CUMHURİYET HALK PARTİSİ ve DEVLET KURMAK: ESKİ CEVAPLARA YENİ İTİRAZLAR

29 Ekim 2019 11:13 Dr.Bahadır Bumin ÖZARSLAN
Okunma
1058
CUMHURİYET HALK PARTİSİ ve DEVLET KURMAK:  ESKİ CEVAPLARA YENİ İTİRAZLAR

CUMHURİYET HALK PARTİSİ ve DEVLET KURMAK:
ESKİ CEVAPLARA YENİ İTİRAZLAR
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN

Bilindiği üzere Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Türkiye’de şu anda faal olanlar içerisinde en eski siyasi partidir. Aynı zamanda Türk siyasi hayatındaki ana akımlara bakıldığında da CHP, köklü bir akımı temsil etmekte/temsil ettiğini iddia etmektedir. Bununla birlikte son 10 yılda ve bu dönemde de her yıl artan bir şekilde, CHP’nin temsil ettiği/ettiğini iddia ettiği Kemalizm ile arasında ciddi bir çelişki yumağı da göze çarpmaktadır. Bahsi geçen bu çelişki yumağı, aslında 1960’larda ortaya atılan “Ortanın Solu” anlayışıyla başlamış olmakla birlikte, özellikle 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden sonra kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) eliyle daha da somutlaşmaya başlamış ve CHP’nin mevcut Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti içi iktidarı ele almasıyla hızla kabarmıştır. Bununla birlikte CHP hâlâ, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurduğunu ve bu misyona sahip olduğunu iddia etmektedir.
CHP’nin belki de en temel iddiası olarak nitelendirilebilecek olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmak” iddiası dikkatle incelendiğinde, özellikle bugünkü CHP’nin teorik yaklaşımı ve izlediği politikalar bakımından, ortaya çok farklı bir manzara çıkmaktadır. Zira bu iddia, gerek şeklen gerekse fiilen karşılıksız kalmaktadır. Nitekim şeklen bakıldığında, CHP’nin resmî İnternet sayfasındaki “CHP Tarihi” isimli bölümde, CHP’nin 9 Eylül 1923’te “Halk Fırkası” adıyla kurulduğu, 1924’te “Cumhuriyet Halk Fırkası” ve 1935’te de “Cumhuriyet Halk Partisi” adını aldığı belirtilmektedir. Öte yandan yine resmî İnternet sayfasının ilgili bölümünde Halk Fırkasının, Sivas Kongresi’nde birleştirilen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin tarihî mirasına sahip çıktığını ve Halk Fırkası kurulurken bu cemiyetlerin tabelalarının değiştirilerek “Halk Fırkası” tabelasının asıldığı belirtilmiştir .
CHP’nin bu iddiası şeklen değerlendirildiğinde, iddianın temelsiz olduğu anlaşılmaktadır çünkü Cumhuriyet’in kuruluşu, 1921 Anayasa’sının 1, 3, 8 ve 9. maddelerinin değiştirilmesine yönelik olarak verilen kanun tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından kabul edilmesiyle gerçekleşmiştir. Yani bir başka deyişle yasama organı olan TBMM eliyle Cumhuriyet kurulmuştur . Öte yandan, Cumhuriyet’in kurulduğu tarihte, Halk Fırkası dışında başka herhangi bir fırka/parti yoktur ve tek partili bir siyasî düzen bulunmaktadır. Cumhuriyet’in kurulması kararı ise Halk Fırkası kararı olmayıp tek parti, bir başka deyişle devlet partisi niteliğindeki Halk Fırkası üyelerinden oluşan TBMM tarafından yapılmış bir Anayasa değişikliği yoluyla mümkün olmuştur. Dolayısıyla 1935 yılında “Cumhuriyet Halk Partisi” adını alan CHP’nin ne bugünkü CHP ile ne de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması kararını alan ve sadece Halk Fırkası üyelerinden oluşan TBMM ile şeklen herhangi bir alakası vardır. Bu sebeple CHP’nin böyle bir şeklî iddiada bulunması mantıklı değildir. Kaldı ki kendi resmî İnternet sayfasında, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ile bağlantı kurması da CHP’nin Cumhuriyet’i kurma iddiasını çürütmektedir. Zira Millî Mücadele, sonradan pek çok partide temsilcisi bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri eliyle yurt sathına yayılmıştır. 1960 ve öncesi doğumlu vatandaşlarımızın ebeveynlerinin (ana-baba) ve ikinci üst soylarının (dede-nine) Millî Mücadele Dönemi’nde bu cemiyetin ve/veya daha sonrasında Halk Fırkasının üyesi olması da bu yönüyle gayet doğaldır. Millî Mücadele, tek elden ve tek kurumsal kimlikle koordine edildiğinden, CHP’nin tek başına bu mücadeleyi sahiplenmesi gerçeklerle bağdaşmadığı gibi siyasi ahlak bakımından da ciddi bir istismar anlamına gelmektedir.
Öte yandan, CHP’nin yukarıda işaret ettiğimiz “şeklen kurucu olma” yaklaşımı esas alınırsa ortaya, benzer başka iddialar atmak mümkündür. Millî Mücadele Dönemi’nde, Ankara’da Mustafa Kemal önderliğinde yürütülen hareketin mensupları, iç ve dış basın tarafından “Türk milliyetçileri” olarak nitelendirilmiştir. Bu durumda, parti programları açısından günümüzde Türk milliyetçiliğini esas alan tek partinin Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olduğu düşünüldüğünde , Millî Mücadele’nin MHP eliyle yürütüldüğü ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin MHP tarafından kurulduğu iddialarını gündeme getirmek mümkün olacaktır. Böylesi bir iddia ne kadar anakronik  karşılanırsa CHP’nin “kuruculuk” iddiası da o kadar anakronizmi bünyesinde barındırmaktadır. Dolayısıyla CHP’nin “kuruculuk” iddiası, kendi içinde tutarsızdır; zaman-kavram ve zaman-kurum uyumsuzluğu içindedir.  
Cumhuriyet’in kuruculuğu iddiasının bugün ne kadar fiilen temsil edildiğine bakıldığında ise değerlendirilmesi gereken en önemli kıstaslar, CHP’nin resmî yayınları ve izlediği politikalardır. Bu bağlamda, öncelikle CHP’nin parti programına  bakıldığında, Kemalizm’in altı okundan biri olarak “Milliyetçilik” sayılmakta fakat bu milliyetçiliğin hangi milletin milliyetçiliği olduğu belirtilmemektedir. CHP’nin çok sık kullandığı ve yürürlükteki 1982 Anayasa’sına da 12 Eylül cuntacıları tarafından eklenen “Atatürk milliyetçiliği” tabiri ise gerek etimolojik gerekse sosyolojik olarak doğru bir kullanım değildir. Milliyetçilik, hem kelimenin kökeninden hem de sosyolojik gerçeklerden hareketle sadece millet adıyla nitelenebilir. Kişilerin ise ancak milliyetçilik anlayışları olabilir . Bu bağlamda Atatürk’ün kendisi de milliyetçilik anlayışını, “Türk milliyetçiliği” olarak dile getirmiştir. Nitekim 1961 Anayasa’sının giriş kısmında kullanılan ifade de “Türk milliyetçiliği”dir . Öte yandan CHP’nin parti programında, bırakın milliyetçiliğin nitelendirilmemesini, milletin adı da belirtilmemiş ve sadece bir kere “Türk ulusu” tabiri kullanılmıştır . Bahsi geçen programda, “ulus” tabiri kullanılmakla birlikte ulusun adı zikredilmemiş; “Türk Ceza Kanunu, Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Türk vatandaşlığı, Türk uyruğu, Türk kadını, Türk dış politikası, Türk kültürü, Türk dili, Türk millî eğitimi, Türk bilim adamı, Türk turizmi, Türk savunma sanayi, Türk-Yunan, Türk-Rum, Türk deniz ticaret filosu, yurt dışındaki Türk şirketleri, yurt dışındaki Türk toplumları, Türk devletleri, Türk cumhuriyetleri, Türk sinema endüstrisi, Türk teknoloji merkezleri” gibi ya kurum, kavram ve resmî adlandırma ya Türkiye’nin dışındaki tüzel kişiliklerle ve topluluklarla ilgili mecburi kullanım ya da yaygın kullanılan ikileme mahiyetinde, “Türk” tabiri kullanılmıştır. Aradaki farkı anlamak ve bir örnek olması bakımından şu veriye dikkat çekmek gerekir ki MHP Programı’nda “Türk milleti” tabiri, tam 26 defa geçmektedir.
CHP’nin bugünkü programı ile Cumhuriyet’i kurma iddiası arasında da ciddi tutarsızlıklar bulunmaktadır. Söz gelimi programın “Hedef ve Önceliklerimiz: Atatürk İlke ve Devrimlerinin Bekçisiyiz” başlıklı Birinci Bölümü’nde yer alan ve “İdeolojimizin Temel Dayanakları” başlıklı alt bölümünde , CHP’nin ideolojisini besleyen üç ana kaynak olarak “Atatürk’ün modernleşme devrimi ve altı ok ilkeleri”, “Sosyal demokrasinin evrensel kuralları” ve “Anadolu ve Trakya’nın tarihsel ve felsefi birikimi” sıralanmıştır. Görüldüğü üzere burada, Millî Mücadele Dönemi’ne ve Kuvayımilliye anlayışına yapılmış bir atıf yoktur. Her ne kadar bu başlıkta belirtilen üç ana kaynaktan sonra sıralanan bazı yaklaşımlardan bahsedilse ve “Ulusal kurtuluş mücadelesinin tam bağımsızlık ruhunun temsilcisidir.” şeklinde bir cümle kullanılsa da sıralanan yaklaşımların, yukarıda işaret ettiğimiz üç ana kaynak temelinde kabul edildiği belirtilmiştir. Bir başka deyişle Millî Mücadele Dönemi esas alınmamış, üç ana kaynaktan hareketle Millî Mücadele sahiplenilmiştir. Cumhuriyet’ten sonra ortaya çıkmış devrimler ve altı ok ilkeleri, Millî Mücadele ruhunun sahiplenilmesinde temel teşkil etmiştir (!). Dolayısıyla kronolojik yanlışlık, mantık hatasına ve anakronizme yol açmıştır.
Öte yandan, diğer bir kaynak olan “sosyal demokrasinin evrensel kuralları”nı da ele almak gerekmektedir. Gerek Millî Mücadele gerek Cumhuriyet’in kuruluş aşaması ve gerekse Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün hayatta olduğu dönem itibarıyla “sosyal demokrasi”, bir fikir akımı olarak varlığını sürdürmektedir. Atatürk’ün yaşarken itibar etmediği bir akıma, daha sonra CHP’nin meyletmesini de Atatürk’ün bakış açısıyla ve Kemalizm ile bağdaştırmak da ayrı bir tutarsızlık ve saptırmadır. CHP’nin 1960’lı yıllarda “Ortanın Solu” şeklinde sloganlaştırılan rota kaymasına uğradığı ve arkasından “Demokratik Sol” kavramı etrafında bir tutum takınarak 12 Eylül Darbesi’ne kadar varlığını devam ettirdiği bilinmektedir. “Sosyal demokrasi” kavramı ise 1980 sonrası siyasi partilerin kuruluş aşamasında tartışmalara yol açmış ve SHP kurulurken Bülent Ecevit, bu yaklaşıma itibar etmeyerek Demokratik Sol Parti’yi (DSP) kurmuştur. Ecevit’in en önemli gerekçelerinden biri de sosyal demokrasinin Marksist bir temele sahip olması ve Kemalist yaklaşımın ise bu temelle bağdaşmamasıdır. Bu sebeple Ecevit, yasaklı olduğu dönemde DSP’yi kurdurmuş ve teşkilatlandırmıştır. . Nitekim devam eden süreçte de SHP, daha sonra Deniz Baykal tarafından yeniden açılan CHP ve her iki partinin birleşmesi sonucu CHP adıyla yoluna devam eden partiler ve izlediği politikalar ile DSP arasına kesin bir mesafe koymuştur. Her fırsatta birleşme çağrılarına kulak tıkamış, aradaki ciddi ideolojik yaklaşım ve tutum farkına da ısrarla işaret etmiştir. DSP, bugün de aynı iddiasını ve Ecevit'in 1980 sonrası çizgisine bağlılığını devam ettirdiğini beyan etmektedir.
Son kaynak olan “Anadolu’nun ve Trakya’nın tarihsel ve felsefi birikimi” de dikkat çekici bir temele işaret etmektedir. Üzerinde yaşadığımız ve bağımsız bir devlet kurduğumuz topraklar, doğal olarak Atatürk’ün varlığını kabul ettiği bir gerçektir. Nitekim bu yönde bazı çalışmalar yaptığı da bilinmektedir. Bununla birlikte Atatürk’ün temel aldığı yaklaşım, 10. Yıl Nutku'nda da belirtildiği gibi “yüksek Türk kültürü”dür. Yaşadığımız topraklarla Türklük arasında bir bağ kurmaya gayret etmiş, Türk merkezli ve doğal olarak Türk kültürü odaklı bir ilişki kurmaya çalışmıştır. Ayrıca Türklüğü ve dolayısıyla Türk kültürünü ise Edirne ile Kars, CHP’nin tabiri ile Anadolu ve Trakya arasına sıkıştırmamıştır. Zaten Selânik doğumlu bir Balkan Türk’ünün de başka türlü düşünmesi, eşyanın tabiatına aykırıdır. . Dolayısıyla CHP’nin ideolojik beslenme kaynağı da bu yönüyle Atatürk’ün tutumuyla bağdaşmamakta, öte yandan Anadolu’nun ve Trakya’nın tarihî ve felsefi birikimiyle neyin kast edildiği de anlaşılmamaktadır.
CHP’nin parti programındaki eksen kayması, CHP’nin parti politikalarına ve diğer belgelerine de yansımaktadır. Bahsi geçen kaymanın bilerek ve isteyerek yapıldığının en somut göstergesi de partinin resmî yayınları ve izlenen politikalardır. Bir başka deyişle tesadüfen veya hatayla değil bilinçli bir şekilde tutum değişikliği yaşanmaktadır. Söz gelimi 24 Haziran 2018’de gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve 27. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimleri için hazırlanmış, “Millet İçin Geliyoruz!” başlıklı seçim bildirgesi  incelendiğinde, bu eksen kaymasının izleri, çok net bir şekilde anlaşılmaktadır.
2018 Seçim Bildirgesi’nin “Demokrasi: Hak, Hukuk, Adalet” başlıklı ana bölümünde yer alan başlıklardan biri de “Halkımıza Yakışan Demokratik Bir Anayasa”dır. Bu alt başlıkta kullanılan bir kavram dikkat çekmektedir ki o da “yeni Anayasa”dır. Bilindiği üzere anayasa, çok kısa bir şekilde tarif etmek gerekirse bir devletin niteliğini, devletin organları arasındaki ilişkileri ve yine devletin toplumla ilişkilerini belirlediği bir kurallar bütünüdür. Kural olarak, iç hukuktaki en üstün hukuk kuralıdır. Bir başka deyişle Anayasa demek, devlet demektir. Çünkü Anayasa özünde, devletin gerek kendi içindeki gerekse toplumla ilişkilerindeki işleyişe odaklanmıştır. Bu sebeple yeni bir Anayasa’dan bahsediliyorsa bu aslında, “yeni bir devlet” demektir. Bu çerçevede bundan önceki Anayasa yapım sürecinde sıklıkla karşımıza çıkan ve şimdi o kadar sık olmasa da yine arada bir kullanılan “yeni Anayasa” tabirine bu gözle bakmak gerekir. Bir başka deyişle yeni Anayasa tabirini ortaya atanlar, “yeni devlet” diyemedikleri için bu tabiri kullanmaktadırlar. Nitekim CIA'nın eski Türkiye Masası Şefi Graham E. Fuller'ın 2008 yılında “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adıyla Türkçe'ye çevrilen kitabı, tam da bu minvalde ele alınması gereken bir çalışmadır. . Kitap incelendiğinde, yeni bir devletin inşa projesi olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Cumhuriyet’i kurduğunu iddia eden CHP için “Acaba bu devletin neyinden rahatsızdır ki yeni bir devlet peşine düşmüştür?” gibi bir sorunun akla gelmesi, gayet doğal olacaktır.
2018 Seçim Bildirgesi’nde dikkat çeken bir başka husus, “Toplumsal Barış, Kürt Sorunu”  başlığı altındaki yaklaşım ve vaatlerdir. Her şeyden önce CHP, “Kürt sorunu” tabirini kullanmakta bir beis görmemekte ve Türkiye’nin yaşadığı terör sorununu, etnik bir düzlemde ele almaktadır. Böylesi bir yaklaşım, Millî Mücadele neticesinde Atatürk ve kurucu kadro tarafından oluşturulan “Türk üniter ulus devlet” anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Zira bir taraftan kafalarda yaratılmış bir bölünme algısı beslenmekte, diğer taraftan da tarihî akışa yine tersten yaklaşılarak millî kimliğe karşı etnik kimlik bir özne hâline getirilmekte ve âdeta “kabileci” bir tutum takınılmaktadır. Bu durumda, parti programında yer alan “ulus devlet” vurgusu ise havada kalmakta, Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerinden devşirilmek istenen ve genelde sonuca ulaşamayıp tam tersi bir akışa sebep olan oylara kurban edilmektedir. Nitekim bu başlık altında, bahsedilen “Ortak Akıl Heyeti”, “Kürt sorununa eşit yurttaşlık temelinde çözüm”, "ana dil öğrenim hakkı", “ Dersim Olayları”, “Nevroz Bayramı” gibi vurgular, Türk üniter ulus devletine yönelik vurulmak istenen ağır darbelerdir. “Çözüm süreci” adı altında yakın zamana kadar yürütülen ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemen vasfının askıya alındığı tarihî hata dönemindeki politikalar ile hiçbir farkı olmayan bu yaklaşım, “kuruculuk” iddiası ile bağdaşmadığı gibi âdeta bölücü terörist örgüt dilinin hâkim olduğu ve kurucu felsefeyle dalga geçercesine verilmiş vaatler izlenimi doğurmaktadır.
Millî Mücadele ile kurulan Türk üniter ulus devleti, aynı zamanda antiemperyalist bir mücadelenin sonucudur ve 20. yüzyılda bütün dünyaya emsal teşkil etmiş kutlu bir başkaldırıdır. Böylesine bir mücadeleden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu ruh üzerine inşa edilmiş bir devlettir. İşte böyle bir devleti kurduğunu iddia eden CHP’nin 2018 Seçim Bildirgesi’nde yer alan, “Dış Politika: İstikrar ve İtibar” başlığı altındaki vaatleri arasında , “AB ile üyelik perspektifini onarmak” ve “ABD ile yeni ortaklıklar tesis etmek” de yeralmaktadır. AB ile üyelik müzakerelerinin yolunun açılmasında AB tarafından dayatılan en önemli hususlardan biri de Türkiye’nin hava ve deniz limanlarının Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne açılması ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin tanınmasıdır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtlarını yapmakla her fırsatta övünen bir partinin geldiği noktayı özetlemesi bakımından ibretlik bir durumu temsil eden bu vaat aynı zamanda, KKTC’yi yok etmeyi vadetmek anlamına gelmektedir. Yine ABD ile “stratejik ve askerî ilişkilerle sınırlı olmayan, başta ekonomik, bilimsel ve kültürel etkileşime açık yeni ortaklıklar”dan neyin kast edildiği açık değildir ya da başka bir tabirle CHP’nin mevcut çizgisi ve ulaşmak istediği hedef bakımından gayet açıktır. Tam da burada, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 6 Mart 1922’de, TBMM’de söylediği şu sözler akıllardan hiç çıkmamalıdır: “… Artık hayat bulmak için, hâli iyileştirmek için, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler yayılmaya başladı. Hâlbuki hangi bağımsızlık vardır ki yabancıların nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir. Tarihe böyle bir hadise kaydetmeye teşebbüs edenler, acı sonuçlarla karşılaşmışlardır…”
CHP’nin yukarıda tarif etmeye çalıştığımız bu tutumu ile takip ettiği politikalar karşılaştırıldığında, bu yönde pek çok örnek bulmak mümkündür. Nitekim, sadece son dönem dikkate alındığında bile Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında Afrin şehir merkezine operasyona karşı çıkmak, “Kim bize saldıracak ki?” şeklinde bir yaklaşımla S-400 hava savunma sistemi alımını gereksiz bulup itiraz etmek, ABD ile bozulan ilişkilere bozulmak ve resmî açıklamalarla bunu alenen beyan etmek, belediyelere kayyum atanmasına karşı çıkmak, Hendek Operasyonlarında Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlayan ve uluslararası toplumu Türkiye’ye müdahaleye çağıran “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”ne imza atanları sahiplenmek, Sezgin Tanrıkulu ve Mehmet Bekâroğlu gibi Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle ve Türk üniter ulus devletiyle kavgalı olan kişileri parti üst yönetimine taşımak gibi bir çırpıda akla gelen örnekler, yukarıda işaret ettiğimiz CHP resmî belgeleriyle uyumlu bir profil çizmektedir. Bu durumun ise Millî Mücadele’nin ruhuyla uyuşmaması, Cumhuriyeti kuran iradeyle çelişmesi ve “Halk Fırkası”na karşıt bir durum arz etmesi, izahtan varestedir.
Görüldüğü üzere CHP'nin günümüzdeki çizgisi, 1960'lardan itibaren girdiği farklı rotanın etkisiyle değişmeye başlayan ve 1980'den sonra yeni bir mecrada devam eden dönüşümün sonucudur. Özellikle Deniz Baykal’ın malum şekilde tasfiyesinden sonra CHP’ye egemen olmaya başlayan yapı, son 10 sene içinde iyice palazlanmış ve kontrolü tamamen ele geçirmiştir. Göstermelik, sembolik ve çok sınırlı sayıda birkaç isim dışında CHP'de, Türk üniter ulus devletini esas alan kişiler tercih edilmemiştir. Belirsiz, kozmopolitliğe meyyal bir CHP kimliği ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında, özellikle son dönemde HDP tabanından oy devşirme ve bu sebeple bölücü-Kürtçü çizginin renklerini CHP'ye taşıma stratejisi de önemli bir rol oynamaktadır.
CHP'nin tarihî çizgisini temsil ettiğini iddia eden partilerin tercihlerindeki bu tedrici değişim, 1980 sonrası tartışmaları da beraberinde getirmiş ve Kemalist cenahta ayrışmalara yol açmıştır. Nitekim, yukarıda da işaret edildiği üzere DSP'nin kuruluşu ve bahsi geçen partilerle bir araya gelmemesi, bunun en somut yansımasıdır. Ortaya çıkan bu tablo, seçmen nezdinde de bazı tepkilere yol açmıştır. Söz gelimi, 1991 Seçimlerinde SHP listelerinden seçilerek TBMM'ye giren ve bugünkü HDP'nin öncülü olan Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekilleri, Kemalist seçmenin rahatsızlığını açıkça beyan ettiği, ciddi bir kırılmadır. Nitekim bu rahatsız seçmen, 1995 Milletvekili Seçimlerinden başlayarak daha çok DSP'nin çizgisine itibar etmeye başlamış ve 1999'da yapılan genel seçimlerde de CHP'yi baraj altında bırakarak DSP'ye açık bir destek vermiştir. Bununla birlikte daha çok Ecevit'in şahsında yapılan bu tercih, Ecevit'in ilerleyen yaşı ve fiilen siyaset denkleminden çıkmasıyla değişmeye başlamış, seçmen yeniden CHP'ye yönelmiştir. Bu noktada, eş zamanlı olarak CHP'de yeniden Deniz Baykal'ın parti içi iktidarı ele geçirmesi ve tarihî çizgiye yakınlaşarak CHP içindeki mezhepçi ve bölücü-kimlikçi çizgiyi tasfiye etmesi önemli bir rol oynamıştır. Ancak Deniz Baykal'ın tasfiyesiyle CHP'nin tarihî çizgiye bağlı seçmeni, yeniden arayışa girmiştir. Özellikle 2015 Seçimlerinden sonra Türk üniter ulus devlet kimliğinin fiilen terk edilmeye başlanmasına karşı belirgin bir tepki ve hatta kızgınlık içindedir. En önemlisi de çok geniş bir seçmen tabanı, Kemalist çizginin CHP'de temsil kabiliyetinin kalmaması sebebiyle ciddi bir endişe içinde olup Türk üniter ulus devletine bağlı bir adres arayışındadır. Bu noktada, Türk üniter ulus devlet anlayışının gerçek ve tek sahibi MHP'nin, bu kitlenin "kalbini ısındırması" mümkün gözükmektedir.  
Görüldüğü üzere, CHP'nin “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmak” şeklindeki iddiası, şeklen doğru olmadığı gibi fiilen de artık içi boş ve temelsiz bir iddia hâline gelmiştir. Öte yandan, Atatürk'ün işaret ettiği "Cumhuriyet'i kurmak kadar onu yaşatmak ülküsü" ise CHP için sadece söylemde kalmıştır. Zira Cumhuriyet'i CHP'nin kurduğu iddiası, eski ve yanlış bir ön kabul olarak zihinlerde etkisini sürdürse bile Türk seçmeni, "Cumhuriyet'i yaşatmak" hedefinin CHP'de fiilen tedavülden kalktığını görmektedir ki bu noktada en iyi gözlemi bizzat CHP seçmeni yapmaktadır. Kısacası, CHP'nin fiilen terk ettiği "Cumhuriyet'i yaşatmak ülküsü" üzerinde durmak ve Cumhuriyet'i kuran iradenin doktriner Türk milliyetçiliği olduğu iddiasını daha yüksek sesle dillendirmek MHP için önemli bir görev olarak belirmiştir. Zira bu mesele, sadece basit bir siyasal çekişme aracı olmayıp, özellikle 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra ortaya çıkan gelişmeler sebebiyle bir beka meselesi hâline gelmiştir. Açıktır ki MHP'nin varlığı ve bekası, Türk üniter ulus devletinin bekası demektir. Zira MHP, "Türk üniter ulus devletinin korunması" bağlamında, tek başına mücadele vermektedir. Bu konuda hassasiyeti olduğunu beyan edenlerin ya üniter devletle ya da ulus devletle açık veya örtülü sorunları vardır. Dolayısıyla bu açık gerçek ve mücadele, önümüzdeki dönemde MHP tarafından en üst perdeden ve sıklıkla işlenmelidir.