EDİTÖRDEN

28 Ekim 2015 12:08 Dr. Veysi Kayıran
Okunma
1478

 

Orta Doğu’da Rusya’nın devreye girmesiyle yeniden açılan kartlar, bir gerçeği ortaya çıkardı. Tek başına dünyayı yönetmeye çalışan ABD, bölgeye dönük politikaları ve diplomasisinde önemli açıklar veriyor. Obama ve kurmayları çözüm üretemiyor.
Geçmişte Afganistan’da ve Irak’ta ABD’nin yaptıkları fiyaskoyla sonuçlandı.
Vaşington, Afganistan’da yerli halkın nazarında Karzai rejimini meşrulaştırmak çok çaba harcadı. Fakat bu ülkedeki kaos ve otorite zaafı önlenemedi. Hiç şüphe yok ki 2014 yılından sonra koskoca bölge, ABD’nin askerî operasyonları öncesinden daha tehlikeli hâle geldi.
Irak’ta da müthiş bir istikrarsızlık ve kargaşa hüküm sürüyor.
Bütün bunlara rağmen aynı sarsak politikalar Suriye üzerinde deneniyor.
Görünen köy kılavuz istemiyor. ABD’nin Suriye politikaları çuvallama sürecine girmiş durumda. Uzun vadede Orta Doğu’da yeni bir “Afganistan sendromu” yaşanacak. Pusuda sinsice bekleyen ve Esad’ın arkasında duran Putin’in Orta Doğu’da sahne alması, bu sendromun habercisi.
ABD büyük bir devlet ama politikaları sanıldığı gibi uluslararası alandaki sorunlara çözüm getirmiyor. Getirmediği gibi yeni yaralar açıyor, mevcut yaraları da kangrene çeviriyor.
Kendi insanının hayatıyla birlikte dünyanın da yaşanabilirlik katsayısını azaltıyor. Hem dünyanın kaynaklarını hem de beşeriyetin dayanma gücünü tüketiyor. Bir taraftan cinnet üretirken diğer taraftan da cennet dünyamızı bitiriyor.
ABD “infirat” politikasını terk ettiğinden beri yıllardır kendini tekrar ediyor. Her gelen yönetimin dış politika hüsranı ve hataları ABD Kongresinde acımasızca eleştiriliyor.
Diğer güçlü ülkeler de ABD’yle sidik yarışındalar.
Sovyet rejiminin çökmesinden bu yana belini doğrultmaya çalışan, sahip olduğu askerî ve nükleer güce dayanarak “süper”liğini ispatlamak isteyen Rusya’nın yöneticileri; uzun işeme yarışı yapan ergenlik çağını tamamlamamış çocuklar gibi. Moskova yönetimi; Ukrayna’da, Kırım’da gücünü ve erkekliğini ispatlama psikozuyla insanlığın barış ve esenlik içinde yaşama umuduna darbe indirmişti. Ardından da Suriye’de varlığını kanıtlamaya çalışarak tehlikeli bir adım attı. Rusya’nın bölgede pasif bir aktör olarak kalmama inadı, en çok da Türkiye’yi zorluyor.
Türkiye’yse bölgesel problemlerin halline ve kendi menfaatlerini korumaya yönelik sağlıklı çözümler üretemiyor. Tek seçici ve belirleyici Tayyip Erdoğan, sadece kitlelerin duygularını okşayan ve yüksek sesle dillendirilmiş hamasi nutuklarla seçim yatırımını sürdürüyor.
Buna; Vaşington’un Ankara’ya şaşı bakan, Türkiye’nin bölgesel aktivitesini ve İslam dünyası üzerindeki itibarını kırmayı hedefleyen “obez” diplomasisi de eklenince ortaya kaygı verici bir manzara çıkıyor.
Umarız, 1 Kasım’dan sonra bu gidişe etkin ve yetkin şekilde müdahale edecek bir siyasi tablo ortaya çıkar.