BİZE KAHPE BATI’NIN BİR OYUNU MU BU?

28 Mayıs 2016 10:21 Agâh HÜSEYİN
Okunma
1666
  BİZE KAHPE BATININ BİR OYUNU MU BU?


 
Her türden siyasetçinin ortak sloganıdır: “Bunlar hep Batı’nın oyunu.”
Bana “Batı’nın oyunu” sözü, gerçekten bize “Kahpe Batı’nın bir oyunu.” gibi.
Farklı söyleyişlerle de olsa toplumsal hafızamızın bir nakaratı gibi oldu bu sözler. Bir deyim ya da atasözü gibi.
Bir nevi Orhan Gencebay’ın “Bana kaderimin oyunu mu bu?”  ya da İbrahim Tatlıses’in “Allah’ım neydi günahım?” şarkıları gibi bir şey.
Bu tekrarı özellikle siyasetçilerin ağzından duymak, sizi bilmem ama bana gına getirdi. Haklı haksız her melaneti “Batı”ya bağlama bir hastalık hâline geldi.
Bir şeyi sürekli tekrar etmek ya cehaletin ya ahmaklığın ya da tıkanmanın ifadesidir.
Ne zaman başladı, kim başlattı, niye başlattı bilemem ama olan şu: Sıkıştığımız anda suçu Batı’nın “şer güçlerine” atıp mesuliyetten sıyrılma, en hafif tabiriyle bir akıl hastalığına dönüştü.
Ve galatımeşhur hâline geldi.
Yani biraz obsesiflik…
Birazda paranoyaklık…
Bu tekrarın altında yatan gerçek bu.
Tetikleyen unsurlar ise cehalet, tembellik ve yeteneksizlik.
Ekonomi kötüye gitti… Batı’nın oyunu.
Bölücülük aldı başını gitti…  Amerika’nın oyunu.
Bombalar patladı… Avrupa’nın oyunu
Enflasyon oldu, devalüasyon oldu… IMF’nin oyunu.
Yani minareyi çalanın, arabayı devirenin, bir çuval inciri berbat edenin, kazı koz anlayanın hiç kabahati yok… Varsa yoksa Batı…
Yahu, “Batı” dediğin şey her neyse, senin babanın oğlu değil.
Sana bir borcu yok. Sana ihtiyacı da yok.
Sana göre “Batı”; düşman, küffar, münafık, imansız, zındık değil mi? Zaten bu “cavır” dediğin, “Batı” senin keyfine göre hareket edecek değil ya… Sen kendi işine baksana! Onun da senin gibi bir hesabı kitabı var elbet.  
Hem niye iyi şeyler hep senin başarın da beceriksizliklerin Batı’nın suçu…
Adamlar daha Viyana kapılarına dayandığın günün travmasını üzerinden daha atamamış… Sen ondan bunu unutmasını ve sana dost olmasını bekliyorsun… Hatta kalleşlik yapıyor diye yakınıyorsun. Peki, madem “Batı” bu kadar kötü niyetli, hain…
Niye “Batı”nın malını tercih ediyorsun?
Niye sıkıştığında tası tarağı toplayıp ona sığınıyorsun?
Niye icat ettiği, televizyonu, radyoyu, bilgisayarı, ilacı, elektriği velhasıl önünde arkanda ne varsa utanmadan kullanıyorsun?
Dön biraz da aynaya bak artık!
“Bana kaderimin bir oyunu mu bu?”  şarkısını değil de biraz da “Ben nerde yanlış yaptım?” şarkısını söyle… Ve sor kendine:
“Benim varlığımla insanlık ne kazandı, benim yokluğumla ne kaybedecek?”
 
MASKELİ HAYATLAR
Her cebimizde başka bir maske taşıyoruz, birçoğumuz.
Bu sanki değişmez kaderimiz gibi olmuş.
Neden? Çünkü;
Böyle yetiştirildik…
Böyle alıştırıldık…
Böyle kabullendik…
Güç karşısında boynu bükük toplumların boynu bükük bireyleriyiz hepimiz. Korku benliğimizi sarmış. “İnsanlar korkutulursa, otoriteye sığınır.” mış.
İşte toplumumuzda değişmez tek gerçek bu: Korkağız.
Öyle ki korkularımız olağan hâle geldi. 12 Eylül Anayasa’sına %92 oy veren toplumla o Anayasa’yı %57 ile ilga eden toplum, aslında aynı toplum.
Önce “Evet.” dediğine, kısa bir süre sonra “Hayır.” diyorsan bu ani değişim, ancak “korku” ile izah edilebilir. Peki, korkularımız neden namusumuzun ve vicdanımızın önüne geçiyor ve toplum olarak hakikatimizi karartıyor.  Çünkü öyle yetiştirildik.
Bebekken, anne babadan korktuk…
Okula gittik, öğretmenden korktuk…
Askere gittik, komutandan korktuk…
İşe girdik, müdürden korktuk…
Karakola düştük, polisten korktuk…
Mahkemeye düştük; hâkimden, savcıdan korktuk…
Tarikata girdik, şeyhten korktuk…
Camiye girdik, imamdan korktuk… Vs. vs. vs.
Korkan, korkutur. Yöntem budur.
Bu hâl, insanlığımızı dibe iten helezonik bir çukur gibi. Korktukça dibe iniyoruz. Dibe indikçe hareket alanımız daralıyor. Bu zavallılığımızı da kamufle etmek için cebimizde sürekli maske taşıyoruz.  Kendi icadımız olan maske…
Bu yüzden astımızla başka, üstümüzle başka konuşuyoruz. Okulda başka, sokakta başka maske takıyoruz. Amirin ya da komutanın karşısına “usluluk” maskesiyle çıkarken bizden zayıfa hemen “ceberutluk” maskesiyle hükmediyoruz.
Karımızla başkayız, anamızla başka…
Siyasetçiyle başkayız, dilenciyle başka…
Ezenle başkayız, ezilenle başka…
Soralım kendimize… Biz hangisiyiz?
Kükreyen aslan mı, yoksa kuyruğunu kıvırıp kaçan kedi mi?
Eşimizin tanıdığı, bildiği insan mıyız? Ya da çocuğumuzun bildiği anne veya baba mıyız?
Hangi maskemiz gerçek benliğimiz?
O mu bu mu şu muyuz?
Aslında “ben” miyiz, yoksa başkası mı?
İkiyüzlü müyüz?
Yoksa çok yüzlü mü?
 
AYIN SÖZÜ
Akıl gelir, öfke gider.
Öfke gelir akıl gider.