ERDOĞAN HÜKÛMETLERİNİN MARİFETLERİ

03 Ocak 2015 18:12 Aybars Köse
Okunma
1976
ERDOĞAN HÜKÛMETLERİNİN MARİFETLERİ


Ülkemizi 12 yıldır tek başına iktidar gücüyle yöneten Sayın Recep Tayyip Erdoğan 10 Ağustos tarihinde ilk kez yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini geçerli oy kullanan seçmenin % 51.79’ununun oyunu alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. cumhurbaşkanı olmuştur.
Sayın Erdoğan her ne kadar % 51,79 oy almış olsa da toplam 55 milyon 692 bin 841 seçmenin % 37,7’sinin oyunu alabilmiştir.
Bu seçimlerde sandığa gitmeyen seçmen sayısı 15 milyon 146 bin 930’dur. Bu durum tüm Türkiye’yi temsil ettiğini iddia eden Sayın Erdoğan’ın tezini açıkça çürütmektedir.
Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte bir devir kapanmıştır. Artık yeni bir hükûmet kurulmuş, Erdoğan’ın kolayca yöneteceği ve yönlendireceği yeni bir başbakan göreve başlamıştır. Bizim düşünmemiz gereken kapanan bu devrin Türkiye’ye bıraktığı ilkler ve enkazlardır.
Sanki bir diktatör gibi hiçbir karşıt görüşe, muhalefete, eleştiriye tahammül etmeden ülkemizi baskı ile yöneten Tayyip Erdoğan ülkemizin gelecekte yaşayacağı birçok sorunların tohumlarını ustaca ekmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisini tamamen kendi fikir ve düşüncelerinin kanunlaştırıldığı bir onay merciine dönüştürmüş, milletvekillerini sadece parmak kaldırıp indiren birer araç olarak görmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk kez bir başbakan protokolde kendinden üstte olan Meclis Başkanını “Sayın Başkan, siz mi susturacaksınız, ben mi susturayım?” diyerek âdeta azarlamıştır.
İlk defa bir başbakan konuşmacıya kızdığı için Çankaya noteri gibi görev yapmış olan cumhurbaşkanını da arkasından sürükleyip bir toplantıyı terk ettirmiştir.
İlk kez bir Başbakan derdini anlatmak isteyen bir vatandaşımıza “Ananı da al git.” diyerek bir başbakana yakışmayacak tepki göstermiştir.
İlk kez bir başbakan acısı yüzünden kendisine eleştiri yapan bir vatandaşımızı tokatlamıştır.
İlk kez bir başbakanın danışmanı başbakanı eleştiriyor diye vatandaşı yerlerde tekmelemiştir.
Tarihimizde ilk kez Recep Tayyip Erdoğan hükûmeti zamanında askerimizin başına çuval geçirilmiş, uçağımız düşürülmüş, konsolosumuz kaçırılarak esir edilmiş, bu olaylara hiçbir yaptırım yapılmayarak ülkemizin itibarı ayaklar altına alınmıştır. Ne acıdır ki ilk kez bir başbakan vatanını ve milletini canından çok sevmek olan “milliyetçiliği” “Her türlü milliyetçilik ayaklarımın altındadır.” diyerek aşağılamış, yok saymıştır.
İlk defa bir başbakan, zamanında yüz binlerce Müslüman’ın ölümüne yol açan Amerikan askerleri için evlerine sağ salim dönmeleri temennisiyle dua etmiştir. Amerikan askerleri için dualar eden Sayın Başbakan, Telafer, Musul, Kerkük ve Doğu Türkistan’da zülüm gören soydaşlarımız için kılını bile kıpırdatmamıştır.
İlk kez bir başbakan ve ailesi alenen yolsuzlukla suçlanmış, telefon görüşmeleri basına sızdırılmıştır.
İlk kez din, iman, İslam deyince mangalda kül bırakmayan bir başbakanın döneminde bir cami (Bursa ili İznik ilçesinde bulunan Ayasofya Camii) kiliseye çevrilmiş, zina suç olmaktan çıkarılmıştır.
İlk kez bir başbakan halkını 36 etnik unsura bölerek alenen bölücülük yapmıştır.
Bunlar sadece Tayyip Erdoğan’ın “ilklerinden” bazılarıdır.
Ya ekonomi?
Her seferinde ekonominin iyiye gittiğinden, zenginleştiğimizden bahseden Erdoğan, ya gözlerini kapatmış kulaklarına fısıldananları söylemekte ya da kendi ve yandaşlarının zenginliğini milletin refahı zannetmektedir. 12 yıllık Erdoğan iktidarında ülkemizin millî geliri artarken gelir dağılımındaki eşitsizlik âdeta bir uçuruma dönüşmüştür. Milyoner ve milyarder daha da zenginleşirken halkımız gittikçe fakirleşmiştir. 2002 yılından bu yana vatandaşlarımızın kredi ve kredi kartı borçları 55 kat artmış vatandaşımız borç çukuruna düşmüştür.
2002 yılında tüketici kredisi borçları 1 milyar 973 milyon TL iken bugün 251 milyar TL’yi aşmıştır.
2002’de  4 milyar 335 milyon TL olan kredi kartı borcu 2014 yılı itibarıyla 80 milyar TL’ye çıkmıştır.
2003 yılında kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemeyen kişi sayısı 5.781 iken bu rakam bu gün bir milyon kişiye ulaşmıştır.
Vatandaşlarımızın bankalara olan borçları 12 yılda 20 kat artmıştır.
2002’de her 100 TL’lik harcanabilir gelirinin sadece 4,7 TL’sini borç ödemeye ayırırken, bu rakam 55,2 TL’ye yükselmiştir.
Ülkemizin 224 milyar dolar olan borcu 2 buçuk kat artmış ve 570 milyar dolara ulaşmıştır.
Tayyip Erdoğan hükûmetleri döneminde ülke nüfusu %10 artmış olmasına rağmen tarım alanları %11 küçülmüştür. Çiftçimiz tarlasını terk etmek zorunda kalmıştır.
İthalat beş kat artmış, üretim yerine tüketim tercih edilmiştir.
1923’den 2002’ye kadar 73 yılda toplam dış ticaret açığı 247 milyar dolarken bu rakam 12 yılda 687 milyar dolara çıkmıştır.
Ülkemiz 2002 yılında cari açık sıralamasında dünyada 40. sırada iken basiretsiz yönetim sayesinde dünyanın en çok cari açık veren ilk 5 ülkesi konumuna düşürülmüştür.
12 yıllık bu dönemde;
Elektrik ücretlerine %124,
Ekmeğin kilosuna %334,
Otobüs biletlerine %157,
Benzine %182
Beyaz peynire %201,
Çaya %176,
Bulgura %153,
Dana etine %464,
Doğalgaza %176,
Zeytine %203,
Yumurtaya %300
Una %167,
Pirincin kilosuna %198,
Makarnaya %173 oranında zam gelmiştir.
İşte Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 yıllık iktidarında halkın maruz kaldığı enflasyon budur.
Milletimizin %56’sı sofrasına iki günde bir tek kap et yemeği koyamamakta, % 35’i eskiyen elbisesini değiştirememektedir.
Vatandaşlarımızın % 86’sı senede bir hafta bile tatile gidememektedir.
47 milyona yakın insanımız beklenmedik ve aniden çıkan harcamaları karşılamaktan uzaktır. Bu dönemde ülkemiz 35 OECD ülkesi arasında adaletsiz gelir dağılımında il üç ülkeden bir olmuştur. Cumhuriyet tarihimizin en yüksek işsizlik oranı (2009 %14) bu dönemde gerçekleşmiştir.
Böyle mi dünyanın en güçlü, en müreffeh, en zengin ülkesi olacağız?
Demokrasiyi içine sindiremeyen ancak demokrasiyi, demokratlığı kendisine düstur edindiğini iddia edip her türlü baskıyı yapan bir anlayış mı bizi ileri götürecek?
Sadece 24. dönemde kendisine yöneltilen 2500 yazılı soru önergesine hiç cevap vermeyen, kuralları, kaideleri, kanunları hiçe sayan bir zihniyet mi bizi kalkındıracak?
Çankaya’daki Erdoğan’dan da kendi arabasına direksiyon yaptığı Ahmet Davutoğlu’ndan da aynı(!) performanstan ötesini beklemeyiniz!
Yapılan yollar, açılan parklar, dağıtılan gıdalar, giysiler, kömürler ve daha niceleri sadece göz boyamaktan ibarettir; madalyonun görünen kısmıdır. Madalyonun arkasında gelecekte bizi bekleyen birçok sıkıntı ve problem vardır. Bundan kurtulmanın tek yolu, bu iktidardan ve zihniyetten bir an önce kurtulmaktır.
O tarih 7 Haziran 2015 olmalıdır!