gerektiği gibi. Aynı Gaspıralı milleti uyarır: “Avrupa’nın iyi, kötü neyi varsa, çocuk gibi elimize almayalım. Yetişkin insan gibi araştıralım: Nedir? Ne işe yarar? Vicdan, hak, adaletin neresinde duruyor?”
Son sözde Gaspıralı yine vicdandan bahsediyor ve buna hak ve adaleti ekliyor.
Gaspıralının maneviyata bağlılığı, aklı her zaman duygusallığın önünde bulundurmasının yanında ileri görüşlülüğü de her zaman göze çarpmaktadır: Kadına verilmesi gereken değerler, Müslümanlar için tertiplemiş olduğu kurultaylar, eğitimde uygulamış olduğu yeni sistem ve elbette ortak Türk alfabesi bunlardan sadece birkaç örnektir.
Türkçe konusunda ise onu anlatmaya zaten gerek yoktur. Bir makalesinde der ki: “Türkçesi olan bir kelime yerine diğer bir dilin sözünden yararlanmak edebî cinayettir.”[3]
Türk birliği konusuna ise şöyle vurgu yapıyor: “Tatar kavimi mevcut değil, Tatar dili yoktur! Dilimize ne ad verilirse verilsin, gerçekte bu dilin adı Türk dilidir!”[4]
Ya Türkün savaşçı Ruhu için ne diyor: “Savaş zamanı saçlı, saçsız; kadın, erkek yoktur, asker vardır.”
***
Gaspıralı gibi nice değerlerimiz var bizim, tarihten atiye ışık olup maalesef yeterince tanınmayan. Gerçi tanınmamaları için de çalışanlar iyi çalışmıyorlar değil ya. “Millî aidiyet her şeyden önce gelir, her şeyden kutsaldır.” sözünden de anlaşılacaği gibi Gaspıralı’nın var oluşu elbette birilerini rahatsız etmeye devam etmektedir. Özellikle Stalin döneminden itibaren yok edilmek istenen Gaspıralı’nın fikri ve onun emanetleri elbet gerektiği gibi Türk insanına anlatılmalı ve okutulmalıdır. Onun ileri görüşlülüğü sadece Türk insanı için değil, bütün insanlık için bir ışıktır. İşte o ışık her daim yanmalı ve etrafını ışıtmalıdır. Her şeye rağmen bu mücadele devam etmelidir, bu sebepten “Bu dünya umut dünyasıdır, niye umutsuz olalım?” sorusunu Gaspıralı her zaman sormuştur.
Büyük mütefekkirin sözüyle bu yazıyı sonladıralım: “Milletin hangi düşüncede ve neye yeterli olduğunu gelecek gösterecek. Bana gelince, siyasi inanç ve görüşümün temeli, ‘Türkoğlu Türk’ olduğumdur. Önce Türk olmadıkça ne aristokrat olurum, ne de demokrat. Ne halkçı olurum, ne sosyalist. Eğer bana ‘Türklükten, milletçilik ülküsünden elini çek, mutlu olursun,’deseler, ben bu tür mutluluktan mutsuzluğu üstün tutarım. Benim ben olmamam ne aklıma gelir, ne vicdanıma sığar.”
[1] “İsmail Bey Gaspıralı”, Türk Kültürü, sayı 23, 1964
[2] “İsmail Gaspıralı Dünyası” Abid Tahirli, İleri Yayınları, s 108, 2014
[3]“Dil Sorunu”, Tercüman, sayı 31, 11 Ağustos 1896
[4] “Can ve Hayat Sorunu”, Tercüman, sayı 50, 11 Aralık 1909