ORTA DOĞU’DA CETVEL KİMİN ELİNDE?

10 Haziran 2018 17:08 Coşkun BAŞBUĞ
Okunma
690
ORTA DOĞUDA CETVEL KİMİN ELİNDE?

ORTA DOĞU’DA CETVEL KİMİN ELİNDE?

 

 

Coşkun BAŞBUĞ

 

 

            Ne demişler “Gerçeklerin er ya da geç bir gün ortaya çıkma gibi kötü bir huyu vardır.” Evet, söz tecelli etti ve yıllarca karanlık kanlı arşivlerde saklanan gerçekler gün geldi gün yüzüne çıkıverdi. Hâl böyle olunca anlaşıldı ki; binbir hile ve entrika ile yıkılan Osmanlının sahalardan çekilmesiyle birileri meydanı boş bulup aralarında gizlice anlaşmışlar ve hiç kimseyi umursamadan bir ellerinde cımbız,bir ellerinde cetvel masa başlarında haritalar çizmişler.

Birilerinden kimin kastedildiğini sanırım anlamayan yoktur. Evet, o birileri tahmin ettiğiniz gibi İngiltere ve Fransa. Tarihi kan ve sömürüyle dolu bu gözü dönük emperyalistler petrolün kokusunu alır almaz bölgeye üşüşürler. Bu arada hatırlamakta da fayda var; Bolşevik İhtilali çıkıp kendi canının derdine düşmese, Rusya’da bu kadroya dâhil olup şeytan üçgeni tamamlanacaktı. Ama olmadı. Yaşadığı Bolşevik İhtilali nedeniyle Rusya eline geçen fırsatı kaçırmış oldu. Rusya’nın bugün Suriye’de gösterdiği çabaları o gün kaybettiği şansını tekrar geri kazanma gayretleri olarak yorumlamak sanırım yanlış bir analiz olmaz.

 

            Sykes-Picot

Rusya’nın bu durumunu fırsat bilen iki sömürge devlet Fransa ve İngiltere hemen aralarında gizlice anlaşıp masa başına çökerek ellerine geçirdikleri cetvelle başladılar Osmanlı vilayetlerini aralarında pay etmeye.“Sykes-Picot Anlaşması” olarak tarih sayfalarında yerini alan bu paylaşımda haritaların gelişi güzel çizildiği söylenir durur hep. Oysa gerçekler, söylenenin aksine daha farklıdır. Leş kargası içgüdüsüyle hareket eden iki devlet cetveli coğrafyada öylesine sinsi ve bilinçli gezdirmişlerdir ki, bu topraklarda yaşayan halkları, mezhepleri,kültürleri, etnisiteyi, dilleri kısacası insanoğlunun sahip olduğu tüm değerleri ortadan ikiye bölmüşlerdir.

Çok kasıtlı ve bilinçli olarak yapılan bu bölme işlemlerinde, özellikle bir grubu azınlıkta, diğerini çoğunlukta bırakmışlardır. Sinsiliğin bu kadarı olur mu demeyin, çoktan oldu bile… O gün ekilen tohumların sıkıntılarını bugün tüm coğrafya hep birlikte yaşıyoruz. Neden Arap dünyası hep kendi içinde sürekli kavgalı, neden bulunduğumuz coğrafya da ve İslam dünyasında kan ve gözyaşı hiç durmuyor? Bütün bu yaşanan acı olaylar işte bu sinsi oyunlar yüzünden meydana geliyor. Oluşturulan suni devletlerde Şii çoğunluğun olduğu yerlerde Sünni yönetimler, Sünni yönetimin çoğul olduğu yerlerde ise Şii yönetimler görev başına getirildi. Dilde, etnisitede, tüm diğer alanlarda da örnekleri çoğaltılabilecek bu karmaşada amaç toplum içinde sürekli çatışma ve anlaşmazlık hâli yatarak bu kaostan oluşacak krizi yönetmek.Bir ülke hayal edelim tamamı Sünni veya Şii olan, dilde, etnisitede kısacası tüm konularda kendi birliğini sağlamış olan. Böylesi bir ülkede siyasi sorun,kargaşa ve kavga çıkar mı?

 

Konu Haçlı Olunca

Orta Doğu’yu bu şekilde dizayn eden akıl; Roma, Bizans döneminden sonra oluşmaya başlayan Avrupa siyasi haritasının çiziminde neler yapmış, şimdi bu hususu mercek altına alalım. Aynı akıl,konu Hristiyan devletler olunca neler yaptı biliyor musunuz?  Bu coğrafyada kurulan Hristiyan devletlerin oluşumunda malum akıl köy köy, kasaba kasaba dolaştı, saha etüdü yaptı ve inanılmaz titiz çalışmalar sonucu kültürel bütünlüğü sağlayacak şekilde kılıkırk yaran haritalar çizdi ve bütünlüğü sağlayacak şekilde ülkeler oluşturdu.

Oluşturulan ülkelerin tamamıya Protestan ya da Katolik olmuştur. Asla Orta Doğu’da yaptıkları gibi üçte ikisi Protestan üçte biri Katolik olan bir ülke teşkil etmemişlerdir. Dinî yapılanmayı da titizlikle gözetmişlerdir. Hiç öyle Orta Doğu’da yaptıkları gibi yarısı Hollandalı yarısı Alman olan bir devlet kurmamışlardır, etnik bütünlüğü de gözetmişlerdir. Hiç öyle yarısı İngilizce, yarısı Almanca, yarısı Fransızca konuşan ülke kurmamışlardır, dilde birliği de gözetmişlerdir. Çünkü Orta Doğu’nun tam tersi bu bölgede istenen kaos değil birlik ve beraberliktir.

 

Her Şey Aslına Rücu Eder

Bugün de görüldüğü gibi Avrupa’daki yapılanmanın tam tersi bir yapılanma gördük Orta Doğu’da. Fakat tüm bu şeytani planlar bir gün gelip bu kutsal topraklarda gezinen kirli ayaklara dolanacaktı. Dünya ve devletler tarihine kıyasla oldukça kısa sayılacak bir süre öncesine kadar Basra, Bağdat, Musul ve Şam vilayetleri Osmanlı topraklarıydı.Bu vilayetlerle birlikte üç dinin ruhani merkezi olan bu son derece kritik coğrafyayı Osmanlı 400 yılı aşkın süre huzur ve barış içinde yönetti. Arap’ı, Türk’ü,Kürt’ü, Süryani’si, Ermeni’si, Müslüman’ı, Musevi’si, Hristiyan’ı bölgenin tarih boyu yaşadığı en uzun barış ve huzur dönemini üstelik hep birlikte yaşamışlardı.Türlü hile ve entrikalar sonucu Osmanlıdan koparılan bu topraklarda, Osmanlının bölgeden çekildiği günden bugüne kadar geçen süre içinde kan ve gözyaşı bir gün olsun durmadı.

Yazımın başında anlattığım gibibölge cetvelle makyajlandı ve ortaya masa başında oluşturulan suni devletler ve suni milletler çıktı. Aslına bakılırsa işgal gününe kadar yer yüzünde Suriyeli diye bir millet yok, Iraklı diye bir millet yok. Bunlar suni oluşturulan devletlerin suni toplumları olarak tarih sayfalarında yerlerini aldılar. Oysa bir asırdan beri büyük acılar çeken bu insanlar yakın zamana kadar bu toprakların gerçek sahibi Osmanlının tebaasıydılar.

İşin özü böyle olduğu için yapılan suni makyaj tutmadı ve son zamanlarda bölgede gelişen askerî ve siyasi olaylar her şey aslına rücu eder.”sözünün sahaya yansıması oldu. Bugün Kerkük’te yaşananlar ancak bu sözle izah edilebilir. ABD’nin 2003 yılından beri sinsice yürüttüğü demografik oyun yıllar sonra bozuldu ve bir oldu bittiyle Kerkük’e getirilen peşmergeler ait olduğu topraklara geri dönmek zorunda kaldılar. Şu an Kerkük’te bölgeden sürülen Türklerin geriye dönüşü tam olarak sağlanmasa da eski demografik yapı yavaş yavaş yerini alıyor.

Geçtiğimiz günlerde, 23 Ekim 2017’de, Irak İçişleri Bakanı Kasım Al Araci incelemeler yapmak üzere Kerkük’e geldi. Bu son derece kritik olan ziyaret esnasında bakan sürpriz bir çıkış yaparak “Kerkük Türkmen kentidir!”diye çok yerinde bir açıklama yaptı. Bu açıklama uzun yıllardır özlemle beklenen bir siyasi yaklaşımdı. Bu yaklaşımın devamı niteliğinde sayılabilecek çok olumlu bir gelişme daha yaşandı ve Kerkük Türkleri uzun süredir uzak kaldığı kentin siyasi idaresine girdi. Uzun süre sonra Abdul selam Bayraktar Kerkük Eğitim Müdür Yardımcısı bir Türk olarak yönetime seçildi.

Aslında doğal olanı da bir Türk’ün seçilmesi olmasına rağmen, yaşanan siyasi ve askerî olaylardan dolayı bu olay bizlere çok büyük gelişme ve başarı gibi görünüyor. Esasen bu seçimdeki tercih zaten olması gereken bir tercihti ve bu yaşanan gelişmede ilahî adaletin tecellisiydi. Kerkük’te 1895’ten 2003 yılına kadar geçen sürede seçilmiş 34 belediye başkanından 22’si Türk’tü. Bu olumlu gelişmeler dünya barışı ve bölgenin huzuru adına son derece olumlu gelişmelerdir ve umut ediyorum yakın zamanda şehir eski siyasi ve tarihî dokusuna da kavuşacaktır.

 

Zaman Tünelinde Kısa Bir Yolculuk… Aslında Neler Oldu?

Rusya’nın 1991 yılında dağılmasını fırsat bilen ABD, sömürgeci iştahının kabarması ile soluğu Bağdat’ta aldı ve can havliyle Irak’ı işgal etti.Tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu zorba işgale bir kılıf bulunması gerekiyordu ve sonunda kılıfa aranan hikâyede bulundu:“Irak’ta nükleer tehdit”. İşte bu senaryoya sığınan ABD, petrol artıklarında çırpınan zavallı bir martının görüntüleri eşliğinde Orta Doğu’ya resmen çöktü. Bu olaylar cereyan ederken ABD Dışişleri Bakanı Conselida Rice planlanan senaryo gereği sahneye çıktı ve çok küstah bir tavır ile ulusların bilinçaltı teslim olmasını kolaylaştırma adına “Orta Doğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek.”dedi.Lambadan çıkan cin misali birden peydahlanan bu kişiye; “Sen kimsin, itrin ne, kime sordun da bu sınırları değiştiriyorsun?”diye hesap soran olmadı.

Amerika kapalı kapılarardında Irak’la eş zamanlı olarak Suriye’yi de masaya yatırdı ve gelecekte bölgede kuracağı tezgâhı da kurgulamaya başladı. DEAŞ’in temelleri işte o günlerde atıldı, böyle bir örgütü kurma kararı işte o günlerde alındı. Bugün coğrafyamızda yaşanan olayları doğru algılamak istiyorsak, gerek ülkemizde gerçekleşen FETÖ Darbe Girişimi’nin, gerek Irak’ta gerek Suriye’de gelişen tüm olayların birbirleri ile doğrudan bağlantılı zincirleme olaylar olduğunu görmemiz lazım. Biraz daha genellemeyle şunu söylemek de mümkün; “Orta Doğu’da gerçekleşen hiçbir olay asla tesadüfi değildir.

Bu tanım ve genellemeyle günümüz olaylarına dönelim. Çok kısa bir süre önce Irak’ta estirilen havayı hatırlayalım? Barzani denen bir kukla çıkacak, Kürt halkının bağımsızlığı için bir mücadeleye girişecek ve bu yolun ilk adımı olarak da referandum hamlesini hayata geçirecek. Buraya kadar her şeyin normal göründüğü olayın uygulamasında bir tuhaflık vardı. Konu Kürt halkının bağımsızlık hareketiydi ve bu hareketin merkezi Erbil ve Süleymani’yeydi. Ama bu projenin en başından beri konuşulan yerler sürekli olarak Kerkük ve Musul olmuştu. Yani petrol merkezleri. Hani mesele Kürt halkının bağımsızlığıydı, senin ne işin var Kerkük’te, ne işin var Musul’da! Neden Kerkük ve Musul? Çünkü buralar petrolün kalesi. Demek ki mesele Kürdistan değilmiş, mesele petrolmüş. O hâlde bölge ve petrol kimin derdi.ABDve İsrail’in.Demek ki senin gerçek amacın Kürt devleti kılıfıyla bu iki ülkeye taşeron olarak hizmet etmekmiş, sana inanan insanlarıda bu ülkenin kirli emelleri için mücadele eden malzeme yapmakmış.

Tüm bu yaşananların farkında olmasına rağmen, bölgenin geleceği için sonuna kadar barışı ve diyaloğu zorlayan Türkiye’nin dostluğunu elinin tersiyle iten Barzani, hem kendini hemde liderlik ettiği insanları ateşe attı ve kazanmayı düşündükleri ile birlikte eldeki kazanımlarını da kaybetti. Rakka’da açılan Apo paçavrasına tepki olarak ABD “Abdullah Öcalan saygı görmeye değerbir şahsiyet değildir.”dedi. Bu tepki umuyorum ABD ile iş tutanlara veya iştutmaya niyetlenenlere bir uyarı olur. Bölücü terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ı yıllarca eğitip donatıyorum masalıyla eğiten ve işine geldiği gibi oynatan ABD tıpkı diğerlerine yaptığı gibi işi bitince bu kuklayı da kaldırıp foseptiğe atıverdi. Kimsenin şüphesi olmasın ABD ile iş tutmanın sonu budur. Bu gerçeği göremeyen ve geçmişte aile büyüklerinin başına gelenlerden de ders almayan Barzani Kerkük’e gideyim derken evindeki bulgurdan da oluverdi ve yıllardır binbir entrikayla kazandıklarını bir günde kaybediverdi. Ne demiş atalar; “Haydan gelen huya gider.” Peki, bütün kaybettikleri, faturanın hepsi bu mu? Asla değil, daha Barzani’nin kaybedeceği çok şey var.

Irak’ta yaşanan askerî gelişmeler, dünyanın gözünde büyüttüğü ABD’nin, İsrail’in gerçekte nasıl kof nasıl kâğıttan kaplan olduklarını gösteren net deliller oldu. Aylardır ABD tarafından şişirilip sahneye hazırlanan peşmergeler, sıkıyı görünce arkalarına bile bakmadan sırra kadem inlerine kaçıştılar. Bu kaçışta Türk Silahlı Kuvvetlerinin Nisan 2017’de Sincar ve Karaçok’a yaptığı hava harekâtının etkisi çok büyük.Biz iki ülkeye (Suriye, Irak) birden hava harekâtı düzenleyip iki kritik arazide terör yapılanmasını yerle bir ettiğimizde saldırının şokunu yaşayan sözde lider Salih Müslüm’e bu saldırının nasıl olduğu sorulduğunda verdiği cevap tarihi bir cevaptı. Onu Amerika’ya sormak lazım!”

İşte bu olay Amerika’nın gerçekte nasıl kof ve âciz bir güç olduğunu gösteren net örnekti. Bu olay ciddi bir kırılma noktasıydı. Irak’ta yaşanan hezimetin temel sebeplerden biri bu olsa da bununla birlikte birçok neden bu çözülmede ana faktör oldu.

Savaşmak, mücadele etmek yürek ister, bu iş bilge akıl ister, bu iş devlet tecrübesi ister, bu iş isterde ister… Bunlardan hiçbiri sende ve oynattığın kuklalarında yok. Peki, nasıl olacaktı bu iş. Hiç düşünmez misiniz? Nitekim olmadı işte. Bu dediklerim asla sadece peşmerge için geçerli değil, bu söylediklerim aynı zamanda ABD ve İsrail için geçerli.

 

Zaman Tünelinde Geleceğe Yolculuk…Neler Olacak  Neler Olmalı?

Bölge ile ilgili en net bulgu odur ki, artık Irak ve Suriye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bölge Irak’tan başlayarak işgalcilerden ve onun iş birlikçi teröristlerinden temizlenecek ve her şey 1991 öncesine dönecek. Uzun lafın kısası başta ABD olmak üzere tüm işgalci güçler işgale başladığı noktalara geri dönecekler.

Bölge ile ilgili yapılananaliz ve değerlendirmelerde Irak’ı Suriye’den Suriye’yi Irak’tan ayrı tutan yanlış bir değerlendirme yapmış olur. Çünkü Suriye’de meydana gelen olay Irak’ı,Irak’ta meydana gelen olayda Suriye’yi doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla bu iki komşu ülke, olumlu ya da olumsuz bölgede yaşanan ve yaşanacak olan her türlü askerî ve siyasi olaylarda domino etkisine maruz kalacaklardır. Bu nedenle şu an Irak’ta yaşanan sürecin yakın zamanda Suriye’de de yaşanacağını öngörmek doğru bir yaklaşım olur.

Irak merkezî yönetimi sonunda aklı rehber seçti ve Türkiye’nin tavsiyesine uyarak, İran’ı da yanına alarak ve Türkiye’nin yoğun siyasi desteğiyle çok büyük oranda ülkesinde kontrolü sağladı.Gelinen nokta itibarıyla şimdi merkezî yönetime düşen görevler;

-    Acilen Amerika’nın kendi menfaatlerine göre dayattığı Anayasa’yı çöplüğe atarak, ülke şartlarına göre hazırladığı millî Anayasa’sını yazmaktır. Hazırlanan bu Anayasa da hiç vakit kaybetmeden süratle hayata geçirilmelidir.

-    Başta petrol bölgeleri olmak üzere enerji yatakları ve enerji nakil koridorları Erbil’i devre dışı bırakılacak şekilde yeniden yapılandırılmalı ve tüm yetki ve kontrol Bağdat’ta toplanmalıdır.

-    Bölgede allak bullak edilen demografik yapı aslına uygun olarak yeniden teşkil edilmeli ve bu bölgelerde oluşturulacak yerel yönetimler azınlığa değil çoğunluğa devredilmelidir.

-    Komşu devletler olarak Türkiye ve İran’la teröre karşı yoğun bir iş birliği başlatılmalı ve üç ülkenin sahip olduğu coğrafyada terörün kökü kazınmalıdır.

 

Türkiye’nin Yapması Gerekenler

Her ne kadar coğrafya da farklı kimliklerde devletler olsa da bu devletlerin tabanını oluşturan milletlerin çoğunun gözü kulağı abi olarak gördüğü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde.Buradaki halkların bütün umudu, yıllardır çektiği sıkıntılarda tek avuntusu birgün Türkiye’nin gelip kendisini bu sıkıntılardan kurtaracağıydı. Bu milletlerin çok büyük bir kesimi bu beklediği günün geldiği kanaatinde. Onun için Türk askerini “Evladı Fatihanlar hoş geldiniz.”diyerek karşıladılar.

Bölgemizde böylesi olaylar yaşanırken Türkiye olarak acilen yapmamız gereken şey sahaya inmek ve gelişmelere doğrudan müdahale etmek olmalıydı. Çünkü çevremizde gelişen olaylara seyirci kaldığımız takdirde gelecekte ülke olarak başımızı çok ağrıtacak olaylarıda topraklarımıza davet etmiş oluruz. Devletimiz, bir başka ifade ile devletimizi yönetiminde etkin olan siyasi irade bu tehlikeyi gördüğünden tam kadro sahaya indi ve bu ana kadar da oldukça başarılı bir yönetim gösterdi ve göstermeye de devam ediyor. Bu gelişim içinde Irak’ın toprak bütünlüğü esas olmak üzere Türk illerinde bozulan demografik oyunu tersine döndürmek ve Türklerin gerek bölgesel, gerek merkezi yönetimde hak ettiği yeri almasını sağlamak en önemli hedefimiz olmalıdır.  

 

Muhalefet Böyle Yapılır

Elbette bu başarıda MHP Genel Başkan’ı Sayın Devlet Bahçeli’nin ve liderlik ettiği partilerinin katkıları çok büyük. Sayın Bahçeli ismine yakışır vaziyette;“önce vatan” ifadesinin ne anlama geldiğini gösterir vaziyette,muhalefetin nasıl yapılması gerektiğini öğretir vaziyette tutum ve davranış sergiliyor.

Peki, bu dersten ders alması gerekenler gerekli dersi alıyorlar mı? Kuşkusuz bu sorunun cevabı koca bir “hayır”.Alması gerekenler asla alması gereken dersi almıyorlar, alacak gibi de görünmüyorlar. Çünkü yeni kurulacağı söylenen parti başta olmak üzere bir çoğunun ipi Edirne’nin ötesinde karanlık ellerde. Onlar ipleri tuta dursunlar, Türkiye cetveli çoktan aldı bile eline…