ŞATIRA / SATRANÇ

23 Haziran 2016 10:55 Aybars Fırat
Okunma
2408
ŞATIRA / SATRANÇ




Dünya, satranç tahtasına; askerî, siyasi, ekonomik, kültürel vs. savaşlar da satranç oyununa benzetilmiştir. Ülkeler, milletler, partiler ve insanların bu oyunlarda aldıkları görev ölçüsünde satranç oyuncusu olarak kabul edilmiştir. Dünyadaki bütün savaşlar, çatışmalar, mücadeleler, ayak oyunları geleceği öngörüp en azından birkaç oyun sonrasını görebilen oyuncular tarafından yürütülüp kazanıldığına göre bu benzetmeler hiç de yersiz değildir.
Günümüz Türkiye’si hem dıştaki oyuncularla Türkiye’nin savaşlarına hem de Türkiye içindeki hâkimiyet mücadelesi veren oyuncuların oyunlarına sahne olmaktadır. Dıştakilerle yapılan oyun büyük oyunun oldukça büyük bir parçasıdır. Dünyanın egemen kuvvetleri Türkiye’yi tarihten beri önemli bir savaş alanı olarak görmektedir. Bunu görebiliyoruz. İçteki oyun her ne kadar dışarıyla bağlantılı gibi gözükse de tamamen kendine özgü oyuncuları olan Türkiye’ye has bir oyundur. Bu oyun dışarıdan bakıldığında gözüktüğü kadar da karmaşık değildir ancak ortada gözüken oyuncular gerçek oyuncu değildir ve gerçek oyuncular güçlerini belli etmezler. Ancak çok acemi oyuncular kendilerini belli etmektedir. Oyunun hangi oyuncu lehine yürüdüğünü de bu acemi oyuncuların kötü oyunlarından anlaşılmaktadır. Türk milleti satrancın mucidi olarak bu kötü oyunların hemen farkına varmakta, kendi vaziyetini buna göre ayarlamaktadır. Her ne kadar mazlumun yanında durmayı bir görev bilse de Türkler ekseriyetle iyi oyuncuların yanında yer almaktadır.
Okuyucularıma Türkiye’deki oyundan, oyunculardan değil, satrançtan söz etmek istiyorum. “Türk Milleti satrancın mucididir.” dedim. Bu bilgiyi dinlediğim bir sunumdan edindim. Arslan Küçükyıldız 14 Mayıs 2016’da Satranç Müzesi’nde satrancın Türkler tarafından bulunduğunu anlatan güzel bir sunum yaptı. Bilmediğim birçok bilgiyi öğrendiğim bu sunum beni heyecanlandırdı.
İlk insanların yaşamak için yemek ihtiyacını karşılamak ve kendilerini diğer hayvanlara karşı korunmak için taşı kullandığını, taşı kullanmanın önemi dolayısıyla ilk oyunlarda da taşın kullanıldığını söyledi, Küçükyıldız. Daha sonra bu oyun malzemesinin yerine öldürülen hayvanların aşık kemikleri kullanılmaya başlanmış. Oyunlar önce bir hedefi vurmak şeklinde iken (Dokuz kiremit veya tombik oyununu hatırlayınız.) daha sonra hedefi vurarak bir kuyuya (sıradan bir tuzağa) düşürme, kuyudaki bir hedefi vurarak dışarı çıkartma gibi oyunlar oynanmış. Zamanla, avcı toplayıcı insan hayvancılık yapmaya ve tarımla uğraşmaya başlayınca taşla oynadığı oyunların türleri artmış, kalitesi de gelişmiş ve bugün mangala denilen köçürme ile satranç denilen çatıra veya şıdıra ortaya çıkmış. Köçürme  (mangala) oyunu Divan-ü Lügati’t-Türk’te adı geçen bir Türk oyunu imiş. Bizim Hindistan oyunu olarak bildiğimiz satranç ise Kuşhan Türklerinin zamanında Hindistan’a götürülmüş bir oyunmuş. Kuşhanlara önceki Türk devletlerinden geçmiş. Bugün Sibirya’daki Altay, Hakas, Tuva Türkleri tarafından oynanan şıdıra veya şatıra oyunlarının günümüz satrancının atası olduğu düşünülüyormuş. Şıdıra “kareli” demekmiş ve satranç da “kareli” anlamında Türkçe “çatmak” fiilinden geliyormuş. Çatma fiilinden türeyen yüzlerce kelime, bir çatışma ve savaş oyunu olan satrancın Türklüğünü gösteriyormuş. Çadırların birbirine çatılan ağaçlardan yapıldığını, çadır duvarlarının kareli olduğunu, Asya ve Avrupa’da bulunan ilk satranç taşlarında çadır tepesi ve güneş sembollerinin yer aldığını öğrendik.
Batılılar öğrenmeye, araştırmaya ve istihbarata önem verdikleri gibi buldukları zenginlikleri ülkelerine aktarmaya, onları sahiplenmeye çalıştıkları için satrancı da sahiplenmişler. Şu farkla ki İngilizler satrancı doğrudan kendilerine mal etmek yerine “İngiliz’in olan her şey İngiliz’indir.” diyerek kendi toprakları olan Hindistan’a mal etmişler. Böylece Türklerin bir zenginliği, araştırılmadığı için, öğrenilmediği için elimizden çıkıvermiş.
Dünyadaki ilk satranç taşı, bugün Afganistan sınırları içindeki Kuşhan devletinin başkenti olan Dervazintepe’de, ilk satranç takımı destan kahramanımız Alp Er Tunga’nın mezarında, Semerkant’ta bulunmuş. İlk tam satranç takımı da ABD’deki Metropolitan Müzesi’ne kaçırılan Büyük Selçuklu satrancı imiş. Hindistan’da bugüne kadar satrancın öncülü olabilecek bir arkeolojik buluntuya rastlanmamış. Aştapada veya peçiç gibi Hint oyunlarının tahtasını satranca benzeterek satrancın atası olan oyun bu çaturanga oyunudur; oradan İran’a, Araplara ve Avrupa’ya geçti, demişler. Dünya da bu yanlış bilgiyi doğru olarak kabul etmiş ve müthiş bir yanılgıyı tekrarlayıp duruyormuşuz. Hâlbuki oyunun hem en ilkel hâlleri hem en geliştirilmiş hâlleri Türklerde imiş. Altay şıdırası günümüz satrancının öncülü olarak hâlâ oynanmaya devam ediyormuş. Oyunun en zor hâlini de büyük savaş dâhisi Timur icat etmiş. Timur satrancına çok yakın bir satranç oyunu, bugün Hindistan’da “büyük Türk satrancı” adıyla oynanıyormuş.
Dünyada bulunan en eski satranç taşları Türk tasarımı satranç taşları imiş. Çadır, balbal, eyer biçimindeymiş. Satranç takımları Avrupa’ya kuzeyden, Türkiye ve Araplar üzerinden gönderilmiş.
Sıkı durun; dünyada icat edilen ilk satranç makinasının adı “The Turc” imiş.
Satranç; Türk hayatına o kadar girmiş ki destanlardan, masallardan başlayarak hayatın her alanında yer almış. Şeytanla satranç oynayanlar mı arasınız, savaş sırasında satranç oynamaya dalıp savaşı unutan devlet komutanlar mı ararsınız, hayatın her alanında. Batılı bir gezgin Türkmenleri anlatırken ceplerinde bir mendil, buldukları ağaç dallarından satranç taşları yapıp kırda bayırda oynadıklarını yazmış. Hakanlar mutlaka satranç bilirmiş ve hakana hoca olabilecek kişilerde de satrancı iyi bilmesi özelliği aranırmış. Kutadgu Bilig’de bu açıkça belirtiliyormuş. Türk devlet adamları iyi satranç oynarlarmış. Dünyanın ilk satranç şampiyonu, Sultekin sülalesinden bir Türk prensi imiş. Timur, Babür, Yavuz, Kanuni, Atatürk iyi birer satranç ustasıymış. Timur, kendi icadı olan ve bugün bile zor çözülebilmiş Timur satrancını at üstünde körleme oynarmış. Yavuz’un yine bir Türk hakanı olan Şah İsmail ile oyunu çok meşhurmuş. Yabancı devlet adamlarına satranç hediye edilirmiş. Türk devletlerinde satranç o kadar muteber imiş ki edebî eserlerde satrançtan bol bol bahsedilirmiş. Hatta sevgilinin benleri satranç taşlarına benzetilirmiş. Öyle ki başlı başına bir “satranç usulü” ortaya çıkmış. Bu usulde yani soldan sağa ve yukarıdan aşağıya okunduğunda aynı mısraı veren şiirler yazılmış, ebcet kullanılarak tarihler düşürülmüş, bahçeler tertip edilmiş, çarşılar yapılmış. Satranç usulü hat sanatında, fotoğrafta kullanılmış. Satrançname adıyla kitaplar yazılmış ki çok azını görmüşüz.
Satrancın Hindistan, İran, Arabistan, Mısır, Truva, Arnavutluk (Bizans) ve Kuşhanlardan dünyaya yayıldığını iddia eden tezleri yerle bir eden yeni ve güçlü bir tezle ortaya çıkmış Arslan Küçükyıldız; “Satranç Turan’dan dünyaya yayılmıştır.” diyor. Bilimsel verilerle de bu tezini açıklıyor.[1]
Arslan Küçükyıldız’ın “Zekâ Oyunları ve Satranç Tarihi” ile ilgili sunumunu size aktarırken dalıp gitmişim. Size günümüzde dünyada ve Türkiye’de oynanan satranç oyunlarından bahsedecektim. Günümüz Türk satranç oyuncularının da ataları Kerbuğa gibi (Haçlı Savaşı sırasında satranç oynadığı için yenilen Türk komutan) şiddeti artarak devam eden savaşı unutup satranç oyununa daldıklarını görüyorum. Bugün de bir Haçlı Savaşı vardır ve bir anlık gaflet, ölümdür. Savaşın kendisi mi yoksa oyunumu önemli derseniz, ben savaşın kendisini dikkatle takip etmek gerektiğini düşünüyorum. En yukarıdan en aşağıya kadar her birimizin sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Savaşı kazanmak için savaşa cidden hazırlıklı olmak ve sürekli satranç oynamak lazım. Ancak savaş sürerken satranç oynarsanız savaşı kaybedersiniz. Turan ülküsü sahipsiz kalır. Sözüm size, bize, hepimize.
 


[1] http://arslanevi.blogspot.com.tr/p/satranc.html