MERHUM ALPARSLAN TÜRKEŞ’İ UĞURLARKEN*
8 Nisan 1997 Salı, Türkeş’in defnedildiği gündür. Salı, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği gündür. Ancak bugünkü salı, “Türk dünyasının Başbuğ’unun uğurlanma günü”dür.
8 Nisan’da Ankara’da en az 2 milyon insanın cenaze törenine ve namazına katılmak için toplanacağı tahmin edilmektedir. Görülmemiş bir kalabalığın, tabir yerinde ise, insan selinin Ankara’yı dolduracağını görür gibiyim. Devlet ricalinden, partilerden, üniversitelerden, bürokratlardan, öğrencilerden, Türkiye’nin her tarafından değişik parti ve görüşlerden insanların, “Büyük insan, devlet adamı, dava adamı, kültür adamı” Alparslan Türkeş’e karşı son görevlerini, bir “millî görevi” yerine getirmek için cenaze törenine ve cenaze namazına katılacağı kesin gibi görülmektedir. Türk dünyasında ve dünyanın her yerinden insanların da katılacağı anlaşılmaktadır. Çünkü “perşembenin gelişi çarşambadan belli”dir.
Yukarıdaki tahminlerin gerçek olmasına ışık tutacak Türkiye’de çok güzel gelişmeler oldu. Çünkü dört günden beri basın ve yayın organları Alparslan Türkeş’ten bahsetti. Hemen hemen bütün televizyon kanalları onunla ilgili programlar yaptı. Türkeş Bey’in görüşlerine yer verdi ve onları ekranlara getirdi. Bu durum, Türk milletinin “yüceliğini” bir defa daha ortaya koydu. Türk milletinin kadirşinaslığının, kadir kıymet bilişinin göstergesi, merhum Alparslan Türkeş’e gösterilen ilgi ve sevgide kendini gösterdi. Bu tavır, Türkeş Bey’in dilinden düşürmediği “Yüce Türk milleti” görüşünü ve ona olan güvenini doğruladı.
İstisnaların olması normaldir. Herkesten aynı şeyi beklemek zaten mümkün değildir. Ancak bütün basın ve yayın organları, bir “millî görev şuuru” içinde görev yaptı. Zaten asil Türk milletine yakışan da buydu. Ben, herkesi, görev sorumluluğu ve şuuru içinde görev yapan basın-yayın kurumlarını, yetkililerini ve yazarlarını tebrik etmeyi borç bilmekteyim.
Gönül, büyük insanların kıymetinin sağlığında bilinmesini istiyor. Ancak biz, Türk milleti olarak, bu sevgiyi, daha çok rahmetli olduktan sonra göstermeyi gelenek hâline getirmişizdir. Bu da çok güzel bir fazilettir. Çünkü gösterilen bu sevgi riya karışmayan, bir beklentisi olmayan, karşılıksız ve samimi bir sevgidir. En önemli sevgi ve takdir de budur. Allah indinde zayi olmayacak ameller de içten, samimi ve karşılıksız yapılandır. Yetkililerin Türkeş Bey’den bahsederken altını çizdikleri bazı hususlar önemlidir ve ders alınacak niteliktedir. Bunlar da; onun bu ülkenin, Türk milletinin, Türk dünyasının ve insanlık âleminin menfaatini düşündüğünün dile getirilmesidir. Bu idealin gerçekleşmesi için öncelikle Türkiye’nin yükselmesi, ilimde ve teknikte çağı yakalaması onun temel görüşüdür. Türkiye’nin menfaati için “uzlaşmacı” olduğu, herkes tarafından itiraf edilmektedir. Sevindirici bir başka taraf, muhalif ve muvafık herkesin Türkeş’in düşüncelerinin isabetliliğini dile getirmesidir. Çünkü onun, üstüne basa basa savunduğu görüşler bu ülkenin ve Türk milletinin menfaatine yöneliktir.
Türk milletinin ve Türkiye’nin menfaatini düşünmek her sağduyu sahibi insanın temel görevidir. Çünkü ülke olmazsa, millet olmazsa, Türk milleti realitesi göz ardı edilirse, herkes ayrı bir baş çekerse; ne birlik olur, ne dirlik olur, ne siyaset olur, ne hükûmet olur, ne adalet olur. Allah korusun ne de devlet olur. Rahmetli Türkeş, bunun için Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü tehlikeye götürecek görüşlere çok sert tavır koyardı. O, “mozaik kültür” gibi nitelemelere hiç tahammül etmezdi. Kimden gelirse gelsin, Türkiye’nin birliğine ve bölünmesine yönelik görüşlere tavrı tavizsizdi. Rahmetli olduğunun duyulmasından sonra yetkililer de Türkeş’in bu tavizsiz tavrını, devlet adamlığını hatta bütün Türk dünyasının benimsediği ortak bir lider olduğunu ve “Başbuğ” olduğunu dile getirdi.
Türkeş’in hayatı, Türkiye’nin içten ve dıştan gelen tehlikelere karşı mücadelelerle geçmişti. Türkiye’nin kalkınmış ülke durumuna gelmesi, ilimde ve teknikte ilerlemesi, Türkeş’in ülküsüydü. Bunların adalet ölçüsü içerisinde yapılması, kalkınma yoluna girerken haksızlığa, yolsuzluğa ve ahlaksızlığa düşülmemesi onun hedefiydi. Türkiye’yi “bilgi toplumu” yapmak amacını taşıyordu. Bunları; siyasete aktif olarak girişinin 30’uncu yılında altını çizerek vurguluyordu. Türkeş, 65 yıldan beri, Türk dünyasını da unutmamıştı. Onların hür olmasını, kalkınmasını ve ilerlemesini istiyordu. Bu uğurda mücadelesi ve faaliyetleri olmuştu, olmaktaydı. Türk milleti, Türk dünyası, İslam âlemi ve insanlık için iyi gelecekler istiyordu. Savunduğu fikirler dolayısıyla işkence gördü, hapislere girdi ve haksızlığa uğradı. Ancak yılmadı. Devletine ve milletine küsmedi. Azminden bir şey kaybetmedi. Herkes; bu özellikleri, bir lideri lider yapan özellikler olarak gördü ve gösterdi.
Türkeş’in hedefi Türk milliyetçiliği fikrini iktidar yapmaktı. İnsanlar fânidir, fakat fikirler bakîdir. Onun özlemini çektiği, fikrî şeylerin gerçek olacağıdır. Türkiye’nin ilimde ve teknikte ileri gideceği ufukta görünür gibidir. Türk milleti, inşallah, ebedmüddet olacaktır! Bundan sonra yapılacak şey; onu Rahmetle anmak, “Türk milliyetçiliği ülküsü davası”na sahip çıkmak, düşmanı sevindirip dostu üzmektir. Sabır, sebat ve soğukkanlılık temel davranış olmalıdır.