Mustafa Necati Sepetçioğlu
İlk hikâyelerini 1948 yılında Hakikat gazetesinde yayımlayan Sepetçioğlu’nun eserleri zamanla çeşitli dergilerde yerini almıştır. İstanbul, Yol, Türk Yurdu, Türk Dili ve Türk Edebiyatı dergileri bunlardan örneklerdir. “Çağlayanlı Vadi” adlı romanı Vatan gazetesinde tefrika edilmiştir (1966-1971). Nehir roman diye kabul edilen bir dizi roman kaleme almış, Malazgirt Zaferi’nden başlayarak (1071), Türkiye’deki toplumsal değişimleri ve sonuçlarını işlemiştir. Akıcılığı ile ilgi uyandıran bu tarihî konulu romanlar 1970 ve 1980’lerde büyük ilgi görmüştür.
Öykü ve piyes yazarı da olan Sepetçioğlu’nun “Trampacılar” adlı oyunu, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda (1968) sahnelendi. “Büyük Otmarlar” ile en önemli başarısını gösterdi ve bu eseri önce İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu'nca sahneye konuldu (1967), ardından Avrupa Üniversitelerarası Tiyatro Festivali'nde en iyi oyun seçildi (1968).
“Çardaklı Bakıcı” adlı oyunu ile MEB Ödülü’nü alan üstat, “Gece Vaktinde Gün Dönümü” ve “Karanlıkta Mum Işığı” adlı kitaplarıyla 1980 yılında “Türkiye Millî Kültür Vakfı Kültür Armağanı”na layık görüldü, “Çanakkale 3 / Döndüler” adlı eseriyle 1990 yılı Türkiye Yazarlar Birliği’nin yılın romancısı ödülünü kazandı. 1994’te İLESAM üstün hizmet beratı aldı, 1998’de Atatürk Dil-Tarih Kurumu şeref üyeliğine seçildi.
Sepetçioğlu’nun yazmış olduğu tiyatro, hikâye, roman ve araştırmalarında Türklüğü en güzel biçimlerde dile getirmiştir. Türk karakterlerini merkeze alıp, tarihî bir bütün olarak benimsemiş, destanlardan başlayıp romanlarıyla geçmişten geleceğe ışık olmuştur. Onun için de Sepetçioğlu birçok kişi tarafından asrımızın Dede Korkut’u, Hoca Ahmet Yesevi’si olarak kabul görmektedir. Tarihe sadık kalarak, araştırmalar sonrası kaleme aldığı romanlarda okuyucu kendisini bulabilmektedir. O, tarihi günümüze taşımıştır. Romanlarına destansı katkılar yaparak bunu başarmıştır. “Karşılaştırılmalı Türk Destanları” adlı eserinde belirtmiş olduğu gibi, “Destanlar bir milletin geçmişteki bütün varlığı ve bu bütün varlığın, geleceği aydınlatmak için seferber edilmiş topyekûn ışık gücüdür.”
Sepetçioğlu, “Kilit” (1971) romanı ile başlayıp, tarih ve millî kültürümüzü geçmişten günümüze getirerek, son romanı “Yesili Hoca Ahmed” (2002) ile tamamlamıştır. 3 ciltlik “Yesili Hoca Ahmed” uluslararası Ahmet Yesevi Ödülü’ne layık görülmüştür.
Mustafa Necati Sepetçioğlu 1930 yılında Tokat’ın Zile ilçesinde dünyaya gelmiştir. Doğduğu ilçede ilk ve ortaokulu okuduktan sonra İstanbul’da tahsil hayatını sonlandırmıştır. Haydarpaşa Lisesi (1950) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmiş (1956), fakültede Ahmet Hamdi Tanpınar ve Prof. Dr. Mehmet Kaplan gibi hocalardan ders almıştır. Peyami Safa ile dostluğu da bu yıllarda başlamıştır. Yükseköğrenimi sırasında Arap ve Fars filolojisinin derslerine de devam etmiş, Türk-İslam ve Avrupa sanatlarından sertifika almıştır. Millî Eğitim Müdürlüğü (1974) yapmadan önce çeşitli kamu görevlerinde bulunmuş; İstanbul Belediyesi şubelerinde, Ankara’da Kızılay Genel Müdürlüğü ve İstanbul’da Sosyal Sigortalar Kurumunda memurluk yapmıştır. Yazar,dedesinin ve babaannesinin yazarlık konumunda çok etkileri olduğunu belirtmektedir, dedesinden destanlar ve babaannesinden menkıbeler dinleyerek büyümüştür. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Nihal Atsız, Ahmet Caferoğlu, Erol Güngör, Faruk Kadri Timurtaş ve Mümtaz Turhan gibi insanlar ile tanışmış ve onlardan etkilenmiştir.
Sepetçioğlu, Türk kültürü, dili ve edebiyatına dair “1000 Temel Eser” dizisindeki kitapların seçiminde ve basımında katkılar sunmuştur. Hükûmetin değişmesi ile bu çalışması yarıda kalmış, emekli olduktan sonra “1000 Temel Eser” projesini Tercüman gazetesinin Kervan Kitapçılık Şirketi’nde “1001 Temel Eser” adı altında sürdürmüştür. Boğaziçi, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi ile Ayrıntılı Haber, Orta Doğu ve Türkiye gibi gazetelerde makaleleri yayımlanmıştır.
Mustafa Necati Sepetçioğlu‘nun isyanı, geçmişi inkâr edip kabuk değiştirenler için hep var olmuştur. Kendi sözleriyle bu isyanını şöyle dile getirmektedir: “Bizde! Berberlerin kuaför; baytarların veteriner; hekimlerimizin doktor, cerrahlarımızın operatör olduğunda kaçışlar, eskimelerden korkmalar ve kendini bir şeyler olmuş sanma hastalıkları yaşanmıştı. Değişme, sadece bir kabuk değiştirme sıradanlığından taşmamış olsa önemsenmeye bilinirdi, ötesine de ulaşıldı ardından. Şimdi düzeltme ve iyileştirme güçleri de yetkileri de ellerinde olduğu halde kendilerini şikâyetçi sanmaktan bungun, hatta aptallaşmış yetkililer de etkililer de çaresizdir…”
Sepetçioğlu 1970’lerden sonra hikâye yazmayı bırakır ve roman yazmaya yönelir. Hikâyeciliği bu konuda ona büyük yardımcı olmuştur. Bu konuda onun ile ilgili geniş çapta araştırma yapan Ömer Çakır onun hakkında şunları söyler: “Dolayısıyla yazdığı hikâyeler, onun romancı olma yolunda kalemini geliştirmeye yarayacaktır. Yazar, bu çerçevede önce toprak adamının toprağa bağlı hayatına, daha sonra da şehirdeki insana ayna tutar. Onun hikâyelerindeki en büyük başarı insanımıza ve çevresine kuvvetli bir gözlemle bakması ve gördüklerini ayrıntılı bir şekilde tasvir etmesidir."
Romanlarında Türk milletinin üzerine oynanan oyunlar ele alınmakta ve bunların nasıl aşılacağına yönelik çözümler sunulmaktadır. Birlik, beraberlik, alp ve erenlik gibi konular işlenmektedir. Bunların yanı sıra inanç, millet, devlet ve inanmışlık gibi diğer konular da dile getirilmektedir. Sepetçioğlu’nun sadece yukarıda belirtilen eserleri yoktur. Onun onlarca eserleri mevcuttur ve bunlardan bazıları: Abdürrezzak Efendi, Kilit, Anahtar, Kapı, Darağacı, Sabır, Dedem Korkut’un Kitabı ve Yunus Emre. Çocuk kitapları ise şunlardır: Beyaz Güvercin, Kutsal Kaya, Demir Dağlar Sıra Sıra. Evli olan Türk edebiyatının Cumhuriyet Dönemi usta kalemi Mustafa Necati Sepetçioğlu 8 Temmuz 2006 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş ve Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Kızılelma hedefiyle yaşamış olan Sepetçioğlu, bu kutlu hedefi için şu sözleri dile getirir: “Bizde eski, en eski bir Kızılelma ışığı vardır. Kızılelma ışığını ben görebileceğimiz en son yer; tutunacağımız en uç nokta bilir, bir sonraki durağın ışığıdır diye düşünürüm. O son durağa vardığımızda yandığını, daha ötede bizi çağırdığını gördüğümüz ışık... O bizim Kızılelma’mızdır. O ışık, Yaradan’ımızın özümüzde bizim için yaktığı ışıktır. Biz neredeysek, bir adım ötemizden bizi yine çağıracaktır.”
Türkçenin yozlaştırılmasına sessiz kalan aydınlar için ise “… Aydınların hangisi Türkçeyi yozlaştıranlardan hangisine karşı isyan etti, hangi bildiriyi imzaladı… Yürekleri bile sızlamamıştır, içten içe sevinmişlerdir hattâ! Mağara dillerinden beter diller için yollara dökülenlerin bir cihan dili, imparatorluklar kurmuş ve yaşatmış anaç dil olan Türkçe için ağız bile açmamaları çok mu olağandır?” demektedir.
Sepetçioğlu, unutulmaması gereken önemli bir şahsiyettir.