“MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ DÜŞÜNCE MODELİ VE YEPYENİ BİR ZİHNİYET DEVRİMİ”
Fatih OĞUZ
“Almanya sadece sosyal olarak değil, bölgesel olarak da derinden bölünmüş bir ülke ve açılan çukurlar gitgide derinleşiyor. Bir federal eyalette her onda biri ve diğerinde her dört kişiden biri yoksul sayılacaksa, bunun artık tüm Almanya'da eşit yaşam koşullarıyla hiçbir ilgisi yoktur.”
Yukardaki açıklamanın sahibi Almanya’nın önemli kurumlarından biri olan Alman Refah Eşitliği Derneğinin Genel Müdürü Ulrich Schneider’e ait.
Schneider bu tespitini 16 Aralık 2021 tarihinde gerçekleşen “Pandemide Yoksulluk 2021 Raporu”nun tanıtım toplantısında yaptı. Rapor resmî istatistiklere dayanarak Almanya’daki refah eşitliği ve yoksulluk üzerinde araştırılan bilgiler barındırmaktadır. Schneider’in tespitine neden olan olay eyaletler arasında ortaya çıkan yoksulluk oranlardaki dikkat çekici farklar. Örneğin Bavyera eyaletinde yoksulluk oranı %11,6 olarak belirlenirken Bremen eyaletinin yoksulluk oranı %28,4. Geçmiş yıllarda yayımlanan rapor oranlarına bakıldığında aradaki fark kapanmak yerine gittikçe açılıyor. Rapor ile paylaşılan yoksulluk oranıyla ilişkili bazı bilgiler şunlardır :
• 83 milyon nüfuslu Almanya’da 13,4 milyon insan (%16,1) yoksulluk sınırında
• Almanya’nın Batı-Kuzey-Doğu bölgesi %18
• Almanya’nın Güney bölgesi (Baden-Württemberg-Bavyera) %12
• Çocukla yalnız yaşayan ebeveyn %41
• Üç ya da üçten fazla çocuklu olan ev haneleri %31
• İşsiz %52
• Serbest meslek sektöründe çalışanların 2019 yılında %9 ve 2020 yılında %13
Yoksul olanların arasında iş statüsü dağılımı:
• Emekli olanlar %30
• İşçi %35
• İşsiz %35
Refah Eşitliği derneğinin raporunun baz aldığı Almanya’nın resmî istatistik kurumunun son açıklamasına göre enerji ve gaz fiyatlarında %4,7 artış olduğu gibi enflasyon oranını %5,2 ile son 30 yılının en yüksek artışını gösterdi.
Genel olarak Almanya’da gıda, yakıt, tekstil, ilaç, spor ve kültür etkinlikleri, gastronomi, konaklama, kira, emlak fiyatı, teknoloji aygıtları gibi tüm tüketim ürünlerine farklı oranda da olsa ciddi bir etkiye sahip zam politikası uygulandı. Ülke yöneticileri zam politikasının belirli alanlarda uygulanacağına dair açıklamalarda bulunuyorlar. Görülen odur ki, köklü bir küresel değişkenliğe neden olan pandeminin tesiri Almanya’nın son yoksulluk oranına küçümsenemeyecek bir katkısı oldu, lakin göz ardı edilmemesi gereken başka parametreler var o da küresel ekonominin eksen kaymalarını sağlayan küresel güç merkezlerinin dayattığı siyasi iradenin koşullarıdır. Bu koşullar var olan pandemi ve aşı kuralları bahane edilerek kitle endeksli oluşturulan karşıtlık merkezleri yoksulluğun artışıyla beraber refah ve sosyal eşitlik ilkesinin ihlalini de gerekçe göstererek siyasi iradeyi yönlendirme, yönetme ve hatta dönüştürme için zemin hazırlamaya yol açar. Almanya’ya özellikle Rusya ile sağladığı “Kuzey Akım 2“ projesi ya da Türkiye ile kurulan ilişkilerinin ilerlemesi nedeniyle yoğun baskılar yönetilmekte. Bu ve buna benzer uluslararası düzeyde gerçekleştirilen veya planda olan ticari veya siyasi anlaşmalar üzerinden ekonomik dengelerin yer değiştirmesi olağandır. Bu tür girişimlerin karşısında ülke yönetiminde bulunan irade; yeni metotlar üzerinden yeni çıkışları zorlayarak yeni bir alanın tesis edilmesini sağlayacak atılımlara başvurur. Almanya bu tür zorlukların üstesinden gelecek kapasiteye, kabiliyete ve tarihî tecrübeye sahiptir. Dünyanın en güçlü ekonomisine sahip Almanya’da yaşananların bir benzerini birçok ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de yaşamakta. Küresel ekonominin eksen kaymalarının tetiklediği dinamiklerinin yanı sıra jeopolitik ve jeostratejik nedenlerden dolayı meydana gelen müdahalelerle karşı karşıya kalmaktadır. Yapılan her müdahalenin karşısında hükûmet için “ha düştü düşecek“, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi için “ha iflas etti edecek“, Cumhurbaşkanı için “ha istifa etti edecek“, Cumhur İttifakı için “ha çözüldü çözülecek“ denildikçe Türkiye başta bu çevreyi ve onların küresel dostlarını şaşırtacak hamleler yapmakta. Ülke insanın yaşadığı sıkıntılar üzerinden yönetimin devrilmesi ve sisteminin dönüştürülmesine yönelik rota çizen sözde muhalefet partilerin liderleri ne denli bir fırsat avcısı olduklarını gördük. Döviz üzerinden toplum içerisinde kutuplaştırıcı bir kriz ve kaos ortamı yaratmayı arzulayanların yanı sıra onlara yön göstericiliği babında destek çıkan terör örgütünün elebaşlarının mitingler üzerinden de kitlesel manipülasyonlara açıktan başvuracaklarına dair açıklamalarına da şahit olduk.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile yönetilen Türkiye bu müdahalelerin karşısında mevcut ile yetinerek alışagelmiş çözüm arayışlarına girmek yerine yukarda bahsedilen yeni metotlar üzerinden yeni çıkışları zorlayarak yeni alanların tesisi için köklü atılımlara yöneliyor.
Turcovac isimli aşı üretimi, uzay ve uydu çalışmalarındaki ilerlemeler, üretim sermayenin ülke geneline yayılması, teknoloji ve dijital hizmette ivme kazanması, ulaşımda altyapının geniş bir ağ üzerinde gelişmesi, savunma sanayisinde küresel bir itibara ulaşılması, Türk Devletleri arasında gerçekleştirilen anlaşmalar, Afrika ve Orta Doğu ülkeleriyle kurulan temaslar, Türk lirası merkezli finans politikasının şekillenmesi, Türk yargısına yönelik Büyükelçilerinin had aşan tutumuna karşılık Türk diplomasinin dirayeti vb. gelişmeler Türkiye’nin küresel ekonomi eksen kaymasını zorlayan güç merkezlerin irade dayatabileceği bir ülke olmadığını gösterir. Başta ulus devletlerde olmak üzere tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik denklemin yeniden şekillenme teşebbüslerinin yarattığı sancılar sahne almakta. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin sağladığı kapasiteyi idare ve sevk kabiliyeti sebebiyle bu sancıların karşısında diz çökmediği gibi Yeni Çağ’ın yolunu da açmıştır.
Milliyetçi-Ülkücü Hareketin Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin yapmış oldukları bir konuşmada şöyle diyor:
„İnsanın olmadığı, ahlakın, adaletin, özgürlüğün, sosyolojinin, felsefenin, tarihin, maneviyatın, değerlerin ve millî hassasiyetlerin bulunmadığı bir ekonomide sabah kalkar döviz kuruna bakarız, akşam yatar borsaya, faize ve enflasyona kafa yorarız.
Bu kısır döngüden çıkmadıktan sonra bir asır geçse bile yine aynı sorunlarla boğuşmamız kaçınılmazdır.
Ekonomi rakam, oran, yüzde, matematik, grafikten çok daha öte bir alandır, böyle de olmalıdır.
Keynes’in dediği gibi, sorun, yeni fikirlerde değil, içinde yetiştiğimiz zihinlerimizin her köşesine tutunmuş eski fikirlerdir.
Modası geçmiş ekonomik düşünceler miras aldığımız kör noktalardır.
Bize kendi çıkarlarımızı düşünen, birbirinden yalıtılmış, sürekli hesaplar yapan, zevkleri sabit ve doğa üzerinde egemen kişiler olduğumuzu kabullendirmek istediler.
Eski teorik şemaları yıkan yeni keşifler yapmadıkça, daha adil, daha insani, daha vicdani, daha hakkaniyetli, daha eşitlikçi, daha paylaşımcı bir dünyaya ve küresel ekonomiye ulaşmamız sadece entelektüel bir sızlanma olarak kalacaktır.
Bugünkü şartlarda dünya nüfusunun %20’si açlıkla ve yetersiz beslenmeyle yüz yüzedir.
Açlık ve dahi mutlak yoksulluğun hiç yenilmeyen veya israf edilmiş yiyeceklerin %10’uyla tamamen ortadan kaldırılması yapılan araştırmalarla ortadadır.
Mutasyon üstüne mutasyon geçiren, dünya genelinde sayıları 5 milyonu aşan insanın ölümüne yol açan KOVİD-19 salgını artık başka türlü düşünmemizin, eski davranış kalıplarından sıyrılmamızın hayat memat konusu olduğunu göstermektedir.
Ne ekonomi eski ekonomidir ne de dünya eski dünyadır.
Çok yediğinden obez olan çocukların olduğu dünya ile hiç yemediğinden eti kemiğine yapışmış çocukların olduğu dünya korkunç bir çelişkidir, böylesi bir düzen Allah’ın nizamı olarak görülemeyecektir.
Ekonomide yeni bir hikâyeye, millî ve manevi değerlerimizle temerküz etmiş yepyeni bir zihniyet devrimine ertelenemez ihtiyacın olduğunu görmeliyiz.
Hem büyümeyi hem gelişmeyi hem de kalkınmayı sağlamak zorundayız.“
Türkiye’nin Yeni Çağ vizyonunu Sayın Bahçeli’nin kamuoyuyla paylaştığı değerlendirmelerinde öne çıkıyor. Bu da milliyetçi ve Ülkücü düşünce modelinin sadece kendi ülke çıkarlarını kapsamadığını, tüm insanların yararına imkân sağlayacak bir zihniyet devriminin tasavvuruyla ilişkili olduğunu da göstermektedir.