YİTİRDİKLERİMİZ…
Coşkun BAŞBUĞ
Yaşlı dünyada, insanlık tarihiyle eş değer bir süredir varlığını devam ettiren en önemli olgulardan biri şüphesiz Türk kimliği olmuştur. İnsanlığın var oluşu ilebirlikte tartışılmaya başlayan bu kimlik, sahip olduğu özellikleri sayesinde tarihin her döneminde kendine ön saflarda yer bulmayı başarmıştır. Aynı zamanda gerek askerî gerek siyasi alanda yaptığı icraatlarıyla da sürekli olarak tartışma konusu olmuştur. Sadece Türk’e has olan bu özellikleri keşfetmek, keşfedilenleri yaşatmak ve bu özelliklerin getirdiği Türklük bilinci ve ruhunu geliştirerek buruhu gelecek kuşaklara aktarmak için, kim bilir kimler nasıl ve ne tür savaşlar vermiştir, kaç kişi bu ülkü uğruna ömrünü adamıştır.
Bu uğurda ömrünü adayan, yaşam gayesini ait olduğu bu kimliğe ve bu kimliğin sevdalılarına adayan merhum Alparslan Türkeş, sözü edilen duayen savaşçılarımızın en büyüklerinden, Türk dünyasına simge olmuş en önemli liderlerimizdendir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de yer alacak kadar ulvi olan bu kimliği yaşatmak için fâni dünyasını bu ülkü uğruna hibe etmiş eşişiz bir lider.Bugün Türk dünyası varlığını, Alparslan Türkeş ve tıpkı onun gibi bu yolda mücadele eden liderler ile böylesi liderlere inanarak onlarla birlikte yürüyen atalarımıza borçludur.Türkeş her zaman övgüyle bahsettiği gençliği geleceğe hazırlamak için gecesini gündüzüne katmış, bu uğurda önüne konan engelleri aşmak için inanılmaz acılar çekmiş, bütün ömrü hayatını bu ülküye feda etmiştir.
Hastalığımıza çare olur, tedavi sürecine küçükte olsa bir katkı sağlar düşüncesiyle, böylesi özel bir sayıda Türklük ve Türklük bilincinin işlendiği bir yazıyı kaleme almanın anlamlı olacağını düşündüm.Türklük üzerine temel konuları kapsayan ve çok basit bir lisanla anlatmaya çalışacağım hususlar ümit ederim, özellikle yeni nesilde farklı bir bakış açısı, daha geniş bir ufuk açar.Umuyorum oldukça basit örneklerle süslemeye çalışacağım bu çalışma Türklük bilincinin hatırlanmasına bir nebze de olsa katkı sağlar. Bu duygu ve dileklerle, hiç oyalanmadan başlayalı munuttuğumuz değerlerimizi başlıklar hâlinde hatırlamaya;
Türk Tarihi…
Unuttuğumuztemel değerlerimizden biri ve bana göre en önemlisi tarih bilgimiz vetarihimize verdiğimiz önem. Dış güçlerin üzerini küllemek için yıllardır yoğungayret sarf ettiği tarihimiz üzerine zaman zaman kapsamlı çalışmalar yapılsa datarihi köklerimize bakıldığında maalesef bu çalışmaların son derece cılız kaldığısöylenebilir. Tarihî köklerimiz diyorum çünkü yazımın başında da belirttiğimgibi Türk tarihinin öylesine köklü bir geçmişi var ki, sırf bu özelliğindendolayı tarihimiz dünya tarihçileri arasında neredeyse insanlık tarihi ile eşzamanlı olarak anılıyor. Bu kritik özelliği bizden çok daha iyi gören Batıdünyası, gelecek nesillere güç verecek bu hususun unutulması için yıllardır hertürlü entrikayı çevirmektedir.
Bahsekonu Batı dünyasından bir Alman tarihçinin söyledikleri, inanıyorum bugün herTürk’ün ruhunu ve gururunu okşayan söylem olarak akıllarda kaldı. Şöyle demiştiAlman tarihçi: “Tarihi bir balığa benzetin,içinden Türkleri çıkardığınızda geriye elinizde sadece kılçık kalır!” Nekadar isabetli ve yerinde bir söz değil mi? Evet, Alman tarihçinin de söylediği gibi, tarihin Türklerle başladığı, tarihinyazımında kalemin hep Türklerin elinde olduğu tüm dünya âlimleri tarafındanbilinen bir vakadır. Ben buradan bu övgünün bir eksiğini tamamlayayım. Kimseninşüphesi olmasın, tarih Türklerle başladığı gibi Türklerle de bitecektir..
Türk tarihininüzerinde en çok duranlardan biriydi rahmetli Atatürk. Sırf bu nedenle devletiyönetmeye başladığında ilk işlerinden biri oldu Atatürk’ün Türk Dil ve Tarih Kurumunukurdurmak. Türk Tarih Kurumunu kurdurmasının tek amacı tarihimizinaraştırılması ve üzeri örtülmeye çalışılan gerçeklerin gün yüzüne çıkarılarakgençlerde tarih bilinci ve onurunu oluşturmaktı. Sermayesini kendi şahsi parasındankarşıladığı bu Kurumları siyasetten uzak tutmak için de bağımsız özerk kuruluşlarhâline getirdi.
Ama olmadı.Atatürk’ün sağlığında çok büyük işler yapan bu kurumlar maalesef o öldüktensonra önce zamanla etkisiz hâle getirilerek uyutuldu ve sonunda Atatürkçügeçinen ve bu maskenin arkasına saklanarak ülkenin altını oyan kişililercekapatıldılar. Bu kişilerin kim olduğu hususundaki merakınızı bastırmak içinhemen ipucu vereyim. Bu kişiler, başını Kenan Evren’in çektiği 12 Eylül darbecilerininta kendileriydi.
Peki, businsi oyunda amaç neydi, sudan ucuz bahanelerle bu Kurumlar sessiz sedasızneden kapatıldılar? Bu Kurumların böylesi sinsi oyunlarla bir şekilde kapatılmasıgerekiyordu, çünkü bu Kurumlar bulmuştu Sümerlerin Türk olduğunu, bu Kurumlarortaya çıkarmıştı Etilerin Türk olduğunu, bu dönemde öğrenmişti milletİskitlerin Türk devleti olduğunu. Ne demiştik Onuncu Yıl Marşı’nda; “Tarihten önce vardık, tarihten sonra davarız!” Atatürk; çok önem verdiği ve kendi elleriyle yürüttüğü bu çalışmalarsonucunda, keşfedilenlerin unutulmaması için her yolu denemiş ve kendi elleriylevermişti isimlerini devletin kurumlarına “Sümerbank”, “Etibank” diye, Ankara’dabulunan İskitler semtinin adını laf olsun diye koymamıştı ki Atatürk.
Acıdır, bugünböylesi konuları ve bu gerçekleri bilenimiz, öğrenmek için gayret sarf edenimizo kadar az ki!.. Bir başka çarpıcı örnekle devam edelim….
Devletlerin Simgeleri…
Bugün dünya tarihinde yerini almış köklü devletlerin neredeyse tamamına yakını, ait olduğu ulusu birleştirecek, o ulusa güç ve moral katacak semboller kullanmışlardır.Bu tür semboller ait olduğu toplumları birleştiren, onlara güç veren, onları vermek zorunda oldukları amansız mücadelede motive eden özelliklere sahiptir ve söz konusu bu semboller motivasyona da inanılmaz derecede katkı sağlar. Bu etkilerinden dolayı bırakın devleti, basit bir futbol kulübü, sıradan bir ticari kuruluş bile bu yönteme başvurmaktadır. Fenerbahçelilerin sarı kanaryası,Galatasaraylıların aslanı, Beşiktaşlıların kartalı bu nedenle vardır ve bu örnekler sayısız örneklerle çoğaltılabilir.
Bu konuda devlet bazında da bazı çarpıcı örnekler verilebilir. Örneğin; genç yaşlı, çolukçocuk, kadın erkek hangi Fransız’a giderseniz gidin devletlerinin simgesinin horoz olduğunu bilir ve bu simgeyi sahiplenerek gururlanır. Aynı şekilde bir Alman’a gidin ve Alman halkının simgesi nedir diye sorun! Sorduğunuz Alman ait olduğu halka mal olmuş simgenin “ayı” olduğunu bilir ve bu simgeyi sahiplenir.Hatta sahiplenmekle de kalmaz abartılı olarak böbürlenir. Aynı mantıkla Çin halkı ejderhayı, Amerikalı kartalı kendine simge yapmıştır.
Sayıları çoğaltılabilecek bu örneklerle birlikte şimdi sorgu zamanı Türk halkındadır,yani bizlerde, bütün gençlerimizde. Şöyle çevremize bakalım, hiç bu hususu sorgulayan var mı, “Nedir bu milletin simgesi?”diye araştıran var mı? Ben gönül rahatlığıyla söyleyeyim yok, hatta bu satırları okuyan duyarlı insanlarımızın içinde bile bu sorgulamayı yapmayanların çıkması sakın sizleri şaşırtmasın. Evet, maalesef çok az bir kesim sorgulasa bile büyük bir kesim bu tür sorgulamaları yapmıyor.
Oysa sorgulasalar devlet sembolü mucidinin biz Türkler olduğunu öğrenecekler. Öyleya, dünya devletleri bizden öğrendi devletin arması, nişanı, sembolü olması gerektiğini. Bu işin fikir babası olarak elbette bizlerin de kendine has bir devlet sembolü var. Peki, nedir sembolümüz dediğinizde kafaların karmakarışık olduğunu görüyorsunuz. Sağcısı, solcusu ön yargısız bir şekilde incelese yüzyıllardır değişmeyen Türk simgesinin “kurt” olduğunu göreceklerdir. Evet, Türk’e simge olan, bu millete güç veren sembol “kurt”tur. Başta Batı dünyası olmak üzere haçlı âlemi, bu motivasyonumuzu bozmak ve bizi bu simgeden soğutmak için, her yolu denediler ve hâlen denemeye de devam ediyorlar. Maalesef bunda da başarılı oldular. Bugün kendini Türk, vatansever ve solcu olarak tanımlayanların neredeyse tamamı, kurt dendiği an değişik ruh hâline bürünmekte. Oysa elleriyle ittiği sembol kendi kimliğinin sembolü, ama onlar bunun farkında değil. Nasıl eloğlu güzel oynamış değil mi oyununu?
Neden Kurt?
Devletlerin kendi kimliklerine seçtikleri semboller gelişi güzel seçilmiş semboller değildir,hele hele biz Türklerin hiç değildir. Diğer devletlerle kıyasladığınızda biz Türklerin, bizi ifade eden sembolü gelişi güzel seçmediğimiz gün gibi ortadadır.Sembol olarak Türk kendisine kurdu seçmiştir. Şimdi sorgulayalım, neden kurt?Kartal değil de tilki değil de yılan değil de özellikle kurt? Bu sorunun çok kısabir özetini, bir kaç başlık altında aşağıdaki satırlarda bulacaksınız.
Evet,atalarımız son derece bilinçli olarak bu simgeyi Türk’ün simgesi hâline getirmişlerdir.Çünkü kurdun sadece kendine has, sadece kurtta görebileceğiniz birçok özelliği vardır ve bu özelliklerin hepsini bünyesinde barındıran bir başka hayvan da yoktur.
Biz Türklerinde tıpkı kurtta olduğu gibi kendine has, başka hiçbir millette veya ırkta göremeyeceğiniz özelliklerimiz vardır. Çok şaşırtıcı bir şekilde kurdun ve bizlerin birçok özelliği birbirine tıpatıp benzemektedir. Ben bu özelliklerin sadece birkaçı üzerinde çok kısa olarak durmak istiyorum.
“Kurt sürüsü” deyimini duymayanımız yoktur. Evet, kurtlar toplu olarak hâlinde yaşarlar,toplu olarak hareket ederler, tek başına kalmış yalnız bir kurt çok nadiren görülür. Toplu olarak yaşayan kurtlar birbirlerine de inanılmaz bağlıdır ve kendi içlerinde yardımlaşarak yaşarlar. Sürü de bir lider olur ve sürünün tamamı da lideri peşinde gider. Lideri olmayan sürü dağılır ve kısa süre içinde yok olur gider.
Biz Türkler de tıpkı sembol seçtiğimiz kurtlar gibi çoğul yaşarız. Bugün bu özelliğimizden çok şey kaybetsek de bizler de toplu olarak yaşamayı severiz ve o topluluk içinde muhakkak inandığımız da bir liderimiz olur. Lider zafiyeti yaşayan,lideri olmayan Türk devletleri kısa süre içinde tarih sahnesinde yok olup gitmişlerdir.
Kurdun bir başka önemli özelliği ise bağımsız karakteridir. İstediğiniz sirke,hayvanat bahçesine gidin, asla evcilleştirilmiş bir kurt göremezsiniz. Çünkü kurt özgürlüğüne öylesine düşkündür ki, asla esaret altında yaşayamaz. Kurdu kafese hapsedin, eğer gerçekten cins bir kurtsa, bu esaretten kurtulamayacağını anladığı an hayalarını parçalayarak intihar eder, asla esaret altında yaşamayı düşünemez. Tarihte Türk devletlerini inceleyin, aynı şekilde esaret altında yaşayan hiçbir Türk devletini, Türk’ün esir yaşadığı dönemi göremezsiniz.
Misafirperverliğimiz...
Yabancılarda ve özellikli de Avrupa’da evlerde kedi, köpek besleme alışkanlığı vardır ve bu alışkanlık günümüzde bağımlılığa dönüşmüştür. Bu bağımlılık öylesi bir hâl almıştırki, her evde bir kedi ya da köpek beslenir dersek abartmış olmayız. Bu bağımlılığın tek sebebi vardır, o da yabancıların tekil yaşama, yalnız yaşama zorunda olmalarındandır. Avrupa’da aklı biraz eren çocuk, cinsiyeti ne olursa olsun, daha reşit bile olmadan anne, baba, aile ortamından uzaklaşır ve yalnız yaşamaya başlar. Üstelik bu yaşam tarzını ailesi de destekler ve o yöne doğru evladını yönlendirir. Bu tekil yaşam tarzından dolayı yabancıların lügatinde anne-baba,kardeş, evlat, can dostu gibi kavramlar yoktur. İşte bu yalnızlıklarını evde besledikleri kedi veya köpek türü hayvanlarla aşmaya çalışırlar, can dostluğunu bunlarla giderme yoluna giderler..
Oysa biz…
Bizler toplu hâlde yaşarız ve aile bütünlüğünü de ölene kadar korur ve kollarız. Bu aile içi dayanışmamız hayatın her alanına yansır ve aile, akraba, apartman, köy, kasaba vb. kısacası her yerde inanılmaz bir dayanışma ve birliktelik içinde oluruz. Kaza yapmış bir aracın başına bir anda toplanmamız bundandır. Birbirini hiç tanımayanlarımız bile bir anda, hemen oracıkta dost olur sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi kaynaşı veririz.Dünyanın başka hiçbir coğrafyasında, dünyada mevcut başka hiçbir ulusta biz Türkler kadar çabuk kaynaşan, birbirleriyle bir anda dost olabilen böylesi bir millet yoktur. Misafir perver özelliğimizin temelinde yatan husus da budur. Devam edelim…
Zekâmız…
Yine çok iddialı bir çıkış olarak değerlendirilebilir ama gerçek bu. Dünyanın en zeki varlığı gerçekten Türk’tür. Zaten bunun böyle olduğunu söyleyen ilk değilim. Bu üstün özelliğimizi ben değil bütün dünya söylüyor,bunu en başta Büyük Önder Atatürk söylüyor. Ne diyordu Atatürk kürsüleri parçalarcasına “Türk milleti zekidir!” Bunlar asla boşa ve rastgele söylenmiş hamasi sözler değildir. Türk’ün zeki olduğunu gösterecek o kadar çok örnek vardır ki. Bugün dünyanın üstün teknolojilerinin uygulandığı projelerin çoğunun yönetiminde,başında muhakkak bir Türk vardır, bir Türk imzası görürsünüz. Üstelik zekâ göstergesi örneklerin bir çoğunu günlük yaşantınız içinde, çevrenizde ve hemen hemen her gün görebilirsiniz. Hangi millet var ki, buz tutmuş yokuşta zincirsiz koca minibüsü yürütsün? Haberlere konu olmuştu. Bütün yolcular minibüsün arkasında toplanmış hopluyorlar. Sebep? Zıplıyorlar çünkü her hoplayış tekere zincir etkisi yapıyor ve minibüs yokuşu zincirsiz buzda çıkabiliyor. Böylesi pratik zekâ örneklerini sayfalarca anlatabilirim ama bize ayrılan yer kısıtlı olduğundan başka örneklemeleri siz okurlara bırakıyorum.
Sabrımız…
Dünyanın en sabırlı milletiyiz. Her türlü yokluğu, sıkıntıyı, acıyı göğüsleye biliyoruz.Bununda sebebi sahip olduğumuz o üstün sabrımız. Bize bu özelliği kazandıran en büyük etken ise şüphesiz dinimiz. Çünkü sabır dinimizin, bizleri yaratan Allah’ın bir emri. Bu nedenle biz bu özelliği çok kolay benimsedik ve üstünkıldık, ayrıca bu özelliğimizin de her alan da inanılmaz faydalarını gördük.Özellikle de tarih boyu yürüttüğümüz savaşlarda. Tarihimiz boyunca yaptığımız sayısız savaşlarda bize galibiyetin, zaferin kapısını açan anahtarlardan biri işte o üstün sabrımız oldu. O sabır olmasa aşabilir miydik Kurtuluş Savaşı’nı, baş edebilir miydik depremin acılarıyla, yenebilir miydik yoksulluğu! İnanın çok zor! Dayanışma ve sabır bizi krizlerden çıkaran etmenlerimiz oldu.
Selamımız…
Dünya insanı selamlaşmayı bizden öğrendi. Bunu bütün dünya toplum bilimcileri bilir vekabul ederler. Bugün kutuplara kadar dünya coğrafyasının neredeyse her karesine yayılmış Türkler insanlığa “selam”ı öğretti, hediye etti. Bugün dünyada, bugün Avrupa’da insanlar selamlaşıyorsa bunun sebebi biziz. Dünya insanları birbirine gülümsüyorlarsa bunun sebebi bizleriz.
Nasılbir millet olduğumuzu anlama adına verdiğim bu örnekleri, üstün özelliklerimizi sayfalarca çeşitlendirebilirim ama dedim ya, yer kısıtlı olduğundan burada örnekleri bırakarak yazıya son veriyorum. Bu konuyu ve bu başlıkları neden seçtiğime gelince. Merhum Türkeş’i rahmetle anma adına bu tür değerlerimizi hatırlamayı gerekli buldum, eminim yaşasaydı o da bu yazıyı desteklerdi. Çünkü gerçekten bu hatırlatmaya ihtiyacımız var. Bunun nedenlerini aşağıdaki satırlarda bulacaksınız.
Peki Şu An Nasılız?
Yukarıda çok küçük bir bölümünü ele aldığımızı özelliklerimizi bir insan bedeninde birleştirin, ortaya insanı kâmil çıkar. Hem dinimizin emrettiği hem insanlığın özlediği, gönüllerin aradığı insan modeli bu. Peki, bizler, bizi biz yapan bu özeliklerimize, bütün dünyanın gıpta ile baktığı bu birikimlerimize yeterince sahip çıkabildik mi? Şunu rahatlıkla ifade edeyim ki, bu satırları okuyan her Türk vatandaşı istisnasız bu soruya “hayır” cevabı verecektir.
Bugün maalesefsabrı rafa kaldırmış, anında parlayan, hemen çatışmaya ve kavgaya müsait,aralarında selamı sabahı kesmiş, paylaşmayı misafirperverliği unutmuş, zekâsınıya yanlış ve boş işlere ya da kötüye kullanan bir toplum hâline getirildik.
Yazıktır,bugün dünyaya selamı öğreten insanlarımız kendi aralarında selamlaşmayı kestiler. Çevrenizi gözlemleyin, otobüste, trende, yolda asansörde bırakın selamlaşmayı birbirlerinin yüzüne bakmayan yüzlerce insan görürsünüz.
Yarıda özellikle “Bu hâle getirildik.” cümlesini kullandım. Çünkü biz bu hâle gelmedik,getirildik. Bunun sebeplerini sorgularsak, şüphesiz dış güçlerin uyguladığı algı operasyonlarının rolünün çok büyük olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Peki buradan geri dönüş, kurtulma ihtimalimiz var mı? Şüphesiz az bir silkelenmeyle az bir gayretle tekrar fabrika ayarlarımıza dönebiliriz. Yeter ki isteyelim.Yeter ki, merhum Türkeş gibi Türklüğün gür sesi ve aksiyon adamı olmayı başarabilmiş liderlerimizi iyi anlayalım.
Doğumunun100. vefatının 20. yıl dönümünde merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’i rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhu şad, mekânı cennet olsun. İnşallah...