NATO’YA “CAN SUYU” MU VERİLDİ?

22 Ağustos 2022 16:12 Mehmet DEMİRKAN
Okunma
155
NATOYA “CAN SUYU” MU VERİLDİ?

NATO’YA “CAN SUYU” MU VERİLDİ?
Mehmet DEMİRKAN

Türkiye’nin çekinceleri bir dizi teknik ayrıntı dışında Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği konusunda bir de Rusya faktörü var. Moskova bu iki ülkenin NATO üyeliğine şiddetle karşı. Putin ve danışmanları, çok da yanlış olmayan bir şekilde, Ukrayna'yı ele geçirme planlarını NATO’nun bozduğunu düşünüyor. Buna şimdi de daha önce tarafsız olan Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma girişimi Kremlin’de sinir katsayısını tavan yaptırıyor. Rusya’dan her düzeyde tehditler geliyor, Avrupa’nın bu girişimle daha da güvensiz hale geleceği vurgulanıyor. Rusya'nın 24 Şubat'ta Ukrayna'yı işgale başlaması, başta Avrupa kıtasında olmak üzere güvenlik konusunu ciddi biçimde tartışmaya açtı. Çatışma, belki de bir savaşın Avrupa'da diğer ülkelere sıçrama olasılığı, özellikle NATO üyesi olmayan ülkelerde güvenlik kaygılarını artırdı. NATO'nun 5'inci maddesinin yarattığı güvenlik şemsiyesinden yararlanmak isteyen ilk ülke, Rusya ile 1.300 kilometre sınır paylaşan Finlandiya oldu. İsveç de Finlandiya’yı takip etti ve ülkenin 200 yıllık tarafsızlık politikasını sonlandırdı. NATO yeniden genişleme sürecine girerken değerlendirmeler, varlığı tartışmalarla süren NATO’ya bir kez daha “can suyu” verildiği yönünde. Ancak Finlandiya ve İsveç’in NATO'ya üyelik başvurusu önce Rusya’nın tehdidi, ardından da Türkiye’nin çekinceleri ile karşılandı. Türkiye, PKK ve YPG'ye destek veren iki ülkenin NATO'ya katılımına itiraz ediyor.
TÜRKİYE NEDEN KARŞI ÇIKIYOR?
Türkiye, ittifaka üye olduğu 1952’den bu yana açık kapı politikasını destekleyen bir tutum izledi. Soğuk Savaş sonrası dönemde 1999 ve 2004'de eski Sovyet bloku ülkelerinin ittifaka katılmasını da destekledi. İsveç ve Finlandiya'nın katılımına itirazının nedeni ise "Türkiye'nin terörle mücadelesine destek vermemesi" ve PKK'nın Suriye uzantısı olan YPG'nin birçok biçimde desteklenmesi. PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından da "terör örgütü" olarak nitelendiriliyor. Ancak, PKK'ya bağlı YPG, Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'e karşı savaşan ABD liderliğindeki koalisyonun ana ortağı durumunda. İsveç ve Finlandiya PKK üyelerine ev sahipliği yapıyor. Özellikle İsveç YPG'ye askeri ekipman ve mali destek sağlıyor. Türkiye, İsveç’ten yargılamak için 21, Finlandiya'dan 12 kişinin iade edilmemesini istiyor. Her iki ülke de, 2019 yılında Suriye'nin kuzeyinde gerçekleştirilen ve YPG'yi hedef alan Barış Pınarı Operasyonu'nun ardından Türkiye'ye silah ambargosu uyguladı. Bu da Türkiye açısından iki ülkenin NATO'ya katılımını sorunlu kılan en önemli konu. Türkiye'nin Finlandiya ve İsveç’in üyelikleri ile ilgili olarak gündeme getirdiği bir başka argüman, daha önce NATO'dan ayrılan Yunanistan ve Fransa'nın ittifaka dönüş süreçleri. Yunanistan, 1974'te Kıbrıs Harekatı'na tepki vermediği gerekçesiyle NATO'nun askerî kanadından ayrılmıştı. Türkiye, 1980 Darbesi’ne kadar Yunanistan'ın dönüşüne onay vermemiş ancak 12 Eylül Askerî Darbesi’nden sonra yönetimi devralan askerî cunta, Atina'nın dönüşüne "Rogers Planı" adı verilen bir süreçle yeşil ışık yakmıştı. Bu noktada Türkiye için önemli bir ders var ve aynı hatayı iki kez yapmak istemiyor." Türkiye’ye karşı hasmane tutumu gayet iyi bilinen Fransa da, Charles de Gaulle'ün Cumhurbaşkanlığı sırasında 1966'da ABD ve İngiltere'nin ittifak içindeki hâkimiyetine tepki olarak askerî kanattan ayrılmış, ülkenin ittifaka tam dönüşü Nisan 2009'da gerçekleşmişti. NATO’nun genişleme sürecinde benzer bir başka bunalım da yaşandı. Yunanistan, Makedonya'nın NATO'ya katılımını, isim tartışması nedeniyle 10 yıla yakın bir süre engelledi. Sorun, Üsküp yönetiminin, ülkenin anayasal ismini “Kuzey Makedonya” olarak değiştirmesi sonucunda aşıldı ve ülke NATO'ya 2020'de katıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, konunun gündeme geldiği andan bu yana yaptığı açıklamalarda Türkiye'nin, bu iki ülkenin NATO'ya katılımına olumlu bakmayacağını vurguladı. Ancak Erdoğan'ın başdanışmanı İbrahim Kalın, kapının tam kapanmadığını, Türkiye'nin güvenlik gereksinimlerinin karşılanması gerektiğini kaydederek müzakere mesajı verdi. Siyasi gözlemciler ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iki ülkeye karşı çıkmasına rağmen, müzakere etmeye istekli olacağına ve nihayetinde de ittifakın genişlemesi konusunda müttefikleriyle hemfikir olacağına inanıyor. Türkiye-Finlandiya-İsveç arasındaki ilk görüşmeler, 15 Mart'ta Berlin'de NATO toplantısı sırasında üç ülke dışişleri bakanları arasında gerçekleşti. Taraflar arasındaki görüşmelerin hem teknik hem de siyasi düzeyde ileriki günlerde süreceği kaydedildi. Sorunun çözümü için Türkiye, özellikle İsveç'ten kendi güvenliğini tehlikeye attığını düşündüğü davranışlardan ve siyasetten vazgeçmesini, YPG'ye askerî desteği kesmesini istiyor. Ayrıca başta İsveç olmak üzere NATO ülkelerinin Türkiye'ye uyguladığı silah ambargosunun da kalkmasını talep ediyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in de "değerli bir müttefik" olarak tanımladığı Türkiye'nin güvenlik ile ilgili beklentilerinin karşılanması gerektiği açıklamasından sonra Stockholm ve Helsinki yönetimlerinin Ankara'ya sunacakları paketlerin içeriği sürecin yönünü belirleyecek.
SÜREÇ NASIL İŞLEYECEK?
İsveç ve Finlandiya, NATO'ya katılmak istediklerine ilişkin resmi başvuruyu 18 Mayıs'ta yaptılar. Normal olarak bir ülkenin ittifaka katılımı, Washington Anlaşması uyarınca belirlenen siyasi ve askerî kriterlerini karşılama performansına bağlı olarak yılları bulabilen zorlu bir süreç. Resmî başvurunun işleme konmasından sonra İsveç ve Finlandiya için katılım protokollerinin üye ülkelerinin onayına sunulması gerekiyor. Yapılan planlamaya göre, Finlandiya ve İsveç’in resmî katılımlarına ilişkin teknik sürecin 29-30 Haziran'da Madrid’de yapılacak NATO liderler zirvesine kadar tamamlanması ve bu ülkelerin üyeliklerinin liderler tarafından tescil edilmesi öngörülüyor. Bu sürecin ardından Finlandiya ve İsveç’in katılımının üye ülkelerin parlamentolarında tek tek onaylanması da gerekiyor. Bütün bu süreçlerde ülkelerin oybirliği aranacak. Dolayısıyla Türkiye, süreci her aşamada bloke etme hakkına sahip. Türkiye’nin çekinceleri bir dizi teknik ayrıntı dışında Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği konusunda bir de Rusya faktörü var. Moskova bu iki ülkenin NATO üyeliğine şiddetle karşı. Putin ve danışmanları, çok da yanlış olmayan bir şekilde, Ukrayna'yı ele geçirme planlarını NATO’nun bozduğunu düşünüyor. Buna şimdi de daha önce tarafsız olan Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma girişimi Kremlin’de sinir katsayısını tavan yaptırıyor. Rusya’dan her düzeyde tehditler geliyor, Avrupa’nın bu girişimle daha da güvensiz hale geleceği vurgulanıyor.
FİNLANDİYA VE İSVEÇ'İN NATO ÜYELİĞİ GÜVENLİ Mİ, TEHLİKELİ Mİ?
Finlandiya ve İsveç iki tarafsız İskandinav ülkesiydi ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ile öylesi bir alarm durumuna geçtiler ki, NATO'ya katılmaya karar verdiler. Rusya ise bu iki ülkeyi, bunu yapmamaları konusunda uyardı ve teknik bir askeri yanıt verileceği tehdidinde bulundu. Ancak bu gelişme Avrupa’da bir tartışma başlattı. İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılımı, Avrupa'yı daha mı güvenli, yoksa daha mı tehlikeli bir yer yapar? İki ülke de NATO üyeliği için kriterlerden demokratik olma şartını yerine getiriyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, iki ülkeyi de kolları açık bir şekilde karşılayacaklarını söyledi. Askerî kaynaklar İsveç ve Finlandiya'nın katılımının olumlu olacağı görüşünü dile getiriyor. "İki ülke de güçlü demokrasiler ve askerî olarak da çok iyi durumdalar. Ehil ve modern orduları var ve seferberlik sistemleri de çok ileri bir seviyede" Aslında Finlandiya’nın askerî entegrasyonu hızla tamamlanıyor. İngiliz tank birlikleri ile Fin zırhlı birlikleri Litvanya, Estonya ve ABD'nin de katılımıyla birlikte tatbikat yaptı. Buna karşın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, NATO'yu bir savunma ittifakı olarak görmüyor. Ona göre örgüt, Rusya'nın güvenliğine bir tehdit unsuru. Putin bir KGB ajanıyken Sovyetler Birliği içinde olan Litvanya, Estonya ve Letonya gibi ülkeler bugün NATO’nun parçası. Kremlin kendini batı tarafından çevrelenmiş ve tehdit altında görüyor. Putin, 24 Şubat'ta Ukrayna'yı işgal girişiminden kısa bir süre önce, Avrupa güvenlik haritasının yeniden çizilmesini talep etti. NATO birliklerinin Avrupa'nın doğusundan çekilmesini istedi ve yeni ülkelerin de birliğe alınmamasında ısrarcıydı. Ancak işgal tam tersi etki yaptı. Onlarca yıldır tarafsız olan İsveç ve Finlandiya, 5’inci madde ile özdeşleşmiş NATO’ya katılarak, daha güvende olup olmayacakları üzerinde yeniden düşünmeye başladı. Bu madde, üye ülkeye yapılan saldırıyı, bütün ittifaka yapılmış sayıyor. Finlandiya'da yapılan bir araştırma ülkenin yüzde 62'sinin birliğe katılma tarafında olduğunu gösterdi. Askerî açıdan değerlendirildiğinde, Finlandiya ve İsveç'in olası üyeliği, NATO'ya Rusya karşısında sayıca çok geride olduğu Kuzey Avrupa’da ciddi bir katkı sağlayacak. İki ülke de, kutup bölgesinde savaş konusunda uzmanlaşmış durumda. İki ordu da, İskandinavya'nın donmuş ormanlarında savaşma ve hayatta kalma konusunda sürekli eğitim yapıyor. Rusya İkinci Dünya Savaşı'nda Finlandiya'yı işgal ettiğinde, Finler düşman güçlere ağır kayıplar verdirmişti. Coğrafi olarak da Finlandiya'nın pozisyonu, NATO'nun savunması noktasında çok önemli bir boşluğu doldurma potansiyelinde. Siyasi açıdan son gelişme Putin'e ağır bir darbe oldu. Bağımsız bir ülkeyi işgal etme girişimi karşısında neredeyse bütün Avrupa birleşti. Doğal olarak bu riskli durum Kremlin'i alarm durumuna geçirdi. Buna karşı mutlaka bir hamle ile cevap verilmesi gündeme geldi. Putin, olası bir genişlemede, "teknik askeri önlemler" alınacağı uyarısında bulundu. Peki, bu ne anlama geliyor? Kuzey cephesindeki bu genişlemeyi Rusya, güvenliğine varoluşsal bir tehdit olarak değerlendirmesi hâlinde Kremlin’in çok şiddetli bir karşılık verebileceği iddia ediliyor. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılmasının Avrupa'ya daha fazla güvenlik getirmeyeceği uyarısını yaptı. Bu çerçevede Rusya’nın öncelikle sınırlarını askerle güçlendireceğine, Batı topraklarına yakın noktalara füze sistemleri yerleştireceğine ve İskandinavya'yı hedef alan siber saldırıları arttıracağına kesin gözüyle bakılıyor. Gerginlik tırmanırken Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Ukrayna’nın işgal girişimine yaptığı açıklama ile yeni bir boyut kattı. NATO'nun Ukrayna’da bir “vekâlet savaşı” sürdürdüğünü söyledi.
NATO, UKRAYNA'DA VEKÂLET SAVAŞI MI YÜRÜTÜYOR?
Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği soğuk savaş döneminde silahlı çatışmada karşı karşıya gelmeden küresel ölçekte nüfuz alanlarını genişletmeye çabaladı. Ancak bu savaş olmadığı anlamına gelmiyor. Bütün savaşlar başka yerlerde ve başka aktörler aracılığıyla sürdürülmüştü. Bunlar "vekâlet savaşları"ydı. Şimdi de Rusya; NATO'yu, Ukrayna'da kendisine karşı yeni bir "vekâlet savaşı" yürütüldüğünü ileri sürüyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, "Ukrayna'nın batısındaki depolarına Rus güçleri tarafından saldırılar yapıldı. Nasıl olmasın? NATO esasında Rusya ile bir vekil aracılığıyla bir savaş yürütüyor ve onu silahlandırıyor. Savaş savaştır." diye konuştu. Peki "vekâlet savaşı" ne demek? Bir devletin başka bir devletle savaşında kendi askerî güçlerini kullanması yerine başka güçleri kullanırsa ki bunlar başka bir devlet, milisler veya illegal oluşumlar olabilir- bu durum “vekâlet savaşı” olarak tanımlanıyor. Soğuk Savaş döneminde ABD ile Sovyetler Birliği arasında bu tür çatışmalar sık oluyordu; örneğin, Somali veya Etiyopya gibi ülkelerdeki iç savaşlarda çatışan karşıt güçlerden her birini bir süper güç destekliyor; bu üçüncü taraflar aracılığıyla nüfuz elde etmek için kullanılıyordu. Bu tür savaşlar, Asya ve Orta Doğu'nun yanı sıra, 1980'lerde Nikaragua'da olduğu gibi Latin Amerika'da da sürdürüldü. Bu müdahalelerin farklı şekillerde gerçekleştirildi. Silah transferleri yapıldı, istihbarat bilgileri paylaşıldı veya finansman sağlandı. En yaygın olarak da sığınma alanı, güvenli bölgesel sığınaklar oluşturuldu. Bütün bunlar yapılırken çatışma alanlarına asla asker gönderilmedi. Lavrov'un, NATO'nun Ukrayna'da Rusya'ya karşı vekâlet savaşı yürüttüğü yönündeki iddiası daha önce Barack Obama yönetimi sırasında ABD Savunma Bakanı ve CIA Başkanı olan Leon Panetta tarafından da ortaya atılmıştı. Panetta, "ABD ve müttefiklerimiz Rusya'ya karşı savaşında Ukrayna'yı desteklemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorsa, bunun bir vekâlet savaşıyla eşdeğer olduğunu söyleyebilirsiniz." dedi. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin'in açıklaması da çarpıcı. "Ukrayna'nın egemen bir ülke, egemen topraklarını koruyabilen demokratik bir ülke olarak kalmasını istiyoruz. Rusya'nın, Ukrayna'yı işgal ederek yaptığı şeyleri yapamayacak kadar zayıfladığını görmek istiyoruz." Ukrayna işgalinin başlamasından sonra ABD Kongresi bu ülkeye 3,5 milyar dolar tutarında yardımı onayladı ve Joe Biden hükümeti 33 milyar dolarlık bir yardım için de onay istedi. Washington, Ukrayna'ya uçaksavar ve tanksavar sistemleri, helikopterler, insansız hava araçları ve bomba atarlar da dahil olmak üzere çok sayıda mühimmat ve silah teslimatı yaptı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'e göre, ittifak şimdiye kadar Ukrayna'ya 8 milyar dolardan fazla askeri yardım sağladı. ABD Başkanı Joe Biden, ülkesinin veya NATO'nun Rusya'ya karşı bir vekâlet savaşı yürüttüğü fikrini reddetti. Biden "Bu doğru değil ve beni endişelendiriyor, çünkü Rusya'nın başta yapacağını söylediği şeyi yapamaması konusundaki sefil başarısızlığı karşısında hissettiği çaresizliği gösteriyor. Bence bu gerçeği değil, başarısızlıklarını yansıtıyor." dedi. Analistlerin bir bölümü de Lavrov'un suçlamasının aslında Moskova'nın propaganda çabalarının bir parçası olduğunu savunuyor. "Lavrov söylemi değiştirmeye çalışıyor; böylece bir komşusunu işgal eden Rusya'nın saldırganlığı yerine, Rusya'nın savunmada olduğunu, saldırıya uğradığını söylemeye çalışıyor; düşmanın Ukrayna olmadığını, NATO ve ABD'nin Rusya'yı hedef aldığını söylüyor. Rus politikasının şu ana kadarki başarısızlıkları nedeniyle sadece yeni bir düşman bulmaya çalışıyor." Bu söylemin ötesinde de, ABD ve NATO'nun saldırıya uğrayan bir ülkeye yardım ettiği, Ukrayna'yı desteklemelerinin vekâlet savaşı anlamına gelmediğini savunuluyor. Bir başka iddia ise aslında Moskova vekâlet savaşının klasik bir örneğini son yıllarda Ukrayna'da oynadığı rolle sergilediğini kaydediliyor. Konuya batı penceresinden bakanlar, "Ukrayna'da vekâlet savaşı yürüten bir ülke varsa, o da 2014'ten beri güneydoğu Ukrayna'daki ayrılıkçı isyancıları destekleyen ve teşvik eden Rusya'dır. Bugünkü durum, Moskova'nın Kiev'e karşı yürüttüğü vekâlet savaşının sonucudur." değerlendirmesini yapıyor. Rusya’nın bağımsız bir ülke olan Ukrayna’yı işgal girişimi ile tetiklediği küresel sarsıntılar süreci domine ediyor ve yenidünya düzeninin kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor.