“KOPYALA YAPIŞTIR” İŞGAL
Mehmet DEMİRKAN
Sömürgeciliğin ve haksız işgallerin önüne geçmek için oluşturulan selfdeterminasyon hakkı, Rusya’nın yaptığı son hamlelerle nasıl ulusal çıkarlar için kullanılabileceği ya da siyasileştirilebileceğinin görülmesi açısından çok ibretlik. Ancak uluslararası hukuk açısından bakıldığında Ukrayna’da Moskova’nın iteklemesi ile sürekli gündeme taşınan selfdeterminasyon ve ülkenin parça parça Rusya tarafından yutulması sürecinin uluslararası hukuk kural ve ilkelerine aykırı olduğu aşikâr. Başta Kırım olmak üzere diğer bölgelerin Ukrayna’dan ayrılması uluslararası hukuktaki “ülke bütünlüğü” kuralına aykırı. 2021 sonbaharında, Ukrayna'nın AB ve NATO ile yakınlaşmasından ve ittifaka dâhil olması endişesi ile aylardır süren gerginlik, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yaptığı olağanüstü güvenlik konseyi toplantısından sonra, Ukrayna'nın doğusunda yer alan Donetsk ve Luhansk'ı "bağımsız ülkeler" olarak tanıması ile sonuçlandı. Pandoranın Kutusu açıldı ve yıllardır süren çatışma farklı bir platforma taşındı. Sovyetler Birliği'nin 1991'de ayrılmasının ardından Ukrayna'nın, çoğunlukla Rusça konuşulan, kendilerini "Rus olarak tanımlayan" nüfusun yoğun olduğu doğu ve güney bölgeleri ile Ukraynaca konuşan ve Avrupa'ya entegre olmaya istekli batısında yaşayanlar arasında ayrılıklar yaşanmaya başladı. Ukrayna'da gerilim, dönemin Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç'in Avrupa Birliği ortaklık anlaşmasını reddetmesi ve Rusya ile daha yakın ilişkiler kurmaya yönelmesiyle Kasım 2013'te yükseldi. Hükûmet karşıtı protestolar Kiev'de başladı ve ülke geneline yayıldı. Nisan 2014'te, doğudaki Moskova yanlısı grupların liderleri Ukrayna'nın doğu bölgelerinde referandum yapılacağını açıkladığında, Rus ordusu da Ukrayna'nın endüstriyel merkezi Donetsk ve Luhansk'ın bulunduğu sınırda konuşlanmaya başladı. Yapılan referandumların ardından 11 Mayıs 2014'te Rusya yanlısı ayrılıkçılar Donetsk ve Luhansk'tan oluşan Donbas bölgesinde bağımsızlık ilan ederek burada iki "halk cumhuriyeti" kurdu. Ancak bu yönetimler Kiev ve Batı tarafından tanınmadı. Aynı yıl Ukrayna'da yapılan seçimde Cumhurbaşkanı olan Petro Poroşenko barış planını açıkladı, temmuzda ayrılıkçılar Donetsk'in güneyine doğru çekildi. Eylül ayında yapılan ateşkesten birkaç gün sonra çatışmalar tekrar başladı. Diplomatik baskının ardından Şubat 2015 ayında Belarus'un başkenti Minsk'te yapılan görüşmelerde Rusya, Ukrayna, Almanya ve Fransa liderleri ikinci bir ateşkes ilan etti. Rusya yanlısı ayrılıkçılar Ukrayna'nın doğusunda silahsız bir tampon bölge oluşturulmasını da kabul etti. Ancak çatışmalar durulmadı. Donetsk ve Luhansk bölgelerinin içinde belirli alanları fiilen kontrolü altında tutan Rusya yanlısı ayrılıkçılar tek taraflı olarak ilan ettikleri "Cumhuriyet"i, uluslararası hukukun temellerinden sayılan "selfdeterminasyon" hakkına dayandırıyor.
SELFDETERMİNASYON KILIFI
Rusya’nın ilhak ve işgallerine kılıf yaptığı kendi geleceğini belirleme (selfdeterminasyon) hakkı, uluslararası hukukun kuralları ile biçimleniyor ve mutlaka meşru temele dayanması gerekiyor. Selfdeterminasyonun meşru olması için uluslararası hukuk kurallarının yanı sıra, Birleşmiş Milletler(BM) ve ikiz sözleşmeler olarak adlandırılan Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmelerinin ortak 1’inci maddelerine aykırı olmaması gerekiyor. BM, egemen ve bağımsız bir devlet kurma, bağımsız bir devletle birleşme veya bütünleşme ve halkın serbestçe belirleyeceği diğer bir siyasi statü oluşturma olmak üzere selfdeterminasyon hakkının üç şekilde kullanılabileceğini kabul ediyor. Ancak bu hakkın kullanılması ile ilgili farklı görüşler bulunmakta. Her devlet kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bir yorum yaparak somut uygulamaları bu çerçevede savunmakta. Bunun en somut örneği olarak Rusya, Güney Osetya için selfdeterminasyon hakkını savunurken, aynı hakkı Çeçenistan için reddetmekte. Selfdeterminasyon hakkının kapsamı ne kadar geniş tutulursa tutulsun, hakkın kullanılmasının uluslararası hukukun belirli ilkeleri ile uyum içinde olması gerekmekte. Bunların başında da Uti Posidetis “Neye sahipsen ona sahip kal.” ilkesi gelmekte. Yani selfdeterminasyon hakkı kullanılırken, fiilî sınırların genişletilemeyeceği ve ülke bütünlüğünün kısmen veya tamamen bozulmasının amaçlanamayacağı ilkelerine uymak gerekiyor. Uluslararası hukuk çalışmaları yapanlar ısrarla “selfdeterminasyon hakkını, sömürge altında olan ve işgal edilen yerler dışında, var olan hükûmet baskılarını kaldırarak siyasi katılım sağlayacak yol olarak anlamak gerekir.” demekte. Yani selfdeterminasyon hakkı uluslararası hukukta sadece sömürge ve işgal altındaki ülke veya halkların sahip olduğu bir hak olarak tanımlanmakta. Sömürgeciliğin ve haksız işgallerin önüne geçmek için oluşturulan selfdeterminasyon hakkı, Rusya’nın yaptığı son hamlelerle nasıl ulusal çıkarlar için kullanılabileceği ya da siyasileştirilebileceğinin görülmesi açısından çok ibretlik. Ancak uluslararası hukuk açısından bakıldığında Ukrayna’da Moskova’nın iteklemesi ile sürekli gündeme taşınan selfdeterminasyon ve ülkenin parça parça Rusya’ya bağlanması sürecinin uluslararası hukuk kural ve ilkelerine aykırı olduğu görülüyor. Ukrayna Devleti’nin bölünmez bir parçası olan Kırım’ın, Ukrayna’dan ayrılmaya hakkı yok. Bu uluslararası hukuktaki “ülke bütünlüğü” kuralına aykırı. Ancak bu aykırılığı dile getiren Batı ve ABD’ye karşı Rusya; Kosova örneğini ileri sürerek Kırım’ın selfdeterminasyon hakkını kullanmasının meşru bir temele dayandığını savunuyor. Sonuçta tuhaf biçimde karşı tarafın uluslararası hukuka aykırı eylemi, yapılanların meşru temeli olarak görülmekte. Moskova yıllardır Ukrayna Donbas bölgesinde Rusların ağırlıklı olarak yaşadığı ayrılıkçı Donetsk, Harkov, Lugansk şehirlerindeki ayaklanmaları desteklemekte. Ayrıca Uluslararası hukuka göre selfdeterminasyon hakkını, ülke halkının tamamının kullanması gerekmekte. BM kararlarında halk kavramı belirlenirken ülke kıstası, etnik kıstasa tercih edilmekte. Halk kavramının bütün ülkeyi kapsadığı açıkça dile getirilmekte. Yani uluslararası hukuk penceresinden bakıldığında, Ukrayna’da ancak bütün halkın oluru ile selfdeterminasyon hakkının kullanılabileceği sonucu ortaya çıkmakta. Rusya uzunca bir süredir kendi arka bahçesi olarak gördüğü coğrafyada selfdeterminasyon hakkını ileri sürerek, yerel kimlikler ve azınlıklar üzerinden ülkeleri parçalıyor. Putin şimdiye kadar “Ben yaptım oldu.” politikası ile ilerlese de, self-determinasyon hakkı ileri sürülerek, devletlerin kendi ulusal çıkarları doğrultusunda, ülkeler üzerinde kısmen veya tamamen egemenlik kurmaları uluslararası hukuka aykırı bir durum olarak tanımlanmakta.
KAOTİK SÜREÇ
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Parlamentosunun alt kanadı Devlet Duması'ndaki güvenlik konseyi toplantısından sonra televizyondan halka seslendi. Konuşmasının ardından da Kremlin Sarayı'nda sırayla sözde Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını tanıyan kararnameyi imzaladı. İmza töreninde söz konusu yönetimlerin temsilcileri de hazır bulundu, Rusya ile ayrılıkçıların sözde yönetimleri arasında "dostluk" ve "iş birliği" anlaşmaları da imzalandı. Rusya Dışişleri Bakanlığının sosyal medya hesabından paylaştığı tanıma kararının metni ise epey dikkat çekti. Çünkü metnin, Rusya'nın 2008'de Gürcistan'ın Abhazya ve Güney Osetya bölgelerine işgal talimatı verdiğinde yayımladığı metnin neredeyse birebir aynısı olduğu görüldü. Gürcistan Parlamentosu Milletvekili Alona Shkrum'un sosyal medya hesabından iki karar metnini paylaşmasıyla ortaya çıkan gerçek, "Rusya kopyala-yapıştır yöntemiyle işgal başlattı." yorumlarına neden oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ayrıca bir kararname imzalayarak Rus Silahlı Kuvvetlerine de Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinde barışı koruma misyonları icra etme talimatı verdi. Yapılan açıklamada, “Lugansk Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı'nın Rusya Federasyonu Savunma Bakanlığına ilettiği talep üzerine Rus Silahlı Kuvvetleri, Lugansk Cumhuriyeti topraklarında barışı koruma misyonları icra edecek." denildi. Rusya’nın Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri ile imzaladığı iş birliği anlaşması, Donbass sınırlarının beraber korunması şartını içeriyor ve taraflara birbirlerinin topraklarındaki askerî altyapı ile askerî üsleri kullanma hakkını veriyor. Rusya, Donetsk ve Lugansk’te finans ve banka sistemlerini desteklemek adına tedbirler alacak ve anlaşmalar 10 yıl için geçerli olacak.
RUSYA ABD ve NATO'DAN NE İSTİYOR?
Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Riyabkov, "Ukrayna'nın asla ve asla NATO üyesi olmamasını sağlamak bizim için kesin bir zorunluluktur." dedi. Rusya için olmazsa olmaz; işte bu. Bununla birlikte Moskova, NATO ülkelerini Ukrayna'ya silah "pompalamak" ve ABD'yi Rusya'nın gelişimini kontrol altına almak için gerilimi körüklemekle suçluyor. Aslında Rusya, NATO'nun 1997 öncesi sınırlarına dönmesini istiyor. Rus birliklerinin Aralık 2021 başından beri Ukrayna sınırına yaptığı muazzam yığınakla birlikte Moskova iki taslak anlaşma ile ABD ve NATO’dan yasal bağlayıcı güvenlik garantileri talep ediyor. Temel taleplerin başında NATO’nun, özellikle Ukrayna veya Gürcistan gibi bölgedeki diğer devletlerle ilgili olarak daha fazla doğuya doğru genişlemeden kaçınma taahhüdü geliyor. Bu, NATO’nun 2008’deki Bükreş Zirvesinde teklif edilen muhtemel üyelik adaylığının geri çekilmesini gerektirecek. İkinci olarak NATO, Rusya sınırına herhangi bir silah veya askerî güç konuşlandırmayacağını garanti etmeli. Üçüncüsü, NATO, Sovyet sonrası devletlerle askerî iş birliğini sona erdirmeli ve askerî güçlerini 1997 düzeyine geri çekmeli. Bu, 1997’de İttifak üyesi olmayan NATO ülkelerinde artık askerî güç ve silah konuşlandırmamak anlamına gelebilir. Yani Moskova, NATO’nun çok uluslu savaş gruplarını Polonya ve Baltık ülkelerinden çekmesini de talep ediyor. Dördüncüsü, ABD nükleer silahlarını Avrupa’dan çekmeli ve beşinci olarak Rusya’nın iç işlerine karışmayı bırakmalı. Burada Kremlin, ABD’nin demokrasi inşa etme gündeminin bir parçası olarak “renkli devrimlere” verdiği desteğe atıfta bulunuyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da Moskova’nın Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya olası üyeliklerine hoş bakmadığını açıkça belirtti. Böylece Rus liderliği, erişimini geleneksel Sovyet sonrası etki alanının ötesine taşıyor ve NATO’nun Avrupa’daki rolünü azaltmaya çalışarak, Avrupa güvenlik politikasında baskın bir konum elde etmeye çalışıyor. Ancak bütün bu talepler ABD ya da NATO açısından değerlendirildiğinde hiç de karşılanabilecekmiş gibi görünmüyor.
BATININ KOZU YAPTIRIMLAR
Yaşananların ardından gözler ABD’ye çevrildi. Uzunca bir süredir yaptırımlardan söz eden ABD Başkanı Joe Biden da bir açıklama yaptı. Çok kısa konuşan ve soru almayan Biden, yaptırımları sonucunda Rusya'nın Batı'dan finansman sağlamasının artık mümkün olmayacağını ve Rusya'daki bazı elit ailelere de yaptırım uygulayacaklarını açıkladı. Biden, iki Rus finans kurumuna da yaptırım uygulanacağını duyurdu ve Putin'in Ukrayna'nın var olma hakkına doğrudan saldırdığını belirtti. Bu arada Almanya ile birlikte çalıştıklarını ifade eden Biden, “Kuzey Akım 2 boru hattı projesinin ileriye gitmeyeceğinde mutabık kaldık. Rusya bedel ödeyecek. Yaptırımlar artacak.” dedi. Peki, yaptırımlar nasıl artacak? Rusya'nın küresel bir finansal iletişim hizmeti olan SWIFT sisteminden çıkarılması gündemde. Bu sistem 200'den fazla ülkede binlerce finans kurumu tarafından kullanılıyor. Bu, Rus bankalarının denizaşırı ülkelerde iş yapmasını fiilen çok zorlaştıracak bir hamle. Bu yaptırım 2012 yılında İran'a karşı kullanılmıştı. Ülke önemli petrol gelirlerini ve dış ticaretinin büyük bir kısmını kaybetmişti. Ancak bu yaptırımın, bankaları Rus finans kurumlarıyla yakın bağları olan ABD ve Almanya gibi ülkeler için ekonomik bir maliyeti olacak. Beyaz Saray, bunun Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline bir yanıt olarak hemen uygulamaya konmasının pek mümkün olmadığını söylüyor. ABD, Rusya'yı ABD dolarıyla yapılan finansal işlemlerden menedebilir. Bu yaptırımla bir Rus kurumunun dolar cinsinden işlem yapmasına izin veren herhangi bir Batılı firma, ceza ile karşı karşıya kalacak. Bu, Rusya'nın dünya çapında alıp satabileceği şeylerin son derece sınırlı olacağı anlamına geliyor. Petrol ve gaz satışlarının çoğu dolar üzerinden yapıldığından, bunun Rusya ekonomisi üzerinde büyük bir etkisi olabilir. Batılı güçler, Rusya'nın uluslararası borç piyasalarına erişiminin artmasını engellemek için harekete geçebilir. Bu, Rusya'yı ekonomisini büyütmek için ihtiyaç duyduğu finansmana erişimden mahrum bırakacak. Ülkenin borçlanma maliyeti yükselebilir ve rublenin değeri daha da düşebilir. ABD, bazı Rus bankalarını kara listeye alabilir ve böylelikle dünya üzerinde herhangi birinin bu bankalarla işlem yapmasını neredeyse imkânsız hâle getirebilir. Rusya'nın ekonomisi büyük ölçüde denizaşırı gaz ve petrol satışına bağımlı. Satışlar Kremlin için büyük bir gelir kaynağı. Batı, ülkelerin ve şirketlerin Gazprom veya Rosneft gibi büyük Rus enerji devlerinden petrol satın almasını yasaklayabilir. Ancak unutmamak gerekiyor ki, bu tip yaptırımların çoğu zaten yürürlükte ve Rusya'nın yaklaşımını değiştirmedi. Rusya’nın, Çin ve diğer müttefiklerinden destek alarak Batı yaptırımlarının etkisini de azaltma ihtimalide çok yüksek. Üstelik ABD'li ve Avrupalı diplomatlar, Batılı ülkelerin nasıl yanıt verileceği konusunda hemfikir değiller. Rusya ile daha yakın ilişkileri olan Macaristan, İtalya ve Avusturya gibi bazı ülkeler, yaptırımları uygulamaya isteksiz olabilir. Ekonomik yaptırımların, onları uygulayanlar için de genellikle yüksek bir bedeli var. Batı'daki bütün ülkeler bunları kabul etmeye istekli değil.