ATMA RECEP! HEPİMİZ DİN KARDEŞİYİZ!

23 Haziran 2016 10:49 Agâh HÜSEYİN
Okunma
1848
ATMA RECEP! HEPİMİZ DİN KARDEŞİYİZ!

 

 
Son günlerde “din kardeşliği” üzerine kafa yormaya başladım.
Acaba “din” gerçekten kardeşlik getiriyor mu, diye.
Söze önce Hristiyanlıkla başlayalım:
Hz. İsa bir Musevi’ydi. Amacı, Hz. Musa’nın öğretisini yeniden hâkim kılmaktı. Çünkü Romalı valilerle işbirliği hâlindeki Yahudi başkâhinler, Kudüs’teki Kutsal Tapınak’ı iyice kontrolleri altına almış, “hac” ibadetini bahane ederek bu kutsal mekânı, para borsasına ve ticarethaneye çevirmişti.
Hz. İsa’nın isyanı bunaydı. Dini siyasete ve ticarete alet edenlere karşı çıktı. Kutsal Tapınak’taki “seyyar döviz” tezgâhlarını devirdi.
Sonuç: Çarmıh.
Çarmıhtan sonra bırakın Hz. İsa’nın vaazlarını dinleyen takipçilerini, havarileri bile birbirine düştü. Pavlos’un çıkışıyla da “İsa öğretisi” iyice rafa kalktı, yerine Grek pagan kültürüyle iyice harmanlanan Hristiyanlık yerleşti.
Olan da bundan sonra oldu.  
Yıllar içinde ortaya bir sürü İsevi mezhep çıktı. Peş peşe toplanan İznik konsülleri işe yaramadı. Her biri diğerini kâfir, imansız, cadı, iblis ilan ederek ötekileştirdi.
Kavga başlamıştı. Ama bu, asla bir din kavgası değildi. Bu, dini siyasete ve ticarete alet edenlerin birbirleri ile olan kavgasıydı.
Konsüller, ikonaklazma, Haçlı Seferleri, cadı avı derken 14. yüzyılda “100 Yıl Savaşları’na” gelindi.
Ve Hristiyan Avrupalılar, 1337’den 1453’e yani İstanbul’un Fethi’ne kadar tam 116 yıl süren bir savaşla birbirlerini “Tanrı” adına boğazladılar. Yetmedi üstüne bir de “veba” salgını yaşandı. Avrupa, nüfusunun neredeyse yarısını kaybetti. Manastırlar, katedraller, kilise ve şapeller canını kurtarmaya koşan zavallılarla doldu. “Kara beladan” (veba) kurtulmak için varlarını yoklarını bu din kurumlarına bağışladılar.
Netice: “Kara bela” günah işleyeni de günah çıkaranı da hakkın rahmetine (!) kavuşturdu.
İşte Vatikan’ın zenginliği bu dönemden gelir: Yani ölmemek için bağışlanan para, pul, maldan.
Bitti mi? Bitmez!
Aynı “din kardeşler” bu kez 1914’te kapıştı.  Bizi de araya sıkıştırdılar. 4 yıl süren dünya savaşında milyonlarca “din kardeşi” birbirini boğazladı. Olan bizim Osmanlılara oldu. Üç kıtaya hâkim olan Osmanlı, 4 yılda un ufak oldu.
Bitmez dedik ya…
Yıl 1940… İkinci Dünya Savaşı başladı… Biz bu kez paçayı yırttık…
Avrupalı “Din kardeşlerinin” zayiatı; asker, sivil 50 milyon civarında…
Misaller çoğaltılabilir.
Şimdi sıra “ihvan-ı İslam”da: Yani İslam kardeşliğinde…
Sene 632… Peygamber’imiz Hz. Muhammed vefat ediyor. Daha defnedilmeden biat itilafı yaşanıyor. Bu hikâyenin detayına girmek istemem. Zira “fitne” çıkarmakla suçlanabilirim.
Çünkü İslam tarihinde “fitne” tabiri, esaslı bir ötekileştirme fitnesidir.
Bu fitnenin sonunda ne oldu? Emeviler iktidarı ele geçirdi. Zaten fitne öyle tesirli bir ötekileştirme aracıdır ki birini iktidar ederken ötekini ipe götürür. Bu yüzden iktidarını korumak isteyenler, Allah’ın ipi yerine fitnenin kuyruğuna yapışırlar ki bunun iki ayaklı misallerini her gün medyada görmek mümkün.
Konumuza dönelim. Fitneci Emeviler iktidara geldiklerinde “din kardeşlerine” ne yaptı?
İlk olarak Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın soyunu kuruttular.
Ne adına? Fitneyi kurutmak adına…
Ardından “İslam kardeşliği” kaça ayrıldı?
Üçe… Hz. Ali ve Şiası, Muaviye ve yandaşları ile Hariciler olarak.
Sonra ver elini kavga, kargaşa, katliam, savaş…
Karşılıklı suçlamalar ne?.. Kâfir, münafık, mürtet, zındık vs. vs.
Emeviler ve Abbasiler döneminden sonra İslam’ın bayraktarlığını Türkler ele geçirdi.
Selçukiler ve Osmanlıların ilk dönemleri sakin geçti. Yani gerçek bir “din kardeşliği” dönemi yaşandı. Sonra yine kırılma başladı, Yavuz ve Şah İsmail zamanında… Yavuz galebe çaldı ve İslam dünyası yine derin bir sessizliğe büründü.
Ama yara mikrop kapmış bir kere…
Derken İngilizler sahne aldı. Çünkü din savaşları konusunda hayli tecrübeliler. Ne de olsa “100 Yıl Savaşları’nın” mimarı Kral III. Edward’ın torunları onlar... Tarihî tecrübelerini Orta Doğu’ya taşıdılar. Baktılar ki “fitne” hususunda “kutsal topraklar” pek mümbit. Hemen mikrobu şırınga ettiler.
Ne zaman? 19. yüzyılın sonunda…
Halifenin “cihad-ı ekber”leri, Osmanlı paşalarının “Etmeyin, gitmeyin; müminler, seyitler, şerifler, hepimiz din kardeşiyiz.” lafları artık fayda etmedi. Yara bir kere fitne mikrobunu kapmayagörsün… Mümin Araplar, mümin seyit ve şerifler, İngiliz gâvurunun silahlarıyla, halifenin askerlerine yani “din kardeşlerinin” üzerine saldırdı.
Ne adına? Din adına…
Netice:  Bir düzine “din kardeşi” Arap devleti.
Kısa bir balayı… Ama evlilik hemen eskidi.
Tekrar herkes ayrı bir düdük çalmaya başladı. İhvan-ı Müslimin denen bir örgüt, kutsal söylemlerde bulundu. Amacı, Müslümanları bir bayrak altında toplamaktı. Yani Türkçesi, dini ticaretine ve siyasetine hâkim kılmak. Tıpkı Yahudilerin Kutsal Tapınak’ta yaptığı gibi.
Elinde “cennet” gibi ekonomik ve ilahi değeri yüksek bir şey, öyle kolay tek bir gücün altına verilir mi? Verilmez elbette. Aynı lafları farklı şeyhlerin ve mürşitlerin ağızlarından duyanlar pıtrak otu gibi, cemaat, cemiyet,  tarikat, dergâh, vakıf kurdular.
Ürün aynı ürün olunca… Yani “cennet” pazara çıkınca, rant kavgası alevlendi.
Şimdi tekrar başa dönelim.
Hz. İsa MS 30-36 yıllarında öldü.
116 yıl süren “100 Yıl Savaşları” ne zaman başladı? 1337’de, İngiliz Kralı III. Edward’ın Fransa tahtından hak istemesiyle.
Yani İsa’dan tam 14 asır sonra…
Peki, İslam dünyasında son büyük fitne ne zaman başladı?
1991’deki Körfez Harekâtı’nda...
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra aradan kaç yıl geçti?
1359 yıl… Yani yaklaşık 14 asır.
Tesadüfe bakın ki Hristiyanlar arasındaki büyük fitne (100 Yıl Savaşları) ile Müslümanlar arasında büyük fitne peygamberlerin vefatından tam 14 asır sonra başlamış.
Bugün vaziyet İslam dünyasında öyle bir hâl aldı ki artık; Müslüman’ın Müslüman’ı katletmesinin adı “cihat” oldu.
Ölen de öldüren de “cihat” uğruna öldü. İkisi de “cennet” ile ödüllendirildi.
Yani “Bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürür.” sözünü, sanki bu dinin kurucusu söylememiş gibi “din kardeşleri” birbirini boğazlamaya başladı.
Yaniiii… Hz. İsa’dan 14 asır sonra Hristiyanların birbirine yaptığını, şimdi Hz. Muhammed’den 14 asır sonra Müslümanlar birbirine yapıyor.
Bugünkü tablo şu:
Myanmar’da Müslüman kanı akıyor.
Doğu Türkistan’da Müslüman’ın adı yok.
Bangladeş’le Pakistan nizalı…
İran-Irak kanlı bıçaklı…
Suriye kan gölü.
Yemen birbirini boğazlıyor.
Filistin kanayan yara.
Mısır, Tunus, Libya’nın sonu meçhul…
Türkiye’yi ise hâlihazırda melekler koruyor.
Netice olarak Müslümanların “100 Yıl Savaşları” resmen başladı diyebiliriz artık.
Zaten sosyolojik olayların seyri bu şekilde olur. Bir anlamda “evrim teorisi” gibi ilerlerler. Vakti gelince aynı olaylar, farklı figüranlarla süregider.
Bugünkü durum budur.
Batıda 116 yıl süren bu katliam, bakalım doğuda kaç yıl sürecek.
Ve bakalım hangisi daha “kanlı” olacak.
Batı, bu sorunu din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak çözmüş.
Bizim de niyetimiz bu ama… Din ticareti tatlı, cennet sermaye gerektirmeyen bir ürün. İkisinin de yolu iktidara çıkıyor.
Peki, cenneti bu din tüccarlarının elinden alıp tekrar Allah’ın cenneti yapmak mümkün mü?
Bugün için pek mümkün gözükmüyor. Çünkü bu bezirgânların, “din kardeşliği” adına attıkları şehvetli nutuklar aklı kör etmiş.
Görünen o ki bu retorik devam ettikçe daha çok Müslüman kanı akacak.
Ne zaman ki “din kardeşi” olmadan önce insan olmayı başarırız, “Bütün insanlar kardeştir.” sözünü iyice özümseriz, o zaman…
Lakin “cennet” denen şeyin alıcısı çok olduğu ve cennet para ve güç ettiği sürece bu kardeşlik ütopyası epeyce vakit alacaktır.
Bu sebeple “din kardeşliği” lafını tarihin en büyük yalanı olarak görmüşümdür.
Bu yüzden “Hepimiz din kardeşiyiz.” diyenlere…
Ben de “Atma Recep!” diyorum.