“Yurtta sulh, cihanda sulh.”
Atatürk bu sözü 1931 yılında söyledi.
Bizim bazı siyasilerimiz, aydınlarımız ve bürokratlarımız, Atatürk’ün vizyonunun çok uzağında olduğu için “Yurtta sulh, cihanda sulh.” sözünü yıllarca dillerine pelesenk etti ve bunu “kutsal sınır teoremi” hâline getirdi.
Bir ülkenin sınırların çizilmesi tarihin en esaslı konularındandır. Böyle bir süreç hep olmuştur ve insanlık var olduğu sürece sınırlar değişecektir. Tarih de bunları yazacaktır.
Türkler tarihin her döneminde sınır çizen bir millet olmuştur. Bu yüzden toprak onun için çok kutsaldır. Cumhuriyet’i kuranlar için Osmanlının her köşesi vatan toprağıydı. Lakin insan gücümüz bu vatan topraklarını elde tutmaya yetmedi.
Bugün Orta Doğu’da sınırların yeniden çizileceği aşikârdır. Mevcut durum gösteriyor ki Türkiye’nin de sınırlarının değişme zamanı geldi. Bu değişim bugün de olabilir yarın da yüz yıl sonra da.
Bu durumda sorulması gereken soru şu:
Türkiye’nin sınırları büyüyerek mi, yoksa küçülerek mi değişecek?
Bize göre Türkiye büyümelidir. Bu hem İslam barışı için hem de dünya barışı için elzemdir. Günümüzde geçerliliği olmayan, “Yurtta sulh, cihanda sulh.” söyleminin arkasına sığınmak, ülkeyi kısır bir döngüye sokmaktan başka bir işe yaramıyor.
“Yurtta sulh, cihanda sulh.” diyen Mustafa Kemal’in ömrü cephelerde geçmiştir. Üstelik Türkiye’nin en sakin döneminde savaşı göze alarak Hatay’ı ilhak etmişti. Eğer bunu yapmasaydı şimdi Hatay ve İskenderun da yanmış, yıkılmış ve kan gölüne dönmüş olacaktı
Bu sözü Türkiye yine kullanabilir.
Ama ne zaman? Sınırlarını büyüttüğü zaman…
Atatürk’ün yaptığı şey de budur.
RUSOFOBİ ve RUSOFİLİ
Rus uçağının düşürülmesi genlerimize işlemiş bilinçaltı korkularımızı nasıl da ortaya çıkardı. Bu korkunun temelleri ta 500 yıl önce Molodi Savaşı’nda Osmanlı destekli Kırım Tatar ordusunu yenen Korkunç İvan'a kadar uzanır. Bu savaştan sonra Kazan Tatarları Rus hegemonyasına girer.
Ruslar, son 300 yıl içinde de Osmanlı üzerine yürümeye başladı. İlk önemli karşılaşmamız, Rusların “büyük” dediği ama bizim “deli” sıfatını yakıştırdığımız Çar Petro zamanında oldu. Petro, büyük hedefleri olan bir Rus çarıydı. Hedeflerinden biri de sıcak denizlerdi. Ruslara karşı ilk zaferimizi onun döneminde Prut’ta kazandık. Baltacı-Katerina asparagası yüzünden en bilinen zaferimiz budur ve bu zafer Osmanlının eski kuvvetinden uzaklaştığı bir dönemde gelmiştir. O günden bugüne bir erkeklik simgesi hâline gelen “Baltacılık” ile övündük durduk ama Ruslarla yaptığımız savaşlarda hangi ülkeleri kaybettiğimiz üzerinde çok düşünmedik.
İkinci zaferimiz ise Sultan Abdülmecit döneminde İngiltere, Fransa ve Sardinya ile birlikte Rusya’ya karşı savaşa girdiğimiz Kırım Harbi’dir. Bu harpte ölen Türk evladı, Çanakkale’de ölen Mehmetçiklerden katbekat fazladır. Üç yıl süren bu savaşta Osmanlı tam 175 bin vatan evladını şehit verirken Fransızların kaybı 80 bin, İngilizlerin 16 bin, Sardinya’nın ise 2 bin civarındaydı. Kırım’ı geri aldık ama Fransa ve İngiltere’nin kucağına düştük. Bunu da “Islahat Fermanı” ile taçlandırdık (!)
Kırım son büyük zaferimizdi. Bundan sonra hiçbir harpte Ruslara tam üstünlük sağlayamadık. Ruslar, zaman içinde Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kafkasya’dan Osmanlıyı söküp attı. Yunanistan, Arnavutluk, Sırbistan, Gürcistan, Ermenistan ve daha birçok devlet onun desteği ile kuruldu. Ermenileri çizgiden çıkaran da Rus silahlarıdır. İşte bu büyük toprak ve insan kayıpları zamanla Türk halkında Rusofobi yani “Rus korkusu” yaratmaya yetti.
Nihayet SSCB kuruldu. Ancak Petro’nun ortaya koyduğu sıcak denizlere inme stratejisi değişmedi. Suriye ve Irak’ta SSCB’ye bağlı yönetimler kurmayı başardı. Ancak Amerika destekli Türkiye arada kaldı, Rusya’nın Akdeniz’e ulaşmasının önünü coğrafi olarak kesti. Bunun üzerine SSCB Marksist ideolojiyi kullanarak Türkiye’de bir rejim değişikliği yapmak istedi. Bunu da Türkiye de Rusofil yani Rus aşığı “devrimci” bir nesil yetiştirerek yapmaya çalıştılar. Ancak SSCB’nin dağılmasıyla da Rusofil neslin yetişmesi kesintiye uğradı.
Fakat günümüzde Rus kadınları sayesinde Rusofillik sempatik (!) bir ambalaja bürünmüşken son çar Putin, giderek platonik hâl alan Rus-Türk muhabbetinin içine limon sıktı.
Dünya var oldukça Rusların Akdeniz’de olma ideali devam edecektir. Çünkü Rusya’nın amacı dünyanın enerji patronu olmaktır. Dünyaya enerji satmaktan başka bir “marka” yaratamayan Rusya için bu olmazsa olmaz bir hedeftir.
Şimdi ey Rusofobikler, korkmayın! Korksanız da başınıza geleceklerden kaçamazsınız. Türkiye artık İran kadar onurlu bir devlet olmalıdır.
Ey Rusofiller, ne Çin’in ipeğine ne de Rus’un dilberine kanmayın! Bilge Kağan’ın nasihatlerine kulak tıkamayın.
TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRASİ ANLAYIŞI
Türkiye'deki solun demokrasi anlayışı:
"Senin düşüncelerine saygım sonsuz ama her zaman benim söylediklerim doğru."
Türkiye'deki sağın demokrasi anlayışı:
"Senin düşüncelerine saygım sonsuz ama her zaman benim dediğim olacak."
AYIN SÖZÜ
GÜÇ TANRILAŞTIKÇA ALLAH UNUTULUR.