Büyük Kolej tarafından düzenlenen "Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik” konulu sempozyumda; ailede, okulda, sokakta, sporda ve çalışma hayatında yaşanan fiziksel ve psikolojik şiddet masaya yatırıldı.
Sempozyumda konuşan uzmanlar, okullarda mutlaka öfke kontrolü ve şiddeti önleme derslerinin okutulması gerektiği konusunda görüş birliğine vardılar.
Oral: Öldürülen Kadınların %36’sı Yakınları Tarafından Öldürülüyor
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi Müdürü Uzman Psikolog Muradiye Oral; Bakanlığın, özellikle ailenin korunmasına yönelik çok ciddi çalışmalar yürüttüğünü söyledi.
Oral, şöyle devam etti:
"En son Bakanlığımızın Hacettepe Üniversitesi ile birlikte yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye'de neredeyse her iki kadından birisi sözel şiddete maruz kalıyor. Üç kadından birinin de fiziksel şiddete maruz kaldığını belirledik. Diğer şiddet alanları da çok aşağıda değil. Türkiye'de olduğu gibi dünyada da oranlar çok yüksek. Dünya genelinde öldürülen kadınların %36'sı maalesef yakınları tarafından şiddete maruz kalıyor. Bu nedenle bizim çalışmalarımız farkındalık oluşturmakla başlıyor. Bu anlamda okullar da çok büyük değer taşıyor. Şiddet çocukluktan itibaren, dünyaya geldiğimiz andan itibaren öğrenilen bir davranış şeklidir. Öfke doğal ve insani bir duygu… Ama öfkemizi hangi davranışla ortaya koyacağımızı seçmemiz lazım. Şiddet uygulamadan öfkemizi başka yollardan ve ilişkilerimizi bozmayacak şekilde ortaya koyabiliriz. Ama asıl öğrenmemiz gereken konu, dünyaya geldiğimiz andan itibaren öğrendiğimiz toplumsal cinsiyet rollerimizdir."
Yılmaz: Müfredata Öfke Kontrolü Dersleri Konulsun
Klinik Psikolog Nurgül Yılmaz; şiddetin sözel ve fiziksel bileşenlerini anlatırken şiddetin dünü, bugünü ve yarınımızı meşgul eden çok önemli bir sorun olduğunu vurguladı.
"Hepimiz bu şiddet olgusunun içindeyiz." diyen Yılmaz, şöyle devam etti:
"Bazen televizyonlardan izlerken de şiddete maruz kalıyoruz. Özellikle medya ayağı bu şiddet faktöründe anne baba etkisi kadar önemli hâle gelmeye başladı. Medya faktörü özellikle hangi toplumlarda daha etkili... Ekonomik krizlerin, politik belirsizliklerin olduğu ülkelerde medya faktörü anne baba tutumları kadar çok önemli... Şiddeti gerektiren faktörler çok büyük. Bu konuda aslında bir genetik yapıdan bahsetmemiz gerekiyor. Bir psikolojik sorundan ya da tek boyutlu bir kavramdan bahsederken genetik bir yapı söz konusu... Biyolojik yapımız söz konusu. Öfkelendiğimizde hepimizin fizyolojisinde birtakım değişiklikler oluyor. Saldırganlığı tercih olarak kullanan bireylerde farklı bir fizyolojik yapı söz konusu... Bunun yanında anne baba tutumları, erken çocukluk yaşantıları, kültürel etkenler, çevresel faktörler, medya ayağı, akran etkisi. Yani şiddet çok faktörlü bir kavram... Şiddetin sürmesini hiçbirimiz istemeyiz. Şiddet konusunda ne kadar bilinçliyiz? Şiddeti önleme konusunda ne kadar bilinçliyiz? Aslında okullarda öfke kontrolü ve şiddeti önleme ile ilgili derslerin konulması zorunlu hâle getirilmeli. Bununla ilgili derslerin müfredata konulması çok daha iyi olacak. Bu bilinci insanlara daha fazla aşılamalıyız."
Toplumda Psikolojik ve Sözel Şiddet Aile İçinde Çok Yaygın
Şiddetin bir halk sağlığı sorunu olduğuna dikkat çeken Yılmaz, şunları ifade etti:
"Şiddeti algılamaya çalışırken bu açıdan bakmalıyız. Şiddet hükûmetleri, politikacıları, kanunu uygulayanları, kolluk güçlerini, aileyi, bireyi, okulu yani herkesi kapsıyor. Biz psikologlara daha çok şiddet mağdurları geliyor. Zaman zaman şiddete maruz kalan, bazen kendi uyguladığı şiddetin farkında olmayan bireyler de geliyor. Öfke yönetimi sorunu ya da iletişim çatışmaları ile ilgili sorun yaşayanlar geliyor. Özellikle fiziksel boyutuna karşı çok duyarlıyız. Fiziksel anlamdaki şiddeti görebiliyoruz, fakat psikolojik ve sözel şiddeti çok fazla göremiyoruz. Çok sınırlı kalabiliyor. Oysa çok yaygın… Aile içinde psikolojik ve sözel şiddetin kabul gören bir yanı var. Bu çok vahim bir durum... ‘Bir kereden bir şey olmaz.’ gibi genel kabul görmüş bir anlayış var. Oysa bir keresi de ayrı birden çok yapılması da aynı. Şiddetin, fiziksel ya da psikolojik anlamda tahribat yaratan bir etkisi söz konusu... Bir kasıt söz konusu burada… Şiddete toplumsal açıdan baktığınızda da bireysel açıdan baktığınızda da şiddet hangi mekanizmaları harekete geçiriyor? Öfke şiddeti doğuruyor. Bir kısır döngü bu... Nefreti, düşmanlığı, ayrışmayı tetikliyor. Ne yapıyoruz şiddete maruz kalmış bir toplum olarak şiddeti uygulayanlara yönelik öfke, düşmanlık ve kin duyguları besliyoruz."
Göcek: Şiddetin Merkezinde Aileden Gelen Aktarımlar Var
Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Elif Göcek, "akranlar arası okulda şiddet" konusunda açıklamalarda bulunurken "Şiddet dediğiniz şeyin başı, insan ruh sağlığı. İnsan ruh sağlığının başı, anne baba çocuk ilişkisi… Eğer biz psikolog ve psikiyatristler olarak bunu tüm ebeveynlere duyuramadıysak bizim hatamız." ifadelerini kullandı.
Göcek, şu görüşlere yer verdi:
"Halka sorduğunuz zaman hiç haberi yok ve varlığını bile bilmiyor. Ama şiddet dediğiniz şeyin merkezindeki ve içimizdeki mekanizma, insanlara duyduğunuz güven ya da güvensizlik duygusu. Daha sonra insanın genetik donanımı gelmektedir. Aileden gelen aktarımlar da önemli. Bebeklerin daha doğarken zor ve kolay bebekler olarak getirdikleri farklılıklar var. Aile içi çatışmaların yaşandığı bir aile ise eğer o zaman işler karışıyor. Zor bebekler zor çocuklar ve zor insanlar olarak devam ediyorlar. Ama zor bebeklerin çok kaliteli anne ve babaları, onları sıcacık kucaklayan aile ortamı olduğu zaman da bu bebekler gayet güzel başarılı bebekler olarak hayata devam ediyorlar. Kolay bebekler ne oluyor? Bunlar uslu uslu çok kolay bebekler iken eğer alkolik bir baba ve şiddete maruz bırakılan bir ortamda büyüyorsa onlar da maalesef zor insanlar oluyorlar. Hiç kimse anne baba-bebek ilişkisine önem vermiyor. Kanada gibi ülkelerde hemşireler evlere gidiyor ve anne baba ve bebek ruh sağlığına dikkat ediliyor. Bebek eve geldiği andan itibaren anne baba bebeğin ruh sağlığını öğrenmeye başlıyor. Biz de böyle bir şey yok. Sonra da niçin şiddet içinde yaşıyoruz ve niçin kadınlar öldü diye tartışıyoruz. Çünkü işin başındaki bilgileri topluma vermiyoruz."
En Yoğun Olarak Kullanılan Zorbalıklarından Birisi de Siber Zorbalık
Göcek, okulda uygulayan şiddete değinirken "zorbalık" konusunu vurgulayarak "Okuldaki şiddeti zorbalık olarak anlatacağım. Zorbalık, güçlü insanların kazanç ve keyif için güçsüz insanları sosyal, fiziksel, sözel, psikolojik ve ruhsal olarak rahatsız etmesidir. Okulda dedikodu yapmak bile sizin psikolojinizi bozacak etken oluyor." dedi.
Göcek, şunları ifade etti:
"Şimdi siber zorbalık diye bir şey de çıktı. Günümüzün en yoğun zorbalığı... Telefon ve İnternet üzerinden çok ciddi zorbalık yapılıyor. Çocuklar ve gençler arasında bunun kötü bir şey olduğu bazen bilinmiyor. Bunu okul içinde her yerde görebiliyoruz. Daha çok tuvaletlerde, okul servislerinde yapılıyor. Şoförler acayip ilgisizler. Çocuklar acayip zorbalığa maruz kalıyor ve saatlerce dolaşabiliyorlar. Genellikle zorbalığa maruz kalan çocukların aileleri çok koruyucu oluyor. Zorbalık yapan çocukların ailelerinde ise çok kaotik bir ortam oluyor. Anne baba ilgilenmiyor. Bu tür ailelerde disiplin tam olarak sağlanamıyor. Bu tür çocukların ruhsal dengesinin toparlanması gerekir. Yıllar boyunca zorbalığa maruz kalan çocuklar ileride yıllar boyunca bunun izini taşıyorlar. Uyku sorunu yaşıyor ve gece altını ıslatmalara varıncaya kadar semptomlar yaşayabiliyorlar. %44 sözel zorbalık söz konusu. Ne yapmalıyız o zaman? Hem ailede hem de okulda güvenilir ortamlar oluşturmalıyız. Bu şiddete ve zorbalığa karşı konuşabilme kapasitemiz artmalı. Ne lise de ne de üniversitede hiçbir öğrenci gidip öğretmenine veya hocasına “Ben sizden farklı düşünüyorum.” diyemiyor. Farklı düşünmeyi bilen bireyler yetiştirmeyi bilmemiz gerekir. Farklı düşünebilmeyi geliştirmeli ve pekiştirmeliyiz. Zorbalar genellikle yeni gelen öğrencileri tespit edip zorbalık yapıyorlar ve onlar da kimseyi tanımadıkları için çok hızlı zorbalığa maruz kalıyorlar. Bu konularda öğretmenler hemen her gün konuşmalı ve haftada bir gruplar hâlinde konuyu tartışmalılar. Bireysel de olarak bu konuda çalışmalar yapmalıyız. Okulun çalışması yetmiyor, veliler de zorbalık ve şiddetle ilgili çok ciddi şekilde eğitilmeli. Akran dayanışması var. Çocuklar arasındaki dayanışma duyguları da güçlendirilerek bir başka çocuğa yapılan zorbalığı önlemeleri gerektiğini öğretmeliyiz."
Acar: Terörün Önüne Geçmek İçin Çözüm Spor Salonları ve Sanat Atölyeleri
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. A. Şebnem Soysal Acar, “Toplumsal Şiddet Terörün ve Etkileri” ile ilgili değerlendirmelerde bulunarak “Şiddet ve terörün önüne geçmek için spor salonlarını ve sanat atölyelerini mutlaka boş bırakmayacağız.” dedi.
Terörün önüne geçmek için her mahallede mutlaka çocukların bir araya gelebileceği küçük evlerin oluşturulması gerektiğini ifade eden Acar, açıklamalarına şöyle devam etti:
“Deneyimlerin paylaşıldığı, temasın olduğu sosyal medyayı da aktif olarak kullanmamız gerekir. Bizde, ‘Dayak cennetten çıkma.’ gibi sözler var. Bugün milyonlarca çocuk dolaylı ya da dolaysız olarak şiddetle temas ediyor. Bu sessiz çoğunluk, haklarının ne olduğunu bilmekten bihaber… Suriyeli çocuklar sokaktan çekildi ama çok ileriye gitmeyin; bir bakın Ankara'nın köylerinde, bugün Altındağ'da çocuklarımız neler yaşıyorlar? Bir sürü olumsuz etki var ama bunların içerisinde özellikle şiddetle çok örtüşen 16 ile 20 yaş arasındakiler oluyor. Korkuların altında ifade edilmemiş öfkeler, öfkelerin altında da bizim için korkular var. Nelerden korkuyorlar? Acaba bu olaylar tekrarlar mı? Çünkü hayatımızda süreklilik çok önemli... Dimağımızda kaldı ya ‘Bir kereden bir şey olmaz.’ hikâyesi. O bir kerelerin sürekli olarak tekrar ediliyor olması, bedensel bütünlüğümüzü ve ruhsal varlığımızı tehdit eden bir şey. O yüzden çok kritik. Bedensel bütünlüğümüzün tehdit edilmesi, sürekli olarak öldürülme, yaralanma, sürekli olarak anne ve babama bir şey olacak düşüncesindeler. Kilis'te olan çocukları düşünün. Günlerce oraya bombalar atılıyor. Bombalanan ve yakılan okullar. Yalnız ve savunmasız kalmak… Zorbalıkta insanların yaşadıklarını düşünün. Tek başına kimseyi ikna edemiyor. Çocuklar için en acımasız nokta burası. ‘Ben bir şey yaptım bu yaptığım nedeniyle bütün bunlar benim başıma geldi. Bunu hak ettim.’ Yıllarca istismara maruz kalan çocukların ağızlarını açıp söz söyleyememenin temel nedeni bu... Demek ki biz bu korkularla ve kaygılarla mücadele etmeye ev içinde başlayacağız. Nasıl bir toplum istiyorsanız öyle bir aile yapısı kurarsınız.”
Utandırılarak Büyüyen Çocuk, Büyüyünce Zorba Oluyor
“Öğrenme güçlüğü çeken çocukların hikâyelerine bir bakın, muhtemelen ailelerinde özellikle annelerinde doğum sonrasında depresyonu mutlaka görürsünüz. Bu çocuklar özellikle yalnız kalmak istemiyorlar. Bakıcılarından ayrı kaldıklarında hırçınlaşıyorlar. Özellikle 3-6 yaş arasında çok daha küçük çocukmuş gibi davranıyorlar. Oyun esnasında sürekli olarak ne olduğunu kavrayıncaya kadar o travmatik süreci yaşıyor. Çocuklar olayları yeniden canlandırıyor. 4 yaşından itibaren bu çok önemli. Suçluluğun ve utancın sesi yok. Utanıldığı zaman insanlar başlarını eğiyorlar ve büzüşüyorlar. Bu çok daha erken dönemde başlıyor. Eğer çocuklar utandırılan ailelerde büyüyorsa, büyüdüğü zaman zorba oluyor. Utancın olduğu her yerde suçluluk vardır. Sokağa çıkın bakın. Demek ki biz çok utandırılan bir coğrafyada büyüyoruz. O yüzden herkesin çok hızlı bir şekilde yüzü kızarıyor. Başımızı öne eğip hiç konuşamıyoruz. Mücadele edilmese gereken şeylerden bir tanesi utanç… Çok önemli bir ihtiyaç olan medya... Medya okuryazarlığı kursları çok fazla… Çeşitli okullarda bu konuda dersler var. Ama yeterli değil ve daha çok yaygınlaştırılmalıdır. 12 yaş ve üstü çocuklarda büyüme ile birlikte dikkat eksikliği, okul başarısızlıkları geliyor. Ergenliğe geldiğimiz zaman çok daha ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Çünkü bunlar erişkinmiş gibi davranmaya başlıyorlar. Bu da kimlik karmaşasını getiriyor. Ötekileştirmekten uzak kalalım. Ayrımcı bir dil kullanmayalım. İlgi ve sevgi duygularını geliştirelim.”
Sever: Türk Toplumu, Kadına Karşı Şiddet Haberlerinde Aşama Kaydetti
Atılım Üniversitesi Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Sever de sempozyumda “ev içi şiddet” konusuna değindi.
Sever, “Aile içi şiddet demeyip ev içi şiddet diyorum. Bundan özellikle kaçınıyorum. Çünkü aile içi şiddet kavramı doğru değildir.” görüşüne yer verdi.
“Şiddet deyince aklımıza gelen hem medya hem de hukuk, mahkemeler, kararlar; çok önemli bir gündem konusu oldu bu konu.” diyen Sever, anlatımlarını şöyle sürdürdü:
“Ev içi şiddette yasa talebi çok uzun yıllar konuşuldu. Önce şiddetle ilgili genel bir perspektif çizmek ve şunu görmek zorundayız. Siyasetteki şiddet, evin içindeki şiddet, sokaktaki şiddet, medyadaki şiddet bunların hepsi birbirini tamamlayan şeylerdir. Tek bir unsuru ele aldığımızda yeterli olmayacaktır. Bununla mücadelede hukuk son halkadır ama çok da etkili bir halka değildir. Çünkü hukuk, şiddet gerçekleştikten sonra devreye giren bir araçtır. Şiddet gerçekleşmeden önceki bir araç olmadığı için ne yazık ki olumsuz bir araçtır. Önemli olan o şiddeti yok etmektir. Bu sebeple belli eksikleri olmak durumunda… Hiçbir eylem gerçekleşmeden hukuki bir mekanizmayı çalıştırma imkânınız yok. Şiddetle baş etmenin öncelikli yolu, son yıllarda giderek artan toplumsal meşruiyet sorunudur. Şiddetle ilgili okuyucu yorumlarını konuşmamız gerekir. ‘Oh olsun, daha beter olsun.’ gibi. Durum böyle iken hukuki mekanizmalarımızı ne kadar güçlendirirsek güçlendirelim, aslında bununla mücadele etmek çok zor. ‘Cezalandırıcı ve caydırıcı yöntemler sandığımız kadar etkili mi acaba?’ diye sormak gerekiyor. Şiddet bir toplumsal meşruiyet sorunu olduğu sürece - ki bunu kadına karşı şiddette görürsünüz- istediğiniz kadar ceza ağır olsun, şiddeti uygulamakta tereddüt etmez. Siz bu toplumsal meşruiyetle mücadele etmediğiniz müddetçe istediğiniz hukuk normunu getirin, verilen cinsiyetçi mahkeme kararlarını görebiliyorsunuz. Onların aşıldığı noktada dahi hukuk zemin olarak bu işin son halkasıdır. O halkaya gelmemeye gayret etmeliyiz. Bizim amacımız, şiddeti azaltmak ve önlemektir. Türk toplumu, kadına karşı şiddet haberlerinde bir aşama kaydetti. Çünkü çok tepki aldı. Bu tepkiler medyanın biraz kendisine bakmasını sağladı. Sadece mahkemeler, devlet, yasaların dışında öz denetim diye bir şey de var. Kişilerin kendi kendilerini denetleyecek etik kodlara sahip olmaları da önemlidir. Cinsiyetçi kodlarla ilgili üniversiteler çalışmalar yapıyor. Bu yasaların varlığı da önemlidir.”