Hepimizin kendine göre önemli meseleleri var. Hem bir tane de değil, birden fazla. Bu meseleleri tıpkı yapacağımız günlük işleri önem sırasına göre sıraladığımız ve yapmaya çalıştığımız gibi beynimizde bir sıralamaya tabi tutuyoruz. En önemli ve öncelikli meselemizden başlayarak çözmeye çalışıyoruz. Lakin büyük bir derdimiz var; en önemli meselemizi çözmek için bütün kuvvetimizi harcamak yerine o en önemli meseleyi görmezden geliyor, tali meselelere eğiliyoruz. Bunun insanın zorluklardan kaçışa meyilli olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Asıl meselelerimizi konuşmak yerine sürekli vatan kurtarmayı tercih etmemiz başka nasıl açıklanabilir? Çoluk çocuğumuzla ilgilenmeyip vatan kurtarmamız, günlük siyasi dalgalanmalarla, futbolla şununla bununla ilgilenmemizin başka bir açıklaması yok.
Milletimizin de birbirinden büyük meseleleri var. Bunların başında PKK terörü var. İşsizlik var. Sağlık var. Ekonomi var. Etrafımızda gittikçe daralan çember ve savaşlar, göçmenler var. Bunlara kulağını tıkayan basın meselemiz var. Var oğlu var; daha birçok önemli meselemiz var. Bunlardan hangisi en önemli meselemiz derseniz, hiçbiri diyeceğim. Bence çok daha önemli bir meselemiz var. Biz en önemli meselemizi görmüyor veya görmezden geliyoruz. Türkiye’nin eğitim meselesi var; kütüphanesiz, işliksiz (laboratuvarsız) liseler, fen liseleri; atölyesiz sanat okulları, kız meslek liseleri kanaatimce Türkiye’nin ve Türk milletinin en önemli meselesidir. Açıklamaya çalışayım:
Terörü azdıran AKP hükûmetleriydi. Milletimiz açılım adıyla bu pisliği besleyip büyütenin AKP olduğunu bildiği için hükûmet kanadında korku dağları beklemektedir. Şimdi terörün kökünü kurutmak zorunda olduklarını bildiklerinden bunun üzerine gidecekler, ne pahasına olursa olsun bu meseleyi çözeceklerdir. İşsizlik çok önemli bir mesele olmasına rağmen akıllı bir hükûmet gereksiz yere yapılan harcamalarını, kamu harcamalarındaki israfı işsizliği çözmek amacıyla açılacak iş alanlarına dönüştürülebilir. Bunlar çok zor işler değildir. Türkiye beşinci sınıf yöneticiler eliyle değil birinci sınıf yöneticiler eliyle idare edilirse başta akıllı, yetkin ve samimi yöneticiler olursa çözüm çok kolaydır. Diğer meseleler de hakeza kısa sürede çözülebilecek meselelerdir. Ancak artan öğrenci sayısını yerleştirmek için okullardaki kütüphanelerin, işliklerin, atölyelerin dershaneye çevrilmesi sonucunda kuşa çevrilmiş eğitim kurumlarından mezun olacak çocuklarımızın idare edeceği geleceğin Türkiye’sini bir karanlık beklemektedir. Birkaç nesil bu şekilde yetişirse Türkiye’nin çöküşü kaçınılmazdır. Türkiye’nin meselelerini çözecek kadrolar bu şekilde yetiştirilmeye devam edilirse bu milletin istikbali büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır.
Öğretmen okullarını, öğretmen liselerini hatırlayalım: Her öğretmen okulunda; dershane ve yatakhanelerin yanında fizik, kimya, biyoloji işlikleri (laboratuvarları); marangoz, demir atölyeleri; spor, müzik, sinema salonları, süthane, tavukhane; fırın, hamam; kütüphane bulunuyordu. Buradan mezun olan gençler Türkiye’nin eğitiminde görev alıyor; Türkiye’nin en ücra yerlerine gidip orada ışığa ihtiyaç duyan çocukları, köylüleri, kentlileri aydınlatıyordu. Aldıkları üstün eğitim bugün birçok üniversitemizde verilemiyor ne yazık ki. Bir de bugünkü okullarımıza bakalım: Bugün neredeyse bütün liselerimiz koyun ağılına döndürülmüş vaziyette. Bir sürü sınıf bir sürü öğrenci her gün okullara girip çıkıyor. Kendisini bir adım ileri götürmek için çabalamayan öğretmenlerin elinde, ellerinde oyun için kullandıkları bilgisayar tabletleri, iyi kahvaltı yapmadan okula gelmiş çoğu harçlıksız, merak etmekten ve araştırmaktan uzak yetiştirilen, sadece ezbere dayalı bir eğitimle, tonlarca lüzumsuz bilgiyi hazmetmeye çalışan öğrenciler var. Koyun sürüsü gibi. Okullarda varsa göstermelik kullanılmayan kütüphaneler var. Kütüphanelerdeki kitapların çoğu eski diye çöpe atılmadıysa bile kâğıtçılara verilmiş durumda. Dershaneye çevrildiği için işlikler (laboratuvarlar) yok. Öğrenci bizzat uygulayarak görmediği için öğretilenleri kavramakta zorluk çekiyor. Türkiye’deki bütün okullarda -fen liselerinde bile- artık işlik (laboratuvar) yok. İşliklerdeki malzemeler önce depoya kaldırıldı, sonra da çöpe atıldı. Bu okullardan mezun olan çocukların ancak çok zeki olanları hayatta tutunabilecekleri bir mesleğe yönelebiliyor. Diğerleri göstermelik olarak açılan ama mezun olunduğunda iş sahası bulunmayan üniversite bölümlerine gidiyor. Güya üniversite tahsili yapıyorlar. Sonra da gelsin torpil, gitsin adam kayırma. Kız meslek liselerinde ise artık biçki dikiş nakış atölyeleri yok. Kızlarımız artık bir genç kızın bilmesi gereken el becerilerini öğrenemiyor. Bu derslerin hocaları okul köşelerinde pinekliyor, emekli olmak istemedikleri için dedikoduyla vakit öldürüyor. Bu bölümlerin dersleri uygulamalı olarak öğretilemiyor. Nasıl dikiş dikeceği, nakış yapılacağı tahtaya çizilerek öğretilebiliyor. Buralardan yetişen genç kızlarımız ara eleman olarak tekstil sektörüne katılamıyor. İyi bir ev hanımı bile olamıyor. Varsa yoksa makyaj, yemek, bilgisayar bölümleri. Çocuklarımız emperyalizme köle olarak yetiştiriliyor. Ya kasiyer ya garson ya da hizmetçi olmaktan başka bir yolları yok. Bu okullardan üniversiteye gidebilen nadir sayıda öğrenci çıkıyor. Geçmişin sanat okulları çok iyi öğrenciler yetiştiriyordu, mezun olanlar hemen sanayide kendine iş bulabiliyordu. Artık atölyesiz okullarda okudukları için torna, tesviye, motor, kaynak gibi işleri uygulamalı olarak göremiyorlar. Masa başındaki eğitim ise hiçbir işe yaramıyor. Uygulamalı eğitim olmadıktan sonra bu çocukların geleceği karanlık.
Eğitimsizlik, cehalet çığ gibidir. Bir kere büyümeye başladı mı çığ gibi katlandıkça katlanır. Afganizasyon, Arabizasyon denilen cahil kitlelerin ortaya çıkması ve birbirleriyle vuruşturulması; böylece emperyalistlerin istediği gibi nesillerin ve ortamın oluşması böyle oluyor. Ülkemizin ve milletimizin eğitimi bu kadar kötü olursa yakın gelecekte Afganistan, Irak, Suriye gibi olmamız işten bile değil. Artık meseleleri bilen, onun öncesini ve sonrasını tahlil edebilen insanlarımız azaldı. Merak duygusu ve bilimsel bakış açısı gittikçe kayboluyor. Bu yüzden dinlediği her şeyi doğru kabul eden bir “sürü toplum” ortaya çıktı. Daha da kötüsü olacak. Bu toplum ensesine vurup ağzından ekmeği alınan bir toplum hâline getirilmek isteniyordu, yapıldı; şimdi daha ekmeğini ağzına götürmeden elinden alınan bunu da sorgulamayan bir toplum hâline dönüşecek. Türk millî eğitiminin temel hedeflerine uygun insan yetiştirilmedikten sonra binlerce okulun, öğretmenin olması, binlerce öğrencinin eğitim görmesinin ne anlamı var? Ya okuyanlar? Geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir kitap fuarı vardı. Son gününde gittim. Yüzlerce kişi kitap fuarına girmek için kuyrukta bekliyordu. İçeride binlerce kişi kitap alıyordu. Hiç yoktan iyidir değil mi? Hayır. Piyasaya sürülen kitapların yüzde doksanı yabancı yazarların kitaplarıydı. Yüzde onun yüzde onu dişe dokunur kitaplardı. Okuyan insanımız da kendi kültürünü, edebiyatını, tarihini, meselelerini öğrenmek ve bunları düşünmek yerine yabancı kaynaklardan şırınga edilen ne idüğü belirsiz bilgilerle besleniyordu. Burada da meselelerimizi öncelik sırasına koyamadığımız görülüyordu.
Türk milletinin en önemli meselesi eğitim meselesidir. Bugünkü tali meseleler bir şekilde çözülür ama kütüphanesiz, işliksiz (laboratuvarsız), atölyesiz okullardan mezun, okumayan, araştırmayan, merak etmeyen, okudukları da beş para etmez şeyler olan birkaç nesil geçtiğinde Türkiye’nin işgali, bölünmesi, parçalanması, istenildiği gibi idare edilmesi kaçınılmaz olacaktır.
Sözüm size, bize, hepimize…