KORKU DİLİ

20 Kasım 2015 16:19 Agâh HÜSEYİN
Okunma
1939
KORKU DİLİ


 
Şark kültüründe egemen güç, “korku” dur.
Bu yüzden “birey” tek başına bir hiçtir.
Tek başına “hak” arayamaz, tek başına “kavga” edemez, tek başına “söz” söyleyemez.
Hep bir gruba, topluluğa, cemiyete, cemaate, tarikata; şeyhe, şaha, padişaha ihtiyaç duyar.
Ne kadar kabiliyetli olursa olsun, basit bir işte bile göğsünü gererek işverenin karşısına çıkamaz. İlla bir partiliden, vekilden, ayıdan, dayıdan referans arar. 
En büyük korkuları “sürü”sünü kaybetmektir. Aradığı huzuru “sürü”sünde bulur. Sürübaşı ne derse, nereye giderse ona razıdır. Sürüsüyle yürür, sürüsüyle büyür; sürüsüyle kükrer; vurur, kırar, keser, biçer, döker, yakar… Bu yüzden ne kadar kötü olursa olsun bu düzenin değişmesini istemezler. Ezberlerinin bozulmasından hoşlanmazlar.
Çünkü alışılmışın dışına çıkmak, düzenlerini bozar, onları ürkütür. Biri onların yerine ölçsün biçsin, arasın sorsun, bulsun getirsin isterler…
Akılları onlara yüktür. Taş taşımak onlara göre daha kolaydır. Çünkü bilgiyi aramak, okumak, yazmak, ezberlemek, deneylemek, icat etmek; yeni yeni maceralara, keşiflere yelken açmak zor zahmetli bir iştir. Korkunun esiridirler. Değişmekten korkarlar. Kolay kolay “Hayır.” diyemezler.
“Hayır.” diyemeyen için ise en iyi kaçış yolu “yalan”dır. Bu yüzden “yalan”  Şark toplumlarında kişiye göre kutsanan bir olgudur.  Birey, sürübaşının “yalan”ını, kendi “yalan”ına meşruiyet kazandırdığı için ayıplamaz.
Şark toplumlarında “söz” sopadır. Bu dili; hacı, hoca, vaiz, şeyh, şah, sultan, padişah kendi çıkarına göre kullanır. Birey damgalanmak ve yaftalamakla tehdit edilir:
“Bizim cemaatten, tarikattan ayrılırsan; günahkârsın, isyankârsın, hainsin…”
“Bizim patiye oy vermezsen terör gelir, ekonomi bozulur.”
“Biz gidersek un, şeker, makarna nanay…”
“Biz gidersek sosyal yardımlar havada bulut…”
Şark toplumlarında “günah” işleyene göre değişir. Sürübaşı hangi günahı işlerse işlesin, onun varlığı sürüsüne Allah’ın bir lütfudur. Ona söz söylenemez, eleştirilemez: O dokunulmazdır.
Konuşursan kızar, yazarsan söver, gösterirsen çizer seni… İşini elinden alır, sürüsünü üstüne salar, sesini keser, boğazını sıkar…
Bütün bunların sebebi biziz; hepimiziz. Çünkü sürübaşına “sürü”sü nasıl güdüleceğini gösterir. Sürübaşı da onun anladığı dilden yani “korku dilinden” konuşur. Başarısının sırrı da budur…
Şark toplumları kaç bin yıldır bu “korku dili”nden masallar dinledi, dinî nasihatler işitti, tehdit edildi, uyutuldu, aldatıldı. Dinimiz, ahlakımız, kültürümüz, hukukumuz, adaletimiz, bürokrasimiz, hasılı olan olmayan, her türlü şeyimizi bu “korku dili” belirledi.
Bu dille aklımızı öldürdük.  Şimdi oturduğumuz yerden “sürübaşına” bağırmak, çağırmak, laf etmek iğdiş muhabbetinden öte bir şey değildir. Genlerimize işleyen bu yerleşik “korku dili” birçoğumuzu ikiyüzlü olmaya, kindarlığa, kalleşliğe, iftiraya ve fitneye sürükledi. Öyle ki kendi korkularımızla bile yüzleşmeye cesaret edemedik. Edenler ise toplumda “sürübaşları” kadar yüceltilmedi, rağbet görmedi. Buna örnek mi istiyorsunuz?
Atatürk…
Bir yetim çocuk… Baba yok, sülale yok… Aşiret, cemaat, tarikat yok… Abi, dayı, emmi, yandaş, yoldaş, kardeş yok…
Tek tabanca…
İlk yüzleşmesini şahsi eğitimiyle yaptı. Annesinin değil, kendisinin istediği okula gitti. Tahsili başarıyla bitirdi. Sonra cepheden cepheye dolaştı, geldi ve bir gün tuttu Samsun’a çıktı.
Arkasında halk yok, padişah yok, sadrazam yok, şeyhülislam yok, nazır yok, komutan yok, hacı hoca yok, tarikat, cemaat hiç yok…
Bir düşünün… 600 yıllık bir cihan devletinin küllerinden yepyeni bir Cumhuriyet kuracaksın. Hem de onca “yok”luğa rağmen. Bu örnek yetmedi mi?
İşte Nobel kimya ödülü alan Prof. Dr. Aziz Sancar…
Sadece zekâ ile mi başarılmıştır bütün bunlar? Hayır! Korkularıyla ve korkaklarla yüzleşmeleridir böyle insanların asıl zaferi…
Şimdi oturup dövünelim ve düşünelim. Niye Atatürk gibi bir lider gelemiyor? Niye Aziz Sancar gibi bilim adamlarını bu ülke sınırları içinde çıkmıyor?
Unutmayalım ki “korku dili” ile kültürü şekillenen bir toplumdan, ne demokrat ne bilim adamı ne de düşünür çıkar. Böyle toplumlar ancak despot demokratlar, şablon fikirliler, eyyamcı aydınlar, taklit intihalciler üretir. Çünkü “korku dili” düşünceyi çoktan öldürmüştür.
Unutmayalım ki “tehdit” den anlayan bir toplum da “diplomasi”yle ikna olmaz.
 
“3 Y” İDİ OLDU “5 Y”
 
AKP iktidarının en büyük vadiydi: “3 Y”
Yani: Yoksulluklar, yolsuzluklar ve yasaklar…
Tutmuştu bu slogan. Kulaklarda da yer etti. Hani var ya 5N 1K diye, onun gibi…
Allah insanı en iddia ettiği konuda sınarmış.
AKP, mücadele etmek üzere söz verdiği “3 Y” ile ilgili şimdi çetin bir sınav veriyor.
Ama gel gör ki sınavdan da kaçmak için her dümene başvuruyor.
Kâh soru yanlış sorulmuş diyor. Kâh sen bana bu soruyu soramazsın diyor.
Kâh elektrikler kesikti, iyi çalışamadım diyor. Kâh hastaydım, raporum var diyor.
Diyor da diyor.
Amma velakin sorularda orta yerde duruyor.
- 13 yılda YOKSULLUĞU halledebildin mi?
- 13 yılda YOLSUZLUĞU bitirebildin mi?
- 13 yılda YASAKLARI kaldırabildin mi?
AKP, bu üç soruya cevap vermemek için çırpındıkça “Y”lerin sayısı artıp duruyor.
“Elin ağzı torba değil ki büzesin.”
- 13 yılda halka hangi konularda YALAN söyledin?
- 13 yılda kaç YANDAŞ medyaya çıkar sağladın?
Etti mi sana “5 Y”: YOKSULLUKLAR, YOLSUZLUKLAR, YASAKLAR, YALANLAR, YANDAŞLAR…
Devam etsek, kim bilir daha ne “Y” ler çıkar.
Eeee, şimdi ben de diyorum ki;
“HERKES KENDİ İMTİHANININ SORUSUNU KENDİSİ HAZIRLAR.”