ZAMAN MİLLETİN 24 HAZİRAN’DA GERÇEKLEŞEN İRADESİ ÜZERİNDE DÜŞÜNME ZAMANI

31 Ağustos 2018 15:56 Coşkun BAŞBUĞ
Okunma
612

ZAMAN MİLLETİN 24 HAZİRAN’DA GERÇEKLEŞEN İRADESİ
ÜZERİNDE DÜŞÜNME ZAMANI

Coşkun BAŞBUĞ

Orta Doğu’nun kilit taşı Türkiye; hem bölgede hem de kendi içinde yaşanan önemli tarihî olaylara şahitlik ediyor ve dünyanın yaşadığı bu ibretlik süreçte çok önemli roller üstleniyor. Hemen yanı başımızda yaşanan Suriye dramı, otuz yıldır kanayan yara Irak, İsrail’in Kudüs işgali, seçimler, terörle mücadele bu denklemlerden sadece birkaçı.
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu durumu yalın bir akıl ve tarafsız bir gözle sorgulamayı becerebilenler; ülke olarak bu süreci yaşamamızın kaçınılmaz olduğunu ve bu konuda seçme şansımızın olmadığını rahatlıkla kavrayabilirler. Hatta ilave bir zekâyla ülke menfaatleri için en doğru olanın bu süreci yaşamak olduğunu, üstelik bu süreçte aktif rol almamız gerektiğini rahatlıkla anlayabilirler. Zira bölgedeki tüm denklemlerin ortak paydası olmuş Türkiye, attığı her adımla, takındığı her tavırla doğrudan kendini ve dünyayı etki altında bırakıyor. 
Tüm bu faktörleri birlikte değerlendiren dünya devletleri bugün içinde bulunduğunuz an itibarıyla sahada aktif mücadele yürüten Türkiye’nin soyunduğu rolü, sahaya ne maksatla çıktığını ve neler yapmak istediğini çok iyi anladı. Aynı zamanda bu gerçekleri ülke insanımızda görüyor ve %95 gibi ezici çoğunlukla süreci destekliyor. Ancak herkesçe görülen gerçekleri ülkemizde hâlen görmeyen, yaşadığı körlük nedeniyle yapılan işlere körü körüne muhalefet etmeye çalışan %5 gibi azınlık bir grup var. Yazımın başında dolaylı olarak vurguladığım gibi yaşananları görebilmek, etrafımızda dönen dolapları anlayabilmek, ülkemiz üzerine kurulan tuzakları fark edebilmek her babayiğidin harcı değil. Tüm bunları başarabilmek için öncelikle olanları anlayacak bir akla, bulmacayı çözecek bilgiye, yaşananları görecek ufka ihtiyaç var.

Ama Ne Çare!
Ancak muhalefet ettiğini zanneden bu kesimde maalesef bu sıraladıklarımın hiçbiri yok. Süreci bilgisizce eleştiren bu azınlık kesim inanılmaz bir ufuksuzluk ve cehalet içinde. Üstelik bu azınlığın çoğu sözde okumuş (!), aydın (!), bilinçli (!), vatansever (!) kimselerden oluşuyor. İçlerine biraz girdiğinizde hemen anlıyorsunuz ki “Kül yutmam.” diye gezen bu aydın (!) kesimin mangalları boyunlarında bağlı, ama farkında değiller.
Yaşadıkları cehalet bırakın dizlerini, boylarını geçmiş durumda. Tüm bunlardan daha da acısı maalesef içlerine düştükleri bu amansız hastalığın tedavisi de yok. Ne demiş atalarımız; “Akıl yoksa Çakır neylesin, fikir yoksa Bekir neylesin!” Hâl böyle olunca doğal olarak cehalet, öfkeyi, öfke de kini tetikliyor ve oluşan kinle şuursuzca saldırıyorlar. Peki, bu zavallı durum karşısında ne yapmalı?
Bu cenahı yakından tanıyan biri olarak şunu açık yüreklilikle söyleyeyim, oluşan bu tablo karşısında yapılacak tek iş, kısır döngüye düşmüş bu insanları yok sayıp yola devam etmek. Aksi takdirde aynı kısır döngüye bizlerde düşeriz. Zaten aklın yolu bir olduğu için olsa gerek, devlet ve onu yönetenlerde aynısını yapıyor ve bu kitleyi yok sayıp yollarına tam gaz devam ediyorlar. Ne diyelim Allah bu biçarelerin yardımcısı olsun.
Şimdi dönelim yazımızın konusu olan genel seçimlere. Bilindiği gibi insanoğlu, özellikle de Türk halkı çok çabuk unutan bir toplum.Türk halkının bu özelliğinde kalbinin temizliği çok etkili bir faktör. İşte bu unutkanlıktan dolayı, bugün yaşananları daha iyi anlayabilmek için başa dönüp seçim sürecini kısaca hatırlamanın faydalı olacağını düşünüyorum. 

Seçime Giden Yol
Hepimizin bildiği gibi genel seçimlerin 03 Kasım 2019 tarihinde yapılması kararlaştırılmıştı. Tarih açıklandığında, yapılacak seçimin önemini vurgulamak adına “1919=2019” başlıklı bir yazıyı da kaleme almıştım. Ancak belirlenen tarih Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı ani bir çıkışla siyaset meydanlarında tartışılır hâle geldi. Bahçeli, yaptığı açıklamada seçimlerin erkene alınması gerektiğini savundu ve “26 Ağustos 2018” gibi anlamlı bir tarihi de yeni seçim tarihi olarak açıkladı. Bahçeli tarafından kodlanan tarih mesaj yüklüydü. Malum; Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan Anadolu’ya bu tarihte girmiş, kurucu önder Atatürk uğur getirmesi ve gelecek nesillere mesaj olması için bu simge tarihi “Büyük Taarruz’a” başlangıç tarihi yapmıştı. 
Devlet Bahçeli’nin açıklaması üzerine, AKP-MHP yakınlaşmasını yakından takip eden basın mensuplarımızdan bazıları beni aradı ve hepsi ağız birliği etmişçesine bu çıkışın AKP-MHP arasında bir gerginliğe sebep olup olmayacağını sordu. Soru haklıydı, çünkü o günlerde Erdoğan meydanlarda seçimlerin 2019’da yapılacağını ısrarla tekrarlıyordu. Bu tartışmanın sürdüğü saatlerde bir son dakika haberi gündeme düştü. Haberde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bahçeli’nin çıkışı ile ilgili saat 16.00’da bir açıklama yapacağı duyuruluyordu. Konu üzerine değerlendirme isteyen basın mensuplarına son dakika gelişmesini de dâhil ederek, şu görüşü bildirdim; “İki parti arasında hiçbir gerginlik yaşanmayacak, muhtemelen Erdoğan seçim tarihini daha da öne çekecek!” Beklediğim gibi de oldu. Erdoğan son derece akıllı bir siyasi hamle ile seçim tarihini öne çektiğini açıkladı: 24 Haziran 2018.

Ekonomik Tuzaklar Çöpe
Seçim tarihinin öne alınması, siyasete siyaset için değil devlet için sarılanların yaptığı inanılmaz önemli bir hamleydi. Son derece yerinde yapılan millî hamle küresel akıl ile onun içerdeki iş birlikçi hainlerinin bütün tuzaklarını yerle bir etti. Oysa onların planları bambaşkaydı. Gözü dönmüşler kanlı planlarını 2019’da yapılacak seçim sürecine kadar uzanan süreye yaymışlardı. Kurulan tezgâha göre saldırı ekonomik oyunla başlayacaktı. Dolar ve avroda gerçekleştirilecek suni bir yükselişle faizler zıplatılacak, oluşacak ekonomik krizin ardından terör hortlatılacak ve böylelikle oluşacak halk tepkisi ile iktidarın yıpranması sağlanacaktı. Elbette tüm bunların sonucunda yılgınlık gösteren halk sokaklara dökülecek böylelikle gezide başarılamayan ayaklanma girişimi başarılmış olacaktı. Kanlı plan işliyordu. Gerçekten dolar suni bir artışla tüm zamanların en yüksek değerine ulaştı ve 4,9270 TL seviyesine çıktı. Ekonomik operasyonla eş zamanlı olarak başlatılan algı operasyonları seçim sürecini hedef aldı. Bu operasyonlarla seçim ve seçim sonuçları sulandırılarak demokrasinin itibarsızlaştırılması sağlanacaktı. 
Özet olarak anlatmaya çalıştığım bu alçakça tezgâh 2019’da yapılacak seçimlere göre kurulmuştu. Ancak seçim tarihinin öne alınmasıyla kumpası kuranlar fener tutulmuş tavşan misali donakaldılar ve her ne kadar adına üst akıl dense de esasen kıt akıl olan güç yaşadığı panikle birbiri ardına hatalar yapmaya başladı.   
Kıt akılın elindeki önemli maymunlarından biri olan sözde kredi ve derecelendirme kuruluşu Standart&Poor’s (S&P) bu konuda verilecek en bariz örneklerden biri. S&P, günler öncesinden Türkiye’nin ekonomik durumu ile ilgili sözde değerlendirmesini ağustosta açıklayacağını duyurmuştu. Ancak seçim tarihiyle ilgili 24 Haziran kararı alınır alınmaz açıklamayı mayıs ayında yapıverdi. S&P’un panik hâlde yaptığı bu ısmarlama çıkış bütün siyasi ve ekonomik çevrelerde şaşkınlıkla karşılandı. Açıklamada Türkiye’nin ekonomik görüntüsünün durağana çevrildiği, yabancı para cinsinden notun “BB”den “BB-“ye, yerli para notunun ise “BB+”den “BB“ye düşürüldüğü duyuruldu. Standart&Poor’s’u bir diğer sözde derecelendirme kuruluşu olan “Fitch” takip etti. Kukla operasyon kuruluşu “Fitch” benzer açıklamalarla doğrudan devleti hedef alıyordu.
Oysa Türkiye şubat ayında işsizlik oranını %12,6’dan %10,6’ya düşürmüş, 2017 yılında %7,4 oranında büyüyerek G-20 ülkeler içinde rekor kırmıştı. Ancak tüm bu başarılar görmezden gelinerek kasıtlı açıklamalarla ülkede ekonomik kriz yaratılması hedef alındı.  
Kredi notlarındaki düşüşe gerekçe neydi hâlen bilinmiyor. Seçimden sonra ağustos ayında yapılacak açıklama neden seçimden önceye alındı hâlen bilinmiyor. Üstelik tüm bunlardan daha garibi, bu maksatlı çıkış; ne millet ittifakına öncülük eden Cumhuriyet Halk Partisince, ne diğer muhalif partilerince, ne onların aydın (!) takımlarınca ne de “Mustafa Kemal’in askerlerince” hiç sorgulanmadı hiç eleştirilmedi, konu gündeme dahi getirilmedi. 
Ekonomik operasyonlar bununla da bitmedi. Anadolu’nun geleneksek yiyeceği, mutfakların temel gıdası patates ve soğan seçim öncesinde ani bir sıçratmayla suni olarak yükseltildi. Ancak, kıt akılın patates hamlesi de hüsrana uğradı. Seçim sonuçlarına etkisi olur düşüncesiyle suni olarak şişirilen fiyatlar oyun geri tepince seçim biter bitmez aynı hızla geriledi. Patates ve soğan ne oldu da bu denli yükseldi bilinmiyor, ne oldu da düştü bilinmiyor? Bu haklı sorular da cevapsız sorular arasındaki yerlerini aldılar. Yine aynı şekilde adına millet (!) ittifakı denen cenah, Cumhuriyet Halk Partisi ve diğer muhalif partiler, onların aydın (!) taraftarları, “Mustafa Kemal’in askerleri” bu anlamsız operasyonu hiç sorgulamadılar hiç eleştirmediler.      
Terör Tuzakları Çöpe
Terör, kıt akılın kurduğu tuzakların olmazsa olmazlarındandı ve dağda, bayırda, köyde, şehirde kısacası her zaman ve her yerde bol kan dökerek uygulanacaktı. Saldırılar 2019 Kasım’ına doğru sıklaştırılacak ve halk canından bezene kadar da sürdürülecekti. Ama seçimlerin öne alınması terör konusunda da küresel akıl ile onunla iş tutan içerdeki iş birlikçi hainlerin tuzaklarını yerle bir etti.
Seçimlere çok az bir süre kala, 15 Haziran 2016 günü, Diyarbakır’ın Kayapınar semtinde yapılan bir operasyonda, seçimleri sabote etmek maksadıyla eylem yapmak için yurda giriş yaptığı tespit edilen üç kişilik PKK suikast timi yakalandı. Yapılan aramada saz ve gitar kutusuna saklanmış roketatarlar, susturucu takılmış tabanca, bu silahlara ait çok sayıda mühimmat ve kar maskeleri ele geçti. Böylelikle terör örgütünün üst düzey siyasilere yönelik yapmayı düşündüğü suikast planları da suya düşmüş oldu. Bunlardan ayrı İstanbul ve Sakarya başta olmak üzere DEAŞ terör örgütüne yönelik diğer illerde yapılan operasyonlarda eylem hazırlığında olan birçok terörist ele geçti.
Hepsinden öte; içinde bulunduğumuz yılın 11 Mart’ında başlatılan yurt içi ve yurt dışı operasyonların teröre karşı verilen mücadelede inanılmaz katkıları oldu ve bu operasyonlar sonucu Kandil’in bütün şer yolları kontrol altına alındı. Yürütülen mücadeleyle seçim öncesi eylem yapmak üzere yurt içine girmeye hazırlanan 2000 kadar terörist inlerine geri dönmek zorunda kaldı. Büyük oranda tecrit altına alınan Kandil’in etkisiz kılınması ile terör bitme noktasına getirildi.

Algıda Operasyonlar Çöpe
Operasyonların en önemli ayağını algı operasyonları oluşturuyordu. Üstelik bu alanda yapılacaklar diğer operasyonlara göre çok daha basit ve sonuçları çok daha etkiliydi.
Bu alanda öncelikle yapılması gereken, seçimleri kazanacağına kesin gözüyle bakılan cumhur ittifakının elde edeceği başarıyı lekelemek, çeşitli bahanelerle seçim sonuçları üzerinde şaibe yaratmak ve oluşacak şüphe sonucu halkı sokaklara dökmekti.     
Bu konuda en aktif rolü “Yürüyen Kemal” üstlendi. Kılıçdaroğlu bütün planını, halkı sokaklara dökmek ve ülkede iç savaş çıkarmak üzere kurmuştu. Adalet yürüyüşü dâhil Kılıçdaroğlu’nun üstlendiği bütün eylemlerin arka planında hep bu niyet vardı. 
İşte bu saydığım algı operasyonlarını başlatmak için düğmeye basıldı ve sosyal medyada sürekli olarak cumhur ittifakınca seçimlerde her türlü hilenin yapılacağı, bu nedenle seçimlerin ve oluşacak seçim sonuçlarının geçersiz olduğu konusu işlenmeye başladı. Amaç seçim sonuçlarını insanların zihninde geçersiz kılmak, beyinlerde şüphe yaratmaktı. Bu kanaatin oluşmasına hizmet edecek onlarca kurgu haber, kurgu yalan, montaj görüntüler karanlık ellerce bilişim laboratuvarlarında hazırlanarak piyasaya sürüldü. Kimi bilerek kimi farkında olmadan binlerce kurye, hazırlanan materyalleri belli periyotlarla sosyal medya kanalıyla ülkeye yaydılar. Bunların önemli bir kısmı emniyet bilişim suçları ekiplerinin yaptığı takip sonucu yakalandı ve şu an yargı önünde hesap veriyorlar.

24 Saatte 24 Haziran
Seçim günü bu saldırıların zirve yaptığı gün oldu. Öylesi haberler dolanıyordu ki ortalıkta, okuyan, gören beyin felci geçiriyordu. Neler yoktu ki uyduruk laboratuvar haberlerde… Uçan mürekkepten tutun, uçurulmayan uçaklara, yüzdürülmeyen gemilere, dağa kaldırılan liderlere kadar ne ararsanız vardı yalanlarda.

Birazda Gülelim
Aşağıda yazdığım mesajlar seçim günü sosyal medyada dolaştırılan birkaç asparagas haberden biri. Kelimesine dokunmadan aynısını veriyorum;
“Arkadaşlar sabah bir arkadaşın kayınpederi oy kullandıktan sonra 1-2 dakika toparlanmak için kabinde oyalanmış sonra bakmış ki bastığı mühür uçup gitmiş. Uçucu mühür göndermişler CHP’nin kesin kazanacağı yerlere kıyamet kopmuş tutanaklar falan tutulmuş. Lütfen herkese duyurun mühürleri kontrol etsinler.”
Her okuyanın kahkahalarla güleceği bu tvit cumhur ittifakını destekleyenler de boş  durmamış ve anında karşı tvit hazırlayarak okuduğumda çok güldüğüm ve aynı zamanda gayet demokratik ve hoş bir cevap olarak bulduğum şu tviti atmışlar. Kelimesi kelimesine sizlerle paylaşayım;
“ACİL YAYALIM LÜTFEN!
Sandıkta bir arkadaşın başına geldi. Konyalı bilim adamları Muharrem İnce’ye verilen mühür mürekkeplerinin nano teknoloji ile geliştirilen bir yöntemle zarfın içinde hareket ederek Recep Tayyip Erdoğan’a doğru hareket ettiğini ve orada durduğunu fark etmiş.”

İlk tviti atan muhalif bir arkadaşıma, ben de ikinci tvitle cevap verdim. Muhalif arkadaşım hemen beni aradı ve kendisiyle dalga geçildiğini düşünerek tepki verdi. Ben de kendisine “Neden dalga geçelim, mürekkebin uçtuğuna inanıyorsun da yürüdüğüne neden inanmıyorsun!” dediğimde kısadan keserek telefonu kapadı. Öyle ya! Millî değerlerimizden Nasreddin Hoca’nın kazanı da böyle doğurmamış mıydı?
Akıl tutulması denilen şey bu yaşananlar karşısında gerçekten çok hafif kalır. Yaşananlara verilen tepki olsa olsa ancak beyin felci olabilir. İşin en acı tarafı da geçirdiği felç nedeniyle söylenen yalanlara inananlar, kıt aklın oynadığı algı operasyonlarını farkında olmadan güle oynaya yiyenler genelde hep mürekkep yalamış insanlarımızdı. Bu tespit; körü körüne iktidar düşmanlığı yapan,  “Benim oyum dağdaki çobanın oyundan kıymetlidir.” diye boynunda mangalla gezen aydınlarımıza (!) özellikle duyurulur.   
Yaşananlara en sert tanımlamalardan birini de Muharrem İnce yaptı. İnce; düzenlediği basın toplantısında, kendisinin tehdit edildiği, esir alındığı, ailesinin ve diğer aday Akşener’in kaçırıldığı yönünde çıkarılan söylentilerin asılsız ve yalan olduğunu ve bu tür dedikodulara inananların ancak şizofren olabileceğini söyledi. Şimdi akıllara “Peki bütün bu yaşananlar neden?” sorusu gelecektir. Cevap çok net ve açıktır. Bütün yaşananlar her yerde belirttiğim gibi halkı sokağa dökmek üzere planlanmıştır.
Ancak olmadı, başaramadılar. Nedendir bilinmez, millet ittifakının bu kirli ve kanlı oyununun bozulmasına Muharrem İnce’nin ciddi katkısı oldu. İnce düzenlediği basın toplantısında dedikodulara son verecek, oyun bozan konuşmasını yaptı; “Seçimlerde hile yok, adam kazandı arada 10.000.000 fark var!..” Bu sözün üzerine söz söylenmez ama konu kıt akıl olunca şartlar değişir. İnce’nin bu çıkışı oyunu bitirse de bazı aklıevveller İnce’nin bu sözleri baskı ve tehditle söylediği yalanına hem inandılar hem yaydılar.
Seçim günü kıyı Ege’deydim. Yaşam süresinin ciddi bir bölümünü bu kıyılarda geçirmiş bir Türk vatandaşı olarak bugüne kadar çok seçim gördüm, birçok siyasi mücadeleye şahitlik ettim ama böylesi bir tabloyu hiç yaşamadım. Seçime bir gün kala gerek tatil beldeleri gerek şehirler hayalet şehre döndü. Seçimlere katılım inanılmaz yüksekti. Ancak şuna eminim ki, bu konudaki aktif katılımın çoğu muhalif kanattan veya en azından kıyı Ege’de durum böyle. Fakat tüm bu katılıma rağmen sonuç ortada.     

Oyun Bitti mi?
Seçim bitti, kıt akıl ve yardakçıları kaybetti. Peki, oyun bitti mi, duracaklar mı? Hayır! Pes edip gidecekler mi? Asla! Çünkü bu kesimde utanma, arlanma, kızarma, yiğitlik gösterip yenilgiyi kabul etme gibi özellikler yok. Olan biteni dikkatle gözlemleyen zaten bunu net olarak görebilir. Seçim şokunu atlatan bu cenah tarafından yapılan saldırılar “yıkana kadar devam” mantığıyla tekrar yapılmaya başlandı. Fatih Portakal, İsmail Küçükkaya, Hakan Bayrakçı, Yılmaz Tunca, Emin Çölaşan, Yılmaz Özdil, Tuncay Özkan gibilerinde hiç eskiye göre bir farklılık, davranışlarında herhangi bir değişiklik görüyor musunuz? Hiçbirinde “Yav! Biz onca iftira ve yalan ile insanları kandırmaya çalıştık ama bu millet bu tezgâhları yemedi. Biz bu insanların yüzüne nasıl bakarız, toplum içine ne yüzle çıkarız!” gibi onurlu bir duruş görebiliyor musunuz? Göremezsiniz, çünkü hepsi pişkin pişkin, hiçbir şey olmamışçasına kaldıkları yerden kendilerine verilen görevleri yapmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla bu kesim ve bu kesimin dümen suyundan gidenler ıslahı mümkün olmayan, yok sayılıp yola devam edilesi insanlar. İşin en üzücü tarafı veya kabul etmekte zorlandığımız en önemli husus; bu zavallı kesimin sözde profesör, akademisyen, asker, polis, öğretim görevlisi, gazeteci gibi okumuş aydınlardan oluşması. Oysa biraz meselelere geniş pencereden bakmayı, tarafsız gözle sorgulamayı becerebilseler, az biraz öngörü sahibi olabilseler. Bu ibretlik günleri yaşayan biri olarak hep söylediğim bir acı tespiti burada tekrarlamak istiyorum. Bu ülkenin sorunu cahil insanlar değil, bu ülkenin sorunu bu tür okumuş aydın kesimler. Bu kesim başını iki elinin arasına alıp düşünmek zorunda, nerede hata yaptığını bulmak zorunda. Yazıya başlık olan soruya net cevap vermek zorunda; Ben kimin askeriyim? Bu ulusun kurucu önderi “Mustafa Kemal’in askeriyim.” derken bir bakarsın ki gerçekte Truman’ın, Trump’ın, Churchill’in askerisin. Benden söylemesi. Trump, öngörü deyince hakkını vermek gerekir, aklıma hiç ummayacağınız biri geldi.

Öngörü Böyle Olur! Satış Böyle Gelir!
Seçimlerde tebrik edilmesi gereken, olayları doğru okuyan bir gizli kahraman var ki, bana göre bu alandaki başarısı dillere destan. Bu bahse konu kuruluş tüm araştırma şirketlerinin pabucunu dama atan, bunların tamamına şapka çıkartan bir kuruluş. Evet bu kuruluş Amerika Birleşik Devletleri…
Hatırlarsanız ABD seçime bir hafta kala Mümbiç’te Türk askerleriyle iş birliğine hazırız şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklama üzerine sosyal medyada şu mesajı yazmıştım;
“ABD 24 Haziran seçim sonuçlarını öngördü ve ön alarak Mümbiç’te tüm şartlarımızı kabul etti. ABD muhalefetin zerre kadar seçim kazanma ihtimalini görseydi bu havluyu atmazdı!” Aslında ABD ile birlikte havlu atan diğer kurumlar araştırma şirketleri oldu. ABD hepsini sollayarak günler öncesinden seçimin galibini açıkladı. Neyse tüm bunları ve zafer sarhoşluğunu bir kenara bırakıp önümüze bakalım ve yapmamız gerekenlere odaklanalım.  Evet, vatandaş olarak ne yapmalıyız?

Vatandaş Olarak Yapılacaklar
Geleceğin şekilleneceği böylesine önemli bir dönemde hiç şüphesiz ilk ve acil olarak yapılması gereken şey, bu sıkıntılı ve zor süreci aşmanın tek çıkar yolu ulusça, milletçe bu kesimi bir kenara bırakarak aynı ülkü etrafında tek yürek birleşmek, bu aşağılık oyunu oynamaya çalışanların karşısında dik duruş sergilemeye devam etmektir.
Bu konuda en büyük görev; bu işte başı çekerek insanlarımıza örnek olacak, yaptıklarıyla tüm ülkeye moral verecek TBMM’ye, bir başka ifade ile o Meclisi oluşturan siyasi partilere ve bu partilerin yönetiminde bulunan siyasi liderlere düşmekte. Bu konuda AKP-MHP gerçekten destan yazmakta. Bu iki en büyük parti çok önemli bir sınav verdi ve bu sınavı tam not alarak geçti. Önceden yazmıştım. Geçtiğimiz seçimi kastederek ülkenin sırat köprüsünden geçtiğini, bu nedenle istisnasız her siyasi liderin çok ciddi ve ağır bir sınavdan geçtiğini, bu kişilerin sınavdan alacakları notla hem kendisinin hem de temsil ettiği partisinin siyasi geleceğini çizeceğini, hatta biraz daha iddialı bir çıkış yaparak ülkesinin geleceğini belirleyeceğini yazmıştım.
Tam da yazdığım gibi milletçe çok kritik bir süreci yaşadık ve 04 Temmuz 2018 günü Yüksek Seçim Kurulu sınav sonuçlarını açıkladı. Açıklanan sonuçlara göre Kılıçdaroğlu sınıfta kaldı. Diğer sınıfta kalan Akşener, Karamollaoğlu gibi liderleri (!) kapsamayabilir ama sonuçlara göre görünen o ki, yıllardır aynı sınıfta okuyan ve sekiz kez sınıfta kalan Kılıçdaroğlu artık belgesini alarak okulu terk edecek veya terk etmek zorunda kalacak.
Esasen bu tür metal yorgunluğuna girenleri Mecliste bulunan her siyasi parti ayıklamak zorunda. Aksi takdirde bu tür siyasiler hem partisine hem de ülkesine ayak bağı olmaya devam edeceklerdir. Bu zorlu süreçten çıkış yolunu hızlandırmanın bir diğer yolu futbolda olduğu gibi siyasette de millî takım kurmak. Nasıl ki bir spor dalında en başarılı sporcularımızı bir araya getirerek uluslararası müsabakaya, mücadeleye çıkıyorsak, günümüzde acımasızca ve şiddetlenerek süren küresel mücadeleye de pek ala az önce hayalini kurduğum gibi en başarılı siyasilerden oluşmuş bir millî koalisyon hükûmetiyle çıkabiliriz. Her partiden seçilen en başarılı siyasiler tüm egolar tüm kaprisler ve hırslar bir kenara bırakılarak bir çatı altında toplanabilir. Bunlar omuz omuza verip ülkenin menfaatleri için tek yürek çalışabilir, milleti bir ülkü etrafında toplayabilir. Bizleri ve dolayısıyla ülkeyi düzlüğe çıkaracak tek çıkış yolu bu…
Sayın Bahçeli seçimlerde MHP’nin seçim sloganı olarak “cumhur ittifakı, millet aklı” gibi çok güzel ve tarihî-sosyolojik derinliği olan bir söz belirlemişti. Bundan sonra yapılacak işlerde de “millet aklı” devrede olmalı. “Millî yasama, millî yürütme, millî yargı” ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üçüncü dönem yapılandırması gerçekleştirmelidir.