Türkiye, Doğu Akdeniz’de büyük bir mücadele başlattı. Yaptığı atağın karşılığında da karşısında olağanüstü bir güç birliği gördü. Üstelik bu durum pandemi ile yaşanan sıkıntılar ve Türkiye’deki ekonomik krizle eş zamanlı ortaya çıktı.
Bazı mecralar tarafından aksi iddia edilse de öyle bir süreç yaşanıyor ki, bütün gelişmeler güçsüz görünen Türkiye’yi daha da sıkıştırmaya yönelik hamlelerle pekiştiriliyor.
Basın organlarında fazla yer bulmasa da Irak ağustos ayında iki komutanının Türk SİHA (Silahlı İnsansız Hava Aracı) saldırısı sonrasında öldüğünü iddia ederek Türkiye'nin topraklarından çekilmesi için Arap ülkelerinden yardım istedi. Yapılan açıklamada Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’in, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Kuveytli mevkidaşları ve Arap Birliği yetkilileriyle temasa geçtiği ve Ankara'ya karşı diplomatik destek istediği bildirildi.
İşin çok tuhaf bir yanı var oysa. Irak, Türk SİHA'larıyla düzenlenen hava saldırısında ölen iki sınır muhafaza komutanının o sırada PKK'lı yetkililerle görüşme hâlinde olduğunu açıkladı. Uluslararası platformda terör listesinde olan bir örgüt ile görüşmeler yapmak, masum bir kılıfa sokuldu.
Dışişleri Bakanlığından net bir yanıt geldi. “Irak'taki PKK varlığına göz yumulmaya devam edilmesi hâlinde ülkemiz, sınırlarının güvenliği için nerede olursa olsun gerekli göreceği tedbirleri şimdiye kadar olduğu gibi almakta kararlıdır." denildi.
Bu noktada ilk tepki normalde “Ne alaka?” denilebilecek bir ülkeden, Fransa’dan geldi.
Fransa Dışişleri Bakanlığından bir açıklama yapılarak "bu ciddi olayın tam olarak nasıl geliştiğine dair hiçbir noktanın karanlıkta kalmaması gerektiği" belirtildi.
Açıklamada, Fransa'nın "Irak'ın egemenliğine derinden bağlı olduğu" belirtilerek Fransa hükûmetinin Irak'ın egemenliğine yönelik her tür ihlali kınadığı kaydedildi.
Bu yaşanan, Akdeniz’deki büyük gerilimin yayılma alanını göstermesi açısından çarpıcı bir gelişmeydi.
FRANSA’NIN KAOS’TAN BÜYÜK PAY ÇIKARMA ÇABASI
Doğu Akdeniz'de son dönemde yaşanan gerilime balıklama dalan Fransa, Yunanistan'a destek çıkmak adına önce bölgeye savaş gemisi gönderme kararı aldı. Ardından da iki ülke Girit Adası açıklarında ortak bir deniz tatbikatı yaptı. Fransa’nın bir anda böylesine ortaya dökülmesinin tek sebebi var. Türkiye'nin Libya'daki hamleleri ile Magreb bölgesindeki petrol kaynaklarına ulaşma olasılığının yükselmesi... Fransa'daki petrol rafinerilerinin büyük bölümü, Magreb bölgesinden çıkan, petrolü işlemeye yönelik kurulmuş durumdalar. Fransa kendi rafinelerinde çok kolay işleyebildiği Libya petrolünü bırakmak istemiyor. Fransa bu hamleyi yaparken bir yandan da Avrupa Birliği’ni de (AB) hareketlendirmeye çalışıyor. Fransa, PESCO’nun derhâl hayata geçirilmesi için büyük çaba harcıyor.
Almanya ve Fransa arasında ikili istişarelerle geliştirilen PESCO, AB’nin savunma alanında daha sıkı iş birliği ve koordinasyonunu öngören, “Kalıcı Yapılandırılmış İş Birliği Savunma Anlaşması” Fransa PESCO ile NATO’yu baypas edip, Avrupa ordusunu kurma peşinde. NATO'da kararlar oy birliği ile alınıyor. Fransa’nın, Türkiye'nin içinde olduğu NATO'da Doğu Akdeniz konusunda hareket imkânı yok. Oysa kurulmakta olan bağımsız Avrupa ordusu yeterli güce kavuşursa, stratejik güç olarak söz sahibi olabilir. Fransa'nın amacı, AB içinde ekonomik güç olan Almanya'nın yanında yer alarak askerî liderliği üstlenmek…
Bu çerçevede Doğu Akdeniz'de Güney Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan'ı var gücüyle destekliyor. Fransa ortalığa dökülse de oyunun büyük oyuncularından henüz bir hamle yok.
Konuya ilişkin Emekli Tuğgeneral Ali Er’in çarpıcı bir yaklaşımı var. Er, “Doğu Akdeniz ve Ege'de çözümsüzlüğün çözüm hâline gelmesi hem Rusya hem de ABD'nin işine yaramaktadır. Türkiye ile Yunanistan bir gün ‘Anlaştık.’ diye ortaya çıkmaya kalksalar, buna ilk önce Rusya ve ABD karşı çıkacaktır. Çünkü her iki tarafı da kullanarak, bölgeyi, deniz yollarını dilediklerince kullanabiliyorlar.” diyor. İşin karanlık yanı da bu. Yine de Doğu Akdeniz hiç olmadığı kadar çatışmaya hazır bir görüntü veriyor.
TÜRKİYE’NİN “MAVİ VATAN” YAKLAŞIMI BÜTÜN DENGELERİ DEĞİŞTİRDİ
Türkiye bir süre önce Kıbrıs’ın kıta sahanlığındaki ve Akdeniz’deki doğal kaynaklar konusunda sadece Rum kesiminin hak iddia edemeyeceği görüşü ile sismik araştırmalara başladı. Bu çerçevede Libya’da Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği hükûmet ile 27 Kasım 2019’da “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” ve “Güvenlik ve Askerî İş Birliği Anlaşması” imzaladı. Böylece Akdeniz’in büyük bölümünde arama yapma hakkını elde etti.
Konu Meclise taşındığında Türkiye ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanını karşı kıyıdaki Libya’yla birlikte tescil etme girişimi büyük destek gördü. Deniz yetki alanlarıyla ilgili anlaşma, TBMM’de 5 Aralık 2019’da HDP dışındaki partilerce verilen destekle yasalaşmıştı. Bu durum başta Yunanistan olmak üzere bölge ülkelerinin tepkisini çekti. Türkiye’nin Libya’yla yaptığı anlaşmanın ardından Yunanistan da Mısır’la uzun zamandır yürüttüğü iş birliği arayışını anlaşmaya dönüştürdü. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ile Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri tarafından 6 Ağustos’ta Kahire’de Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalandı.
Türk Dışişleri Bakanlığı, yaptığı yazılı açıklamada “Bugün imzalandığı açıklanan sözde deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması, Türkiye için yok hükmündedir. Bu anlayışımız sahada ve masada ortaya konacaktır." denildi.
Bunun ardından Türkiye, Doğu Akdeniz’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının sahaya gönderdiği Oruç Reis gemisi dolayısıyla peş peşe Navtex’ler ilan etti. Navtex, İngilizce Navigational Telex’in kısaltılmış hâli. Navtex ilanı, Navtex cihazı üzerinden yapılan bildirimleri ifade ediyor. Ayrıca, Navtex uluslararası orta frekansta gemilere olası tehlike, emniyet ve hava raporları ve uyarılarını otomatik olarak yazılı bir şekilde veren haberleşme sistemi. Navtex, Uluslararası Denizcilik Organizasyonunun (IMO) ve Küresel Denizde Tehlike ve Emniyet Sisteminin (GMDSS) bir parçası. Ülkelerin deniz kuvvetleri, yapacağı eğitim ve tatbikatların bilgisini de bu sistemle önceden duyurarak bu sahalara girilmemesi konusunda uyarılarda bulunmaktalar.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e dönük 1800 kilometrelik kıyı şeridine karşın Yunanistan Girit ve Meis gibi adalar üzerinden kabul edilmez büyüklükteki alanlarda münhasır alan hakkı iddiasında. Bu arada Meis Türkiye’ye iki kilometre, Yunanistan’a 500 kilometre uzaklıkta. Bu durum Uluslararası Adalet Divanı ve Birleşmiş Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre dava konusu.
Doğu Akdeniz'deki gerilimin tırmanmasının asıl sebebi de son yıllarda keşfedilen doğal gaz rezervleri. Bu bölgede İsrail 1970’lerden bu yana karada ve deniz alanında aramalar yapıyor. 2010 yılından Leviathan ve Tamar gibi sahaların keşfedilmesi ile bölgeye olan ilgi arttı. İsrail bunun ardından Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile münhasır ekonomik bölge anlaşması imzaladı. Bu arada Güney Kıbrıs Rum yönetimi sanki adanın tek başına sahibi gibi uluslararası ihalelere çıktı. NOBEL, DELEC, British Gas gibi şirketler geldiler arama çalışmalarına başladı.
Bu süreçte Mısır da Nil Deltası Zor sahasında 850 milyar metreküplük doğal gaz buldu. İsrail’in bulduğu doğal gaz rezervlerinin büyüklüğü de 1 trilyon metreküpe ulaştı. Doğu Akdeniz için Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ünlü jeolojik etütler kuruluşu United States Geological Survey’in yaptığı çalışmaya göre, bölgede toplam 10 trilyon metreküp doğal gaz olduğu tahmin ediliyor. Dünyada ispatlanmış doğal gaz rezervleri yaklaşık 200 trilyon metreküp, dünyanın devi Rusya 38 trilyon metreküplük bir rezerve sahip. Büyüklükleri karşılaştırmak için Türkiye’nin yılda tükettiği doğalgaz miktarının 50-52 milyar metreküp civarında olduğunu belirtmek gerekiyor. Rumların hamlesi sadece ekonomik değil. Batılı şirketleri arkalarındaki devletlerle bölgeye davet edip onlara sınırsız imkânlar sunarak siyasi avantajı da ele geçirmek istiyor. Oysa BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin emredici hükümlerinden birisine göre ihtilaflı sularda bütün tarafların anlaşmaya varmış olmaları gerekiyor.
Türkiye ve KKTC hukuksuz uygulamalara karşı çıkıyor, bir yandan kendi münhasır ekonomik bölgesini ve kıta sahanlığını tanımlıyor, buraya girişler olması hâlinde Navtex ilan ediyor, diğer yandan KKTC’nin hakkı olan alanları BM’ye tescil ettiriyor. Türkiye son dönemde “Mavi Vatan” diye tanımladığı alana sahip çıkarak bütün hesapları alt üst etti. KKTC ile yol yürüme kararlılığı yüreklere su serpiyor. Bir dönem yüreğini sızlattığımız, “Türk denildiğinde yüreğim titrer.” diyen Rauf Denktaş’ın aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyoruz.