Başbakan Ahmet Davutoğlu, bir süredir Dersim İsyanı’yla igili tarihî gerçekleri saptırarak eşkıyalığı ve terörizmi aklamak için çaba sarf etmektedir. Davutoğlu’nun geçmişte yaşanan olayları deşeleyerek yanlışta ve yalanda ısrar etmesinin sebebi bellidir:
Devletin teröristlerle, asilerle mücadelesinin haklılığını gözlerden kaçırmak ve PKK ile beraber hazırladıkları karanlık yol haritasını AKP’nin ampulüyle aydınlatmak. Böylece PKK’nın meşruiyetine zemin hazırlamak...
Başbakan Davutoğlu, Türkiye’nin geçmişe dair hemen her meselesini tek parti iktidarları üzerinden değerlendirip iyiyi de kötüyü de hedefe koymakta, kurunun yanında yaşı da yakmaktadır. Seyit Rıza’ya sahip çıkması bundandır. Ona sahip çıkmalıdır ki bölücübaşı Öcalan da aklansın.
Davutoğlu 1937 yılında Tunceli’de meydana gelen hain başkaldırıyı mezhep vurgusu üzerinden değerlendirmekte, masum Alevi vatandaşlarımızı da şakilik bühtanıyla karşı karşıya bırakmaktadır.
Meselenin aslı şudur:
Türkiye Cumhuriyeti hiçbir mezhep ve etnisite temelli uygulamanın içinde olmamıştır.
Dersim İsyanı, tek parti iktidarının meselesi değil, Türkiye’nin bütünlüğü, kalkınması ve bekasıyla ilgili bir konudur.
Dersim bölgesi olaylardan önce devlet otoritesinden uzak; ağa, şeyh ve seyit adı altındaki yerel güç odaklarının etkisi altındadır. Bölge, feodal bir sistem içinde yönetilmektedir. Ağaların dışında herkes maraba ve köledir.
Bölgede asayiş yoktur. Aşiretler arasında sık sık çatışma çıkmakta, bitip tükenmek bilmeyen, hatta bazıları bugün bile süren ilkel kan davaları yaşanmaktadır. Halk, fakir ve perişandır.
Tıpkı bugün güneydoğuda olduğu gibi yol, kesme, hırsızlık, yağma eşkıyalık olayları çok yaygındır. Halk bunlardan bezmiş durumdadır. Eli silahlı çetelerin taşkınlıkları Sivas, Bingöl ve Erzincan illerine kadar yayılmıştır. Halktan hükûmete sık sık şikâyetler gelmektedir.
Bunun üzerine devlet bir kanun çıkararak bölgeyi asayiş ve nizama kavuşturmaya karar vermiştir.
Devletin 30’lu yıllardan itibaren bölgede aldığı tedbirler etnik kökene veya dinî yapıya yönelik değil, devlet otoritesinin hâkim kılınmasına, asayişin teminine matuftur.
1935 Tunceli Kanunu da bölgeye yönelik askerî tedbirlerden çok sosyal ve ekonomik tedbirleri içermektedir, bölgenin imarına ve kalkınmasına yöneliktir. Kanun, bölge insanına ekonomik destek sağlamak için hazırlanmış kapsamlı bir ıslahat programıdır.
Tunceli Kanunu’yla bölgede yapılmak istenen; ağalık rejimini, feodaliteyi ortadan kaldırmak, fakir çiftçileri toprak sahibi yapmaktır. Bu arada kışla, okul, köprü ve yol yapımına da başlanmıştır.
Devlet otoritesinin bölgeye girmesinden ve saltanatlarının bozulmasından rahatsız olan aşiret reisleri Tunceli’nin imar ve iskânına mani olmak için isyan etmişlerdir. Karakollar basılmış, jandarmalar şehit edilmiş, köprüler uçurulmuştur.
Olayların tırmanmaması için defalarca aşiret reislerine haber salınmış, devletin iyi niyeti anlatılmak istenmiştir. Ancak aşiret reisleri kimseyi dinlemedikleri gibi kendi aralarında da kavgaya tutuşmuşlardır. Bu iç çatışmalarda da çok sayıda kayıplar yaşanmıştır.
Devlet çocuk ve kadınların harekâttan etkilenmemesi için azami gayret göstermiş ancak aşiret reisleri saklandıkları mağaralarda onları kalkan olarak kullanmıştır.
Olaylardan sonra devlet, bazı aileler için zorunlu iskân çıkarmakla birlikte gittikleri yerlerde bunlara arazi tahsis etmiştir. Ölenlerin yakınlarına, kimsesi olmayanlara sahip çıkılmıştır. O bölgede insanların imhasına dönük bir kasıtla asla harekât yürütülmemiştir. Bununla birlikte devlet eşkıya karşısında AKP iktidarının yaptığı gibi boyun eğmemiş, hainlere haddini bildirmiştir.
Fransa egemenliğindeki Suriye’de bulunan Ermeni-Kürt Cemiyeti “Haybun”; bölgedeki ayaklanmaya silah ve cephane temin etmiş, devlete karşı direnişin sürmesi için propaganda çalışması yapmıştır.
Olayların meydana geldiği yıllarda yaklaşan İkinci Dünya Savaşı kastedilerek yakında büyük harp çıkacağı ve Türk askerinin bölgeden çekileceği propagandası yapılmıştır.
İsyanın bazı elebaşları sonradan Suriye’ye kaçmıştır.
Olaylar bugün yaşananları ne kadar da andırmaktadır.
Dersim İsyanı’nın küllerini deşeleyip PKK’ya meşruiyet közü çıkarma gayretindeki Başbakan Ahmet Davutoğlu’na sormak lazımdır:
Devletin eşkıyayı tepelemesi, bölgede asayişi temin etmesi suç mudur?
Devletin bölgeye bayındırlık hizmeti götürmesi suç mudur?
Bunun tek parti ile ne ilgisi vardır?
Ölen yüzlerce jandarmanın hakkı, hukuku ne olacaktır?
Türk askerine yazık değil midir?
Şanlı Mehmetçiğin mübarek kanı Seyit Rıza’dan daha mı az değerlidir?
Başka söze hacet var mıdır?