BARIŞ PINARI HAREKÂTI İLE “DÖRT PARÇALI BÜYÜK KÜRDİSTAN HAYALİ” TARİHE GÖMÜLMÜŞTÜR

14 Kasım 2019 14:25 Dr.Bahadır Bumin ÖZARSLAN
Okunma
2786
BARIŞ PINARI HAREKÂTI İLE “DÖRT PARÇALI BÜYÜK KÜRDİSTAN HAYALİ” TARİHE GÖMÜLMÜŞTÜR

Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Bahadır Bumin Özarslan, ABD’nin Orta Doğu’da öteden beni dört parçalı bir Kürdistan devleti kurmayı arzu ettiğini hatırlatarak, Barış Pınarı Harekâtı ile birlikte 100-150 yıllık dört parçalı Kürdistan projesinin bir daha çıkmamak üzere tarihin derinliklerine gömüldüğünü bildirdi.
Özarslan, Bengütürk Televizyon kanalında Gökhan Altunkaş’ın hazırlayıp sunduğu “Söz Hakkı” programının konuğu oldu. Programda, “Barış Pınarı Harekâtı’nın detayları ve bu harekâtın siyasi ve hukuki alandaki yansımaları” üzerine değerlendirmeler yapan Özarslan, son derece çarpıcı tespitlerde bulundu.
Barış Pınarı Harekâtı’nın, daha önce yapılan harekâtlar dizisinin bir devamı olduğunu belirten Özarslan, şunları söyledi:
“Şöyle ki 15 Temmuz’dan sonra Türkiye, Suriye’ye yönelik olarak sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirmeye başladı. Önce Fırat Kalkanı ile Fırat’ın batısında kalan kısımla alakalı olarak kendi sınırlarının ötesindeki bölgeye tam ortadan bir giriş yaptı. Aşağıda El Bab’a kadar uzanan bir operasyonla o bölgeyi üç parçaya böldü. Bu parçanın birincisi Fırat Kalkanı ile Türkiye kendi güvenliğini sağlamak üzere o zamanki adıyla Özgür Suriye Ordusu ve şimdiki adıyla Suriye Millî Ordusu ile birlikte o bölgenin güvenliğini aldı. Fırat’ın batısında kalan Fırat Kalkanı bölgesinin doğusundaki Münbiç ile batısında kalan Zeytin Dalı Operasyonu diğer parçaları teşkil etti. Orada IŞİD’e karşı Fırat Kalkanı Operasyonu ile yaptığı mücadelenin aynısını PYD/YPG’ye yani PKK’nın Suriye koluna karşı gerçekleştirdi. Daha sonra Fırat’ın batısına Münbiç ile ilgili harekât gündeme gelince Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasında bir mutabakat yapıldı. Bu mutabakat çerçevesinde Münbiç’in 90 gün içinde boşaltılması, ağır silahlardan arındırılması ve PYD/YPG’li unsurlardan tamamen temizlenmesini Amerika garanti etti ama bu uzlaşma hayata geçmedi. Hayata geçmemesi bir tarafa, Fırat’ın doğusunda PYD/YPG’li unsurların tahkimatını ABD arttırdı. 30 binin üzerinde tır ile silah, lojistik ve muhtelif yardımlar yaptı. Havadan yaptıkları da hariç. Orada muhtelif rakamlar veriyor yabancı kaynaklar. 65 binden 110 bine kadar değişen oranda PYD/YPG unsurlarının sayısını arttırdığını, donattığını ve eğittiğini biz bu süreçte yaşadık. Bu dönemde özellikle tahkimat artırıldı. Türkiye de bu konudaki rahatsızlığını beyan etti. Aslında ABD’nin bu tutumu, devlet destekli terörizm kavramını birebir karşılayan bir husus. Şöyle ki uluslararası hukukta terörizm, bir tanımı olmayan fakat muhtelif çeşitleri olan ve bu konuda mutabakatın olduğu bir kavram. Eğer bir devlet resmen veya gayriresmî, doğrudan veya dolaylı olarak muhtelif şekillerde yani himaye, teşvik, destek, maddi destek, lojistik destek gibi pek çok unsurlarla bir terör örgütünü destekliyorsa buna devlet destekli terörizm denir. ABD, uluslararası hukuka aykırı bu eylemi gerçekleştirmiştir. Bunu da gizli saklı yapmamıştır. Aşikâr bir şekilde yapmıştır.
Bizim bu operasyonumuz Münbiç’teki mutabakatın hayata geçmemesi, aradan bir sene geçmesine rağmen ve Fırat’ın doğusunda bu devlet destekli bu terörizm faaliyetlerinin artması, orada bir eğit - donat faaliyeti ile tabiri caizse konvansiyonel ordu düzeni verilmeye çalışılan terör örgütünün durumu sebebiyle gerçekleşmiştir.”
GÜVENLİK KORİDORUNU İLK KEZ DEVLET BEY GÜNDEME GETİRDİ
Dr. Özarslan, ABD’nin Barış Pınarı Harekâtı’na uzun süre ayak dirediğini hatırlatarak, “Fakat burada Trump’ın biraz ABD’deki o müesses nizam denilen yerleşik sisteme rağmen aldığı bir karar söz konusu. Bu kararın hayata geçmesi üzerine ki o kararın ilk açıklanması ile kararın hayata geçmesi arasında bir yıl var. O da çok zor oldu. Bu karar üzerine Türkiye’nin direnci, kararlılığı ortaya çıkınca yaptığımız bir operasyon bu.” diye konuştu.
Aslında Suriye’de Mart 2011’den sonra başlayan iç savaşın ardından böyle bir operasyonun yapılmasının şart olduğunu vurgulayan Özarslan, şöyle devam etti:
“Çünkü biz zaten daha önce PKK ile mücadelede terörist başının yakalandığı sürece kadar hep Suriye kaynaklı olarak PKK’nın yerleşik ve merkezinin de Beka Vadisi’nde olduğunu biliyoruz. Irak’ın kuzeyinde çok etkin unsurlarının olduğunu da biliyorduk. Bu bölgeyle sürekli olarak haşır neşir idik. Ancak Mart 2011’den sonra Arap Baharı’nın Suriye’ye sıçraması ve Suriye’de iç savaşın çıkması bizim o bölgede çok ciddi bir tehdit altına girmemize yol açtı. 15 Temmuz’dan sonra yaptığımız Fırat Kalkanı Harekâtı’na kadar da Türkiye’nin muhtelif yerlerine yönelik olarak saldırılar gerçekleşti. Gerek IŞİD eliyle gerekse PYD/YPG eliyle. Yurt içindeki PKK saldırıları yani Türkiye kolu bakımından da bu zaten 1984’ten beri tanık olduğumuz bir durum. O dönemde yapılan bir açıklamaya dikkat çekmek istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisinin Genel Başkanı Devlet Bahçeli, batı ucu Afrin’den başlayıp doğu ucu Kandil’e uzanan hilal şeklinde bir güvenlik koridorunun oluşturulması gerektiğine işaret etti 2012 itibarıyla. Bu çok önemli. Şimdi geldiğimiz noktada biz Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonlarını yaptıktan sonra şimdi Barış Pınarı ile birlikte bu hilalin ucunu kapatıyoruz. Çünkü Pençe Operasyonlarıyla biz hilalin doğu ucu olan Irak’ın içindeki operasyonları tamamlamak üzereyiz. Kandil’e kadar o bölgeyi temizledik. Çok sık duyduğumuz Avaşin, Hakurk, Basyan gibi bölgelerde temizliği yaptık. Burada da Irak merkezî hükûmetiyle bunu yapmış olmamız çok önemi. Pençe Operasyonlarını Irak merkezî hükûmetiyle ortak yapıyoruz. Onların rızası dâhilinde yapıyoruz. Onlar da bu terör unsurlarından arındırmak istiyorlar Irak’ı. Böylece daha huzurlu ve Türkiye ile daha iyi ilişkiler kurabilecekleri bir coğrafya arzu ediyorlar. Bu hilalin doğu ucunun tamamen kapanması demekti. Şimdi arada hilalin batı kısmı Münbiç’le birlikte kapanacak. Bu hilalin doğu kısmında kalan kısmının kapanması demektir. Barış Pınarı Harekâtı’nın önemi bu. Burada başka bir husus var. Türkiye ilk defa bu harekâtla birlikte güney sınırlarını tamamıyla kontrol altına alma fırsatını yakalamıştır. Bu fırsat belki son 50 yılda ilk defa ayağımıza gelmiştir. Böylesine bir tarihî fırsat son derece önemlidir. Uluslararası sermayenin ve onun aktörü pozisyonuna düşmüş olan büyük güçlerin, başta ABD olmak üzere Fransa, İngiltere, Almanya gibi bütün bu güçlerin ilk defa bu kadar çok bu coğrafyada aciz duruma düştüklerini, Suriye sorunu sebebiyle güç kaybettiklerini görüyoruz.”
TÜRKİYE İLK DEFA BU KADAR ÇOK ELİ GÜÇLÜ DURUMDA BULUNUYOR
Özarslan, Orta Doğu’nun geneli ile ilgili değil ama özellikle Türkiye, Suriye, Irak ve İran dörtlüsü çerçevesinde ilk defa Türkiye’nin bu kadar çok eli güçlü ve kararlı bir durumda bulunduğuna dikkat çekti.
Bu durumun yani tarihî misyonunun en çok arkında olan kurumun da Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunu vurgulayan Özarslan, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Türk Silahlı Kuvvetleri erinden generaline kadar bütün birlikleriyle her kademedeki, komuta kademesindeki subay, astsubay, uzman çavuş ve uzman erbaşlarıyla birlikte bu durumun farkında. Nitekim mikrofonlar uzatıldığı zaman verdikleri cevaplardan bunu anlıyoruz. Kızılelma’ya gittiklerini söylüyorlar, İslamiyet güneşinin doğduğu her yere gideceklerini söylüyorlar. Böyle bir motivasyona sahipler. Türk Silahlı Kuvvetleri, resmî devletin kurumları içerisinde en yüksek düzeyde bu işe motive olmuş bir durumda. Yani Mehmetçik attığı her adımın neye yol açacağını ve hangi sonuca varacağının farkında. Yaptığı bu fedakârlığın gelecek nesillere yönelik bir fedakârlık olduğunun farkında. Bu sebeple bu harekât gerek güncel uluslararası politik dengeler gerekse gelecekte bu bölgede ortaya çıkacak gelişmeler nazara alındığında son derece hayati bir harekât.”
Dr. Bahadır Bumin Özarslan, bu harekâta Barış Pınarı değil de Huzur Pınarı adı konulmasının daha iyi olacağını ifade ederken, sebebini şöyle açıkladı:
“Harekâtın ismi bakımından pınar kelimesi niçin kullanıldı? Çünkü bölgede pınar ismiyle geçen Arapça pek çok yerleşim birimi var. Mürşitpınar, Ceylanpınar gibi. Yine pek çok yerleşim biriminde bu isimle anılan yerler var. Bu yüzden pınar isminin seçilmesi gayet doğru ve bir mesaj niteliğini taşıyor. Ama burada barış kelimesinin kullanılması bence çok yerinde olmamış. Barış Pınarı kulağa hoş gelebilir ama burada biz savaşmıyoruz. Savaşın neticesinde ortaya çıkan barış uluslararası hukuka göre ayrı bir kavramdır. Biz bir terör örgütü ile mücadele içindeyiz ve çatışıyoruz. Savaş meşru güçler arasında ilk başta devletler arasında gerçekleşir. Barış Pınarı yerine belki Huzur Pınarı veya İstikrar Pınarı denilseydi daha doğru olabilirdi. Bu kavramların önemi aslında zannettiğimizden daha fazla öne çıkıyor uluslararası toplum içinde. Şu an için kavramlara takılmamak lazım, bu yönü ile operasyonun sağ salim yürüyor olmasından dolayı o artık bir istisna gibi duruyor. Harekâtı genel olarak değerlendirdiğimde bence önemli olan hususlar bunlar.”
DEVLET BAHÇELİ BEY’E ÇOK GEÇMİŞ OLSUN, ALLAH ŞİFA VERSİN
Programı hazırlayıp sunan Gökhan Altunkaş, “Güney sınırımızın güvenliği açısından dediğiniz gibi 50 yılda gelen bir fırsat.” diyerek şunları söyledi:
“Bunu çok iyi 2012 yılında bunu çok iyi öngörebilen MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli de birkaç gün önce mesaisine başladı. Çok şükür buradan da selam ve saygılarımızı iletiyoruz kendilerine. Çünkü Türkiye’nin kendilerine çok ihtiyacı var. Tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Harekâtın emin adımlarla ilerlediğini ifade ettiniz. Sivil vatandaşlarımız şehit oluyor. Bugün de benim de hemşerim olan Kırıkkaleli bir üsteğmen yine şehit oldu. Piyade Üsteğmen Çelebi Bozbıyık. Mekânı cennet olsun. Kederli ailesine ve Türk milletine sabırlar diliyoruz. Önemli bir mücadeleden bahsediyoruz. Siz çerçeveyi çok güzel çizdiniz.”
Altunkaş’ın, “Farkı şeyler olsa da bu harekât yapılmasaydı ne olurdu bundan sonrasında?” sorusu üzerine Özarslan, şunları söyledi:
“Sayın Devlet Bahçeli’ye çok geçmiş olsun. Allah şifa versin. Çok şükür iyileşip mesailerine başladılar. Şehidimize Allah’tan rahmet, kederli ailesine başsağlığı ve sabır diliyorum. Bu harekât yapılmasaydı ne olurdu?  1978’de kurulan ama 1984’e kadar faal olmayan, 1984’te yeniden faal hâle gelen PKK’nın kendi içinde yaptığı sözde Kongre kararlarına baktığınız zaman dört aşamalı bir hedefi var. Bu hedeflerin ilki Türkiye’nin içinde sosyokültürel haklar elde etmek. İkinci aşama, Türkiye’nin içinde özerk bir bölge oluşturmak. Yani yasama, yürütme ve yargıya dair bölgeye özel birtakım haklar elde etmek. Yani Türkiye’yi federal bir devlet modeline geçirmek. Üçüncü olarak, Türkiye’nin içinde bağımsız bir devlet oluşturmak. Dördüncü olarak da Türkiye’nin içinde oluşturduğu bağımsız devleti Suriye, Irak ve İran’dan koparacağı parçalarla birlikte dört parçalı büyük Kürdistan’ı oluşturmak. Bizim Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Irak’ın içinde yaptığımız Pençe Operasyonları, Türkiye’nin içinde 24 Temmuz 2015’ten itibaren yapılan Hendek Operasyonları. Bunların hepsi birbirini tamamlayan parçalardı. Bu operasyonla birlikte dört parçalı Kürdistan hayali tarihin derinliklerine gömülüp kalmıştır bir daha çıkmamak üzere. Bu, Türkiye’nin birincil anlamda hem Türkiye’nin içindeki hem dışındaki özellikle güney bölgesindeki güvenliğini etkilediği gibi aynı zamanda İran’ın ve Irak’ın da toprak bütünlüğüne yönelik bir harekâttır. Bu harekât ilan edildiği ve açıklandığı gün, yerinde bir tespitle Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik bir harekât olduğu gibi aynı zamanda İran ve Irak’ın da toprak bütünlüğünü gelecekte garanti altına almayı hedefleyen bir harekâttır. Bu yüzden Irak merkezî hükûmeti buna artık uyanmıştır tabiri caizse. Niçin? 2017 yılı içinde 2. Körfez Harekâtı içinde oluşturulan yeni Irak siyasal sistemi içinde Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim ne yaptı? Gayrimeşru bir kararla hem Irak iç hukukuna hem de uluslararası hukuka aykırı olarak referandumla bağımsızlık ilan etmeye kalktı. Irak merkezî hükûmeti ondan sonra tavrını koydu Türkiye ile birlikte.”
IRAK’LA İLİŞKİLERİMİZ DÜZELİNCE TERÖRÜN IRAK AYAĞINI KÖRELTTİK
 Dr. Özarslan, bu referandum sürecinden sonraki süreçte Irak merkezî hükûmeti ile Türkiye’nin gergin olan ilişkilerinin düzeldiğine dikkat çekerek ondan sonraki gelişmeleri şöyle anlattı:
“Çünkü ortak bir menfaat söz konusu idi. Bu menfaat ortaklığı üzerine sınır ötesi operasyonları o tarihten itibaren yapmaya başladık. Irak ayağını iyice körelttik. Bu harekâtın aslında Türkiye’nin dışında İran, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik olduğunu, dört parçalı büyük Kürdistan projesinin tarihe artık bir daha çıkmamak üzere gömülmesi anlamına geldiğini de söyleyebiliriz. Bu kadar önemli. Geriye doğru 50 yıllık süre zarfında böyle bir fırsat hiçbir zaman gelmedi. Niçin 50 yıl diyorum?  Çünkü 1946’da İran içinde kurdurulmuş olan Mahabat Kürt Cumhuriyeti var bugünkü Barzani’nin babasına. Barzani 2017’deki bu gayri meşru referandum kararını alırken babamın ve dedemin hayalleri bağımsızlık demişti. Dolayısıyla bu hayalleri hayal dünyasında bırakmaya, hayal dünyasında sadece fantastik bir talep olarak bırakmaya ve bıraktırmaya yönelik bir harekâttır aynı zamanda. Bunun her ayağı önemlidir.”
Özarslan, “Bu harekât bölgenin geleceğini nasıl etkiler? Türkiye’nin sadece güney sınırları değil, bölgenin bütün ülkelerine ve geleceğe yönelik kurulan bütün hayalleri tarihe gömdü değil mi?” şeklindeki soruya karşılık, şunları ifade etti:
“Bu projenin destekleyicisi niçin ABD? Çok basit. Çünkü o da Orta Doğu’da vazgeçmediği ortağının bu bölgede bir ileri üssü ve karakolu olarak böyle bir dört parçalı Kürdistanı arzu ediyor. Orada İsrail kendi ölçeğinde yalnız bir devlettir. Güçlü bir devlettir ama yalnız bir devlettir ve her zaman bu desteği ihtiyacı vardır. Dolayısıyla burada Büyük İsrail’i yaratmanın yolu da bu bölgede bir aparat yani pek ciddiye alınmayacak bir ara yüz olarak ortaya çıkacak bir modeldir. Bu proje de PKK eliyle yeniden canlandırılmıştır 1978’de ama 100-150 yıl daha geriye uzanan bir projedir. Bunu da göz önünde bulundurmak lazım. Bu operasyon geriye doğru 100-150 yıllık bir projenin tarihe gömülmesi ve gelecekte de bu bölgenin istikrara kavuşması, bu bölgedeki devletlerin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığının bir garantisidir.”
Özarslan, “Türkiye, bu operasyonla bölgede yeni bir dizayn mı yapıyor?” sorusuna karşılık, “Türkiye bu operasyonla uluslararası hukukun 1945 BM Antlaşması ile birlikte kabul ettiği, Antlaşmanın 2. maddesinde belirtilen her devletin diğer devletlerin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına saygı yükümlülüğünü hayata geçiriyor. Yeniden dizayn derken aslında uluslararası hukukun bu bölgeye yerleşik kabullerini, bu coğrafyaya âdeta bir mıh gibi çakıyor. Meşru bir operasyondur ve meşruiyetini de buradan alır zaten.” dedi.
RAHMETLİ RAUF DENKTAŞ’I SAYGIYLA ANIYORUM
Dr. Özarslan, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Barış Pınarı Harekâtı ile ilgili sarfettiği skandal sözleri hatırlatılınca, şu değerlendirmelerde bulundu:
“”KKTC ve bu Cumhurbaşkanı’nın durumunu anlamak için aslında on seneden fazla geriye gitmek lazım. Çünkü ortada bu Kıbrıs sorununu çözeceğim diye “Çözümsüzlük çözüm değildir.” diye ortaya çıkıp Annan Planı’nı Kıbrıs Türklerine onaylatmak adına ortaya çıkanlar 1990’lı yılların ortalarından itibaren benim de öğrencilik yıllarıma denk gelen 2004’e yani Annan Planı’na kadar geçen 10 yıllık sürede hangi aktörlerin öne çıktığına bakmamız lazım. O dönemden benim aklımda daha çok Mehmet Ali Talat kaldı. Önce başbakan sonra cumhurbaşkanı oldu. O dönemde ikinci aktör de Mustafa Akıncı idi. Toplumsal Kurtuluş Partisinin Genel Başkanı idi. Ulusal Birlik Partisi ve Cumhuriyetçi Türk Partisi bunlar üç büyük parti. Bu Cumhuriyetçi Türk Partisinin başında Talat vardı ve o zaman bunlar bir blok oluşturmuştu. Biri oyundan çıktı öbürü oyuna girdi. Mustafa Akıncı, eski Lefkoşe Belediye Başkanıdır aynı zamanda. Burada mesele işte bu. Kıbrıs sorununun çözümü esnasında Annan Planı’nı dayatmaları esnasında Kıbrıs kamuoyunda özellikle de genç nesillere aşılanan o dönemin Turuncu Devrimlerini biliriz. Birtakım uluslararası sivil toplum kuruluşlarının eliyle yapılan bir propagandanın bir sonucu. Daha sonra Annan Planı’nı Rumlar reddetti ve kabul edilmedi. KKTC’ye taahhüt edilen hiçbir şeyi AB yerine getirmedi. Sonra Talat bir daha Cumhurbaşkanı olamadı. Yerine Denktaş çizgisindeki Sayın Derviş Eroğlu, Cumhurbaşkanı oldu ve o süreç öyle devam etti. Fakat yeniden kafası karıştırıldı Kıbrıs Türklerinin ve Cumhurbaşkanlığı seçimini Mustafa Akıncı kazandı. Burada Annan Planı o kadar kritik ki eğer Annan Planı Rumlar tarafından kabul edileydi ve hayata geçseydi 10 sene içinde Ada’daki Türk askeri sayısı 40 binden 650’ye düşecekti. 650 askerle bugün Kıbrıs çevresinde sondaj yapabilir miydiniz? Doğu Akdeniz’de şu anda çıkarılmadığı ve çıkarılması için uğraşıldığı bu enerji kaynaklarının varlığı potansiyel olarak 2001’in sonundan itibaren biliniyordu. 2004’teki Annan Planı çerçevesinde, ‘Kıbrıs bizim için bir yüktür, stratejik önemi de artık kalmamıştır.’ diyen kim varsa bu durumdan mesuldürler. Benim de yüksek lisans tezim Kıbrıs meselesi idi. O bakımdan bu konuyu iyi biliyorum. Bu vesileyle rahmetli Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı saygıyla anıyorum. Allah rahmet eylesin. Allah, Rauf Denktaş gibi devlet adamlarını Türk milletine bağışlasın.”