ÜÇ DİNİN KUTSAL ŞEHRİ: KUDÜSVE KAN*
25. 09. 1996Çarşamba Günü Kudüs’te “Ağlama Duvarı”nı“Via Dorosa’ya bağlayan Tunel”inziyarete açıldığı duyurulmuştu. Bu haber üzerine Müslümanlarla Yahudilerarasında çalışmalar olmuştu. İlk gün 7 kişi olmak üzere, bugüne kadar 90insanın öldüğü açıklanmıştı.
7 kişininöldüğü ilk günde yaralananlar arasında Filistinli bakanların ve müftülerinbulunduğu bildirildi. Arafat, Tunel’in açılmasını, “statükoyu bozma”ya ve “DoğuKudüs”ü Yahudileştirmeye yönelik bir eylem olarak değerlendirdi. Budeğerlendirme, halk arasında daha farklı boyutlara ulaştığı ve “komplo teorileri” üretildiğianlaşıldı. Bu teoriler arasında; Tunel’in altında kazı yapılmasının Mescid-iAksa’nın çökmesine ve ziyarete açılmasının muhtemel bir sabotajla yıkılmasınayol açması vardı. Bu düşüncelerle Müslümanlar, ortak bir tavır içine girmişti. Kudüs’teki gelişmeler ve Tunel’in açılışı hemYahudileri hem Hristiyanları hem de Müslümanları yakından ilgilendirmektedir.Müslümanlarla Hristiyanların, İsrail Devleti’nin “Tünel” ile ilgili tutumu “kutsalmekân”a karşı saygısızlık olarak algıladıkları, çatışmaların bundan çıktığıyolunda bilgiler basında yerini almıştır. 1516 yılında Türklerin hâkimiyetine giren Kudüs, 1917 yılına kadar, 401yıl, Türklerin yönetiminde barış ve huzur kenti olmuştur. Burası, günümüzde ilahikökenli üç dinin mensuplarınca kutsal kabul edilmektedir. Orada; Yahudilerin,Hristiyanların ve Müslümanların önem verdiği kutsal mekânlar vardır. Öldürmemedinlerin temel ilkesidir. Dinler, temelde, barışı, huzuru ve hoşgörüyüyerleştirmeyi hedef almaktadır. Bundan dolayı Kudüs; “barış şehri” olmalıdır. Ama Kudüs, yıllardır, temel hoşgörüyeaykırı olarak, zulmün, kinin ve savaşın alanı olmuştur.
KUDÜS’ÜN ÖNEMİ NEREDEN GELİYOR?
Kudüs’ün MÖ ikibinli yıllara kadar çıkan bir tarihî geçmişi vardır. Hz. Davut, Kudüs’ü almışve Yahudilerin en parlak dönemini (MÖ 1013-973) başlatmıştır. Hz. Davud’un oğluHz. Süleyman, MÖ 973-933’de Kudüs’e Süleyman Mabedi olarak da bilinen Beyt Hamikdaş’ı yaptırmıştır. O zamanakadar bir çadırda korunan ve içinde “OnEmir” tabletleri bulunan “AhidSandığı” mabedin bir odasına konulmuştur. Yahudiler için büyük bir önemtaşıyan Mabet, birkaç defa yıkılmış, yakılmış ve yeniden yapılmıştır. En sonyıkılması ve yakılması, MS 70 yılında, Romalılar tarafından olmuştur. Buyıkılmada sadece mabedin “Batı Duvarı”kalmıştır. Bu duvar; Yahudiler için çok önemlidir ve “Ağlama Duvarı” olarak da nitelendirilmektedir. Yahudiler içinSüleyman mabedi, bağımsızlığın ve var olmanın sembolüdür. Yıllarca belirliibadetler ona bağımlı kılınmıştır. Mabede kavuşma özlemi, Yahudilerin “yaşama aşkı”nı oluşturmuştur. İki binyıl ona kavuşma ve onu yeniden ihya etme hayalini taşımışlardır. Bu ideallerinibilen Hristiyanlar ve Müslümanlar, Yahudilerin Kudüs’te girişecekleri hertasarrufa ihtiyatla bakmakta, “Acaba?” sorusu ile karşılaşmaktadır.Hristiyanlar için de Kudüs önemlidir. Çünkü Hristiyanlara göre Hz. İsa oradadoğmuş, orada peygamberlik etmiş, orada “ölmüşve dirilmiş”tir. Hz. İsa’nın doğduğu ve öldüğü yerde Hıristiyan kiliselerivardır. Buralar kutsal sayılan yerlerdir. Kudüs’ü ve Kudüs’te Hz. İsa ileilgisi olan yerleri ziyaret eden kimse “hacı”olmaktadır. Bu özelliği dolayısıyla Kudüs’te, yeryüzünde varolan hemen hemenher Hıristiyan grubun “kilisesi vemerkezi” bulunmaktadır. Müslümanlar için de Kudüs çok önemlidir. ÇünküKudüs, Kâbe’den önceki ilk kıbledir. Hz. Muhammed’in “miraç mucizesi”nin gerçekleştiği Mescid-i Aksa, oradadır. Budurum, Kurân’da şu şekilde yer almaktadır: “KuluMuhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan (Mekke), kendisine bir kısımayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya(Kudüs) götüren Allah’ın şanı yücedir…” (İsra Suresi, 1). Mescid-i Aksa,Yahudilerin önem verdiği ve Süleyman Mabedi’nin bulunduğu alanın adıdır. Dahasonra buraya bu adla bir cami yapılmıştır. Orası, Müslümanlar için önemtaşımakta ve “kimliklerinin belirleyiciunsuru” olmaktadır. Bu alanda, VII. asırda, Abdulmelik b. Mervan tarafındanKubbetü’s- Sahra yapılmıştır. Bu ikimabedle Mescid-i Aksa alanı bütün Müslümanlar tarafından mukaddesbilinmektedir. Mescid-i Aksa Kur’ân’da adı geçen iki “menzil”den birisidir. Hz. Ömer; Kudüs’ü, 637 yılında fethetmiş veorada bulunan hiçbir mabede dokunmamıştır. Hristiyan Kilisesini yerindebırakmış ve yanına da bir cami yaptırmıştır. Bu cami “Hz. Ömer Cami” olarak adlandırılmıştır. O, Netavite Kilisesi’nin(Doğuş Kilisesi) yanındaki camidir. Bu özellikleri dolayısıyla Kudüs, hemYahudiler hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar için önemlidir. Hepsi oranın “barış şehri” olmasına, oradaki “kutsal mabetler”in zarar görmemesineçaba göstermektedir. Türkler, 400 yıl bu gayretin içinde olmuşlardır.Kudüs’teki son gelişmeler oranın “kutsallığı”ndanileri gelmektedir. Filistinli Müslümanlar, Yahudiler’in Mescid-i Aksa alanındayaptıkları tasarrufu ihtiyatla karşılamaktadır. Yahudiler kendi bağımsızlığını,Süleyman Mabedi’nin ihyasına bağlı görmektedir. Onun ihyası şimdilik mümkündeğildir. Çünkü o alanda şimdi Mescid-i Aksa Camii ve Kubbetü’s- Sahrabulunmaktadır. Buralar yok olmadan Yahudi Mabedi’nin yapılması mümkün değildir.Zannediyorum Filistinlilerin direnmesi böyle bir endişeye dayanmaktadır.Filistinliler, Yahudiler Süleyman Mabedi’nin kalıntılarını ararken Mescid-iAksa’nın altının boşalıp çökeceğini ve Süleyman Mabedi’nin o alandayapılacağını düşünmektedir. Hatta bugüne kadar koruma altında olan Tunel’inziyarete açılmasıyla bombalanmaya açık hâle getirildiğini kabul etmektedir.Bütün bunlar, “Müslümanlarda, Kudüs’teMüslüman damgası”nın silinmek istendiği gibi bir anlayışın doğmasına yolaçmıştır. Bu izlenim yanında, öyleanlaşılıyor ki Filistinliler, Yahudilerin yaptıklarını bahane ederek, Müslüman dünyanındikkatini üzerlerine çekmeye ve destek sağlamaya çalışmaktadır. Dünyadakigelişmeler, bu çeşit senaryolar üretmeye fırsat vermektedir. Dünyada insanlar,birbirine hoşgörü gösterecek, birbirine “Allah’ınkutsal bir emaneti” gibi bakacak yerde her şeyi vesile kılarak, düşmanlığıkörükleme ve birbirine çelme atma yarışı içindedir. Bu durum, ülkelerin gücüneve konumuna göre farklılık göstermektedir. Türkiye ise sadece “savunma durumu”ndadır. Kudüs’tekigelişmeler akan kanlar durmalıdır. Kim haklı kim haksız demekten çok, ortak biryol benimsenmelidir. Zulümle payidar olunmaz; gücü eline geçiren güçsüzüezerse, dünyaya barışın gelmesi mümkün olamaz. Tünel’in kesin yapılış ve açılıştarihi belli değildir. İslam’dan önce olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmenbugüne kadar açılmadığı ve bir sorun olmadığı ortaya çıkmaktadır. Onun içinİsrail de; sorun olacak ve dünyada huzursuzluğa yol açacak uygulamalardankaçınmalıdır. Zulmün ve “kutsal mabetler”den uzak kalmanın sıkıntısını en iyi Yahudilerbilebilecektir. Her iki taraf da dünyada istikrarsızlığa ve yeni birhuzursuzluğa yol açacak tavır ve davranışlardan kaçınmak zorundadır. Bölgedehuzur sağlanmalıdır. Bu hem Allah’ın emri hem de insanlık gereğidir. Bunun yolu“ortak anlayış”tadır. Ortak anlayış,Kudüs’ün üç dinin de kutsal kabul ettiği bir şehir olmasıdır. Dinlerce kutsalkabul edilen bölge, özel korumaya alınmalı ve “ortak statü”ye kavuşturulmalıdır. Kan durdurulmalı ve insanlarınbirbirini öldürmesine fırsat verilmemelidir. Dinlerin istediği barışsağlanmalıdır. İsrailliler de Filistinliler de bu barışa katkıda bulunmalıdır.İnsanların inançlarını tahrik etmekten kaçınmalıdır. Tahriklerin sonufelakettir ve hiçbir taraf bundan medet ummamalı, bunun üzerine hesapyapmamalıdır. Her şeye içinde çözüm vardır, olmalıdır. Kudüs’te, Orta Doğu’dabarışın sağlanmasında Türkiye’ye önemli görevler düşmektedir. Çünkü Türkiye’ninoralarda 400-500 yıllık bir geçmişi ve hakkı vardır. Türklerin hem Araplar hemYahudiler üzerinde hakkı ve etkisi bulunmaktadır. Türkçe konuşan ve “Türk kültürü”ne sahip insanlar oradaikamet etmektedir. Oradaki insanların büyük bir kısmının da Türkleri veTürkiye’yi bu anlayış içinde gördüklerini ve kabul ettiklerini zannediyorum.Bundan dolayı Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti, peşin bazı bakışları bırakmalı,barışa katkı sağlamalı ve zirvede bulunma yolunu aramalıdır.
Konu Türkiye’yi yakından ilgilendirmelidir. Bölgedebarışın sağlanması ancak Türkiye ile mümkündür. Türkler, geçmişte yapmışlardı,şimdi de yapabilirler. Bunun için hem Türkiye’nin hem de İsrail’in birbirihakkındaki “ön yargısı”nı, “bakışı”nı, önceki düşüncelerini terk etmeleri vegelişmelere göre bir siyaset belirlemeleri zaruridir.
Hükûmetler, “kabile anlayışı” ile hareket etmemelive geleceği iyi hesap etmeli, “önünügörmeli”dir. Ülkelerin çıkarını kendi “anlayışları”nakurban etmeme temel hareket noktası olmalıdır.
* Bu yazı; 07 ve 08 Ekim1996 tarihli Hergün gazetesi’ndeyayınlanmış ve Berikan Yayınevi’nin yayımladığı Prof. Dr. Abdurrahman KÜÇÜK’eait DİN VE DEVLET kitabından alınmıştır.