Saat 24.00. Ankara’nın kenar semtlerinden birindeyim. Yatmaya hazırlanıyorum ama o ne? Arka arkaya birkaç değişik bölgede havai fişekler atılıyor. Ülkemizin başka taraflarında ise yollara döşenmiş mayınlar patlıyor. Yollar kesiliyor. Arabalar yakılıyor. Memurların evleri taranıyor. Şehirler teslim alınıyor. Askerimiz ve polisimiz şehit ediliyor. Yabancı ülkelerin emrinde bir terör örgütü (PKK) ve onun uzantısı olan, aynı yerden emir alan partileri Türkiye’yi teslim almak için savaş açmış. Ülke, cumhurbaşkanının hevesi uğruna yeniden seçime gidiyor. Havai fişek patlatanların millî duyguları zayıflamış; ülke kan gölüne dönmüşken eğlenebiliyorlar ama bir suçları yok. Onlara kimse bunun doğru olmadığını anlatmıyor. Sahipsiz, eğlenemeyen, öğrenemeyen Türk insanının her şeyi olmuş durumdaki televizyonlar, hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor. Ülkeyi yönetenler öyle davrandığı, devlet televizyonu öyle davrandığı için o televizyonların yöneticileri de öyle davranıyor. Fransa’da birkaç kişi ölünce yer yerinden oynuyor; dünyanın bütün liderleri Paris’e geçmiş olsun ziyaretine gidiyor. Bizde her gün en az o kadar şehit var; günlük yaşantıya bakıyorsunuz, herkes kendi havasında. Anne moda, baba yemek derdinde, çocuk cep telefonuna gömülmüş, büyükler bu hastalığa ad bulamamış seyirci vaziyetinde. Okul, bilgi yüklü ama cahil merkepler yetiştirmekle meşgul. Devlet, okul süresini uzatıp işsizlik meselesini öteleme çabasında. Merak etmeyi öğretmeyen bir eğitim, öğrenmeyen bir nesil, ülkesinin geleceği bataklıkmış, merak eder mi? Ulusal (!) gazeteler bir acayip; millî meselelere hassasiyetleri sıfır noktasında. Televizyonlar, insanımızın kafasını gittikçe daha fazla bulandıran, daha karmaşık, sapık dizilerle daha çok para kazanmak derdinde. Bütün bunların suçu, günahı, vebali bu rezaleti görüp sesini çıkarmayan namuslu, dürüst, milliyetçi, vatansever, eli kalem tutan, ağzı laf yapan insanlarımızda, aydınlarımızdadır. Bir nesil hassasiyetlerini kaybediyor, hatta kaybetti. Bu neslin çocukları hiçbir kaygısı olmayan bir nesil olacaktır.
Olup bitenlere karşı sesini çıkaranlar, üzerine düşeni yaptığını söyleyenler gerçekten üzerine düşeni yapıyor mu? Yoksa sadece “Biz söyledik.” demekle mi yetiniyorlar? Kardeşim, tamam siz söylediniz ama bu millet anlamadıysa millette değil, sizde bir sıkıntı var demektir. Ya söylediklerinizi iyi anlatamıyorsunuz ki. Bu durumda kendinizi derhal değiştirip geliştirmelisiniz, söyledikleriniz daha anlaşılır ve elle tutulur olmalı; yahut da söyleme yönteminizde bir sıkıntı var, yönteminizi değiştirmelisiniz. Milletin has evlatlarının uyarılarına kulak asmayanlar sadece kendi cahilliklerinden değil, kaynağı dışarıdan gelen milyarlarca dolarla olağanüstü bir intizamla yürütülen çok ciddi bir kimliksizleştirme, imanından uzaklaştırılma işlemine tabi tutuluyor. Bu işlem yüzyıllardır planlı bir şekilde yapılıyor. Adım adım. Tek farkı eskiden iki adım atıp etrafı kolaçan ederken şimdi pervasız bir şekilde koşarak, bizi de önlerine katmış kovalayarak bu işlemi yapıyorlar. Milliyetçilerin, vatanseverlerin işi gerçekten çok zor: Ya “has adam”ı oldukları Türk milleti tarihten silinecek, yok olacak, ya da Rasonyi’nin dediği gibi “Tehlike karşısındaki aslan gibi uykusundan uyanıp tehlikeyi bertaraf edip sonra tekrar uykuya dalacak.” Ben bir daha uykuya dalmayacak şekilde ayağa kalkacağımıza inananlardanım. Çocuklarımız Türk milleti kavramından gittikçe uzaklaşsa da kulaklarında yabancı milletlerin müziği, beyinlerinde gelişmiş(!) ülke hayalleri olsa da her şeyin aslına döneceğine dair ümidim var.
Tek adam, seçim kararı aldı. Kimse yazık bu millete demedi. Televizyonlarda İngiliz’in, Alman’ın, İsrail’in, ABD’nin, Fransa’nın sözcülüğüne soyunmuş adi yorumcular “Türk devletine savaş açmış PKK meselesi vardır.” demek yerine Kürt meselesinden, “çözüm”den dem vurabiliyor. Hükümet ise hâlâ elindeki kolluk güçlerini, istihbaratını kullanmıyor, kullanamıyor. Çözüm basiretsizliğinden sonra ne yapacağını bilmez durumda ortada kalmış durumda.
Barış, çözüm gibi konular hep emperyalistlerin bir oyunu oldu ve olacaktır. Bu bilinen bir oyundur ama koca Türk Devletini bu ahmaklığa düşürenler hükûmettedir. Kutan’a kulak verelim: “1965 yılında GAP Bölge Koordinatörü iken Diyarbakır’a 2685 tane ABD barış gönüllüsü geldi. Savaş olmayan yerde barış gönüllüsü ne iş yapar diye düşündüm. 2 yıl Diyarbakır’da kaldıktan sonra bölgeden ayrıldılar. 1969 yılında PKK kurulduğunu açıkladı ve 1974 yılında silahlı eylemlere başladı. Anladık ki 1965-1967 yılları arasında ABD barış gönüllüleri o bölgenin halkını nasıl ayrıştırırız diye araştırmışlar.” Barış, çözüm kavramları zayıflar için ölümdür. Türk milleti toptan öldürülmek, bu topraklardan sürülmek istenmektedir. Şimdi emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin hedefinde son engel gördükleri milliyetçiler, Ülkücüler ve MHP vardır; yapılan bütün hesaplar bunun içindir. Üç aydır sadece MHP topun ağzına konulmuş yıpratılmakta, çözüm ileri sürmemekle suçlanmaktadır. Peki milliyetçilerin başta bölücü PKK terörü meselesi olmak üzere çözümü var mıdır? Elbette vardır ve dile getirilmektedir. Milliyetçiler görüşlerini halka anlatamamıştır, anlatamıyoruz. Ama çözüm bellidir. Milliyetçilerin iktidarında her yönüyle yeni bir öze dönüş hareketi başlatılacak ve Türk milleti üzerindeki bütün asalaklardan, kenelerden, tasma takmaya çalışanlardan kurtulacaktır. Türk milleti hırsıza, uğursuza, ne idüğü belirsiz vatan hainlerine gösterdiği müsamahayı, verdiği desteği milliyetçilere de verirse meselelerin çözümünün sanıldığı kadar zor olmadığını görecektir. Bir örnek olarak çözümü en zor mesele gibi gözüken meselemizden bahsedelim:
Bugün hep milliyetçiler diyor ya ”Kürt Meselesi yoktur, PKK meselesi vardır.” diye, işte bu meselenin çözümü çok kolaydır. Ajanları, maşaları bizim sınırlarımız içinde askerimizi, polisimizi, memurumuzu öldürmekle meşgulken onların ülkelerinde onların birkaç memurunu, PKK’ya destek veren yöneticisini, PKK’yı destekleyen işadamını, gazetecisini ziyarete gitmek. Bu ziyaretlerimizle onlara küçük ama etkili ikazlar yapmak. Bu ziyaretlerin illa da makamlarında olması gerekmez. Metroda tramvayda, alışveriş merkezinde her yerde uyarılarımızı yapabiliriz. Sınırlarımızı kendi içimize çektikçe bataklıktaki sineklerle uğraşmaktan başka bir iş yapmıyoruz. Bizim mücadele alanımız dünyadır. Türk milliyetçileri dünyayı titretebilir. Yeter ki hükûmet olsunlar. Bir koyun sürüsünü bile gütmekten aciz, güvenilip önüne koyun katılmayacak belediye çobanlarına memleketi teslim eden millet, biraz da meseleyi kendisi açısından düşünmelidir.
Millî meselelerde milletin her ferdinin aynı şekilde düşünmesi ve hareket etmesi beklenir. Bunu yapamayan milletler tarihin mezarlığına gömülürler. Şimdi seçim sonrasına kadar iç meselelerinizi, şahsi sıkıntılarınızı bir tarafa bırakın. Ancak milliyetçileri temsil edenler de hiç hata yapmamak mecburiyetindedir.
Türk milliyetçilerinin üzerindeki bu ölü toprağını anlayamıyorum. Vatanını ve milletini birazcık seven herkesi kimliksizleşmeye, kişiliksizleşmeye karşı ayağa kalkmaya çağırıyorum. Ülkemiz gittikçe Suriyeleşmekte, Afganistanlaşmaktadır. Terör, iç çatışma, sefalet, cehalet, pislik, kaçakçılık meseleleri üst üste binmektedir. Bunun Müslümanlıkla vs. de ilgisi yoktur. Sonu sömürgecilerin oyuncağı olmak, yok olmaktır. Çözüm: Türk Milleti ayağa kalk!