Bu satırları Türklerin yeni yıl bayramı olan Nevruz günü, 21 Mart’ta yazdım. Her yılbaşında, geçen yılın bir muhasebesini yapmak gerekir diye düşünerek bu yazıda geçtiğimiz yılın muhasebesini yapmaya çalışacağım. Aslına bakarsanız geçen yılın değil, geçen binlerce yılın bir muhasebesini yapmak ve içinde bulunduğumuz günlere nasıl geldiğimizi düşünmek lazım ama ben bazı konulara kalın çizgilerle dokunup geçeceğim.
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un dediği gibi “Ben bir Türk’üm; Dinim, cinsim uludur / Sinem, özüm ateş ile doludur.” diye düşünen bir insanım. Milletimin insanlığa çok büyük hizmetleri olduğunu biliyorum. İnsanlığa uygarlığı öğreten bir milletin evladı olmaktan gurur duyuyorum. Tarihte insanlığın şerefle andığı birçok önemli hatıranın sahibi olan atalarımı rahmetle anıyorum. Bugün meydana gelen hadiseleri konuşmak yerine sık sık geçmişe yönelişim; sadece bugünden, meselelerin boğucu etkisinden uzaklaşmak için değil, bir vefa duygusu iledir. Onlar olmasaydı ben olmazdım. İnsanlık da olmazdı.
Abarttığımı düşünebilirsiniz. Atalarım sadece atı evcilleştirmedi. Koyunu da evcilleştirdi. Onlar atı evcilleştirmemiş olsaydı ne yol olurdu ne göç; mağaralarda yaşamaya devam ederdi insanlık. Aynı şekilde Türkler koyunu evcilleştirmeseydi, sütü saklanılabilir kılmasaydı, yağ, peynir, yoğurt yapmasaydı, insanlık aç kalırdı. İpekyolu Batı’ya sadece baharatlar götüren bir yol değildi aynı zamanda uygarlık götüren bir Türk yoluydu. Bu yolun mimarı, sahibi, koruyucusu hâlâ Türklerdir.
Türk’ün üstün özelliklerini bilen Batılılar, Türk’ü yıpratma ve yok etme yarışına girdiler ve bunda da başarılı oldular. Türkleri yüzlerce yıl birbirleriyle kol kola girerek veya bağımsız olarak yürüttükleri açık ve örtülü savaşlarla yıprattılar. Biz yıpranıp yoruldukça, yürüttüğümüz uygarlık meşalesini elimizden kapmaları kolaylaştı. Biz de yüzyılların yorgunluğu ile “Biraz da başkaları yürütsün.” kabilinden bu işleme seyirci kaldık. Bilimde, teknikte, sanatta yarışa katılmakta isteksiz davrandık. Medeniyetimiz gittikçe ateş ve aydınlık saçmaktan uzaklaştı, içimize kapandık. Bu süreçte Batılılar Türk’e ait ne varsa yakından tanımaya, anlamaya, çalıştı. Bizi bazı özelliklerimiz hariç bizden daha iyi tanıdılar diyebiliriz. Sadece tanımakla kalmadılar. Bilimi, sanatı, tekniği kendi medeniyetlerinin emrine sokarak bilimin ve sanatın bağımsızlığını yok ettiler. Batı medeniyeti yükseldikçe bilim ve sanat da yükseldi; insanlık bu değerlerin bağımsızlığını kaybetmesiyle de aslında çok kısa bir sürede insanlığını kaybetmeye başladı. Her şeyi çok tertipli düzenli imiş, mükemmelmiş gibi gözüken, teknolojide ilerlemiş Batı ve kurdukları Batı medeniyeti daha doğru dürüst yükselemeden hızla inişe geçti. Bu süreçte Batı iki önemli hata yaptı: Birincisi, sadece sömürgeciliğe dayandı. Bir medeniyeti sömürge üzerine kurar ve sömürme dengesini kuramazsanız bir süre sonra sömürgeleriniz yıpranır, hasta olur, ölür, yok olur. Osmanlı gibi insanlığa hizmeti öne çıkarmayan bütün uygarlıklar süratle yok olmak durumundadır. Batı, ikinci ve çok vahim bir hata daha yaptı. Bu sömürgelerinin veya müstakbel sömürgelerinin bütün zenginliklerini kendisine mal etti. Bu zenginliklerin kendisinin olduğunu tarafsızlığını kaybetmiş bilim ve sanatla tescillemeye çalıştı. Üstün teknolojisi ile bunu pekiştirmeye çalıştı, çalışıyor. Sömürgelerinin ve Türkler gibi dünya tarihinin parlayan uygarlık yıldızlarının bütün zenginliklerini kendisinin imiş gibi gösteremediği durumlarda bu zenginlikleri arşivlerinin, müzelerinin en derin köşelerine sakladı. İnsanlık adına ne kadar önemli şey varsa bunları Batılıların eseri sanmaya başladı. Bu duygu, bu kendisini küçük gören aşağılık duygusu kitlelere yayıldı. Bugün karşımızda sadece güzel, iyi adına ne varsa Batı’ya mal eden Batılılar yok; Doğu’da veya geri kalmış ülkelerde, buna Batılılardan çok inanan, aksini söyleyenlere itiraz eden nesillerle karşı karşıyayız. Bilimi ve sanatı işine geldiği gibi kullanan, taraflı hâle getiren Batı; kendi pisliklerini de Doğu’ya, İslam dünyasına mal ederek çökmekte olan medeniyetlerinin arkasını kurtarmaya çalışıyor. Ancak medeniyetler insanlığa hizmet ettikleri ölçüde yükselirler. Batı’nın ikinci büyük hatası bu oldu. Kaçınılmaz çöküşü hâlâ görebildikleri söylenemez.
21. yüzyılda insanlığı kana bulayan ne kadar olay ve örgütlenme varsa bu, başta Batı’nın eseridir. Doğu’nun hiç mi suçu yoktur? Elbette vardır; Batı’nın gayretlerine karşılık yerinde sayan, gayret göstermeyen Doğu da bu suça ortaktır. Dünyayı tamamen bir sömürge alanı olarak gören Batı, gittikçe sömürgecilikte uzmanlaştı. Doğu’nun bütün imkânlarını sonuna kadar sömürmek için beynine, ülkelerine, siyasetine, kültürüne, dinine, ahlakına, ticaretine, sanatına el attı. Bir dönüşüm gerçekleştirdi ve kitleleri bir sürüye çevirdi. Bu sürü; düşünmeyecek, hayvan gibi yaşayacak, kendi kültürlerinden, geleneklerinden kopacak ve Batı’ya sürekli hizmet eder hâle gelecekti. Günümüz insanlığını ve Türkiye’yi böyle bir sürüleşme ile karşı karşıya görüyoruz.
İnsana ve onun varlığına önem veren, ona hizmeti esas alan Türk-İslam medeniyeti çökmüş durumda. Bu medeniyetin mirasçıları her alanda dökülüyor. İç ve dış siyasette, ekonomide, teknolojide, tarımda, eğitimde, sağlıkta, bilimde, sanatta, dinî hayatta, geleneklerini korumada; hangi alana bakarsanız bakın bu çöküntüyü görüyoruz. Böyle durumlarda üzerinde yaşadığınız coğrafya, insanınızın donanımı, tabii zenginlikleriniz, suyunuz, havanız, tarihî zenginlikleriniz birer güçtür. Bir rektörünüz (Sabahattin Zaim Ü. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı) çıkıp ülke için en tehlikeli kesimin okumuş kesim olduğunu ve ilkokul mezunlarının cahil ancak güvenilir olduğunu, okuma oranının yükselmesinin kendisini endişelendirdiğini söylüyorsa tabii ki eğitiminiz bir güç olmaktan çıkmış demektir. Bir gücü kullanmasını bilen yönetimleriniz varsa bu güç, güçtür. Yoksa bugünkü gibi kendi bindiği dalı kesmeye devam eden bir yönetim başınızdaysa hâliniz haraptır. Kişisel zaafları, etnik zaaflarla birleşmiş, kuyruğunu bir şekilde başkalarına kaptırmış yönetimler; Doğu’nun ve bizim en büyük zaafımızdır. Bu zaafın daha uzun süre sürüleştirme çalışmaları için Batılılarca kullanılacağı söylenebilir. Rıza Zarraf’ın ABD’de gözaltına alınmasının altında Türkiye’deki yöneticilerin zafiyetlerinin değerlendirilmesi yatmaktadır. Önümüzdeki günlerde bu zafiyetin milletimiz aleyhine nasıl kullanılacağını hep birlikte göreceğiz. Zarrab hadisesi sadece bazı bankalarla sınırlı kalmayacak, yönetimin yeniden sorgulanmasını getirecektir. Benim kanaatim; ABD (İngiltere, İsrail, Rusya ortaklığıyla) Türkiye için yüz yıl önce istedikleri haritayı yeniden isteyecek, bugünkü yöneticiler de bu konuda sessiz kalacaktır.
Peki güneş ne zaman doğacak? Her şeyden önce durum tespiti yapamaz hâle gelen aydınımızın, durum tespiti yapar hâle gelmesi gerekir. Tepki gösteremeyen aydınların ve Ülkücülerin tepki göstermesi ikinci adımdır. Ülkemizin değil, milletimizin değil, İslam’ın değil, insanlığın içinde bulunduğu durumun tespit edilmesi; çözüm yollarının bulunabilmesi için şarttır. Ülkücüler dün en küçük bir zafiyette tepki gösterebilir hâlde iken bugün neden en korkunç kayıplarda bile tepki gösteremiyor? Çünkü Ülkücüler ve aydınlarımız durum tespiti yapamaz hâle gelmiştir. Bundan sonraki mesele, bütün aydınların (Bunu Ülkücüler diye de okuyabilirsiniz.) bizi, milletimizi, medeniyetimizi, İslam’ı, insanlığı iyi tanımasıdır. Türk milletini yakından tanıyan nesiller, “Biz bir şey yapamayız, ne varsa Batı’nındır; biz ancak köle oluruz.” ruh hâlinden çıkacak, yeni atılımlar yapmak için kendisinde güç bulacaktır. Türk milletinin yeni bir medeniyet hamlesi de kendisine güven duyan, tarihini bilen, medeniyetinin farkında olan, Türk sanatına âşık, Türk’ü dinleyen, Türk gibi düşünen, Türk için düşünen insanlar eliyle gerçekleşecektir.
Türk milleti için güneş, milletin evlatları kendisine döndüğü zaman doğacaktır. Zararın neresinden dönülse kârdır. Yöneticiler de kurtuluşun Ülkücüler eliyle olacağını bilmeli, buna göre davranmalıdır. Haysiyetli idareciler, zaaflarını açıklayıp sineimillete dönerse bu milletin bu badireleri atlatması hiç de göründüğü kadar zor değildir. Benim Nevruz muhasebem budur. Sözüm size, bize, hepimize…