Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Şahin, Amerika’nın dış politikasında dinin çok önemli bir faktör olduğunu belirtti.
Şahin, Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) tarafından düzenlenen bir etkinlik kapsamında Yıldırım Beyazıt Üniversitesinde “Amerika’nın Orta Doğu Politikasında Dinin Rolü” konulu bir konferans verdi.
Amerika ile İran’ın anlaşması sonucu Orta Doğu’da şimdi farklı bir sürecin yaşandığını belirten Şahin, “Çünkü bugün İran’la çatışmak Amerika’nın da Körfez’in de çıkarına değildir. Amerika, kendisiyle çalışana iyi Müslüman, çalışmayana kötü Müslüman gözüyle bakar. Bu defa Sünni kesimin şeytanlaştırılma süreci söz konusu. Bu da daha çok IŞİD gibi gruplar üzerinden yapılmaya çalışılıyor. 11 Eylül'den sonraki yaklaşımına dikkat ettim. Amerikalılar ister Soğuk savaş döneminde Rusya ile ilişkilerde ister 1979 İran Devrimi'nden sonra isterse 11 Eylül sonrasındaki dış politikasında İslam dünyasını değerlendirirken bu bazda hareket etmişler. Yani iyi Müslüman, kötü Müslüman tanımı yapmışlar.” dedi.
Şahin, “ABD’nin kuruluş aşamasındaki devlet yapısının oluşturulmasında hem iç siyaset hem de dış politikasında dinin etkili olduğunu görüyoruz. Amerika dış politikasında dinin rolünün, Soğuk Savaş döneminde daha çok ve daha rahat bir şekilde kendisini gösterdiğini görüyoruz.” diye konuştu.
Din Her Dönemde Uluslararası İlişkilerin Faktörü Oldu
Prof. Dr. Mehmet Şahin, bu durumun uluslararası ilişkilerde uzun süre ihmal edildiğini belirterek şu görüşlere yer verdi:
“Din her dönemde uluslararası ilişkilerin bir faktörü oldu. Avrupa’daki Yüzyıl Savaşları’na baktığınız zaman son 30 yılı din savaşlarıdır. 30 yıl savaşları ile sürgüne gönderilen Katolik Kilisesi idi. Siz tartışmanın dışına atıyorsunuz ama Türkiye'deki en son tartışmaya bakıyorsunuz, kolay kolay siyasetin dışına atamadığınızı görüyorsunuz. En son TBMM Başkanı ile ilgili tartışmaya baktığınız zaman bunun aslında kolay kolay dışarıya atılmadığını rahatlıkla görebiliyorsunuz. Amerika'nın Orta Doğu politikasında her şeyin din etrafında döndüğünü iddia eden biri değilim. Fakat din de ihmal edilmeyecek kadar önemli bir faktör. Amerika Birleşik Devletleri'nin kimlik inşasına bakın. Hıristiyan-Yahudi ortak yapımı bir devlet ve toplum olduklarını anlatırlar. Müslümanlar da burada kendilerine yer bulmakta zorlanırlar. ABD'nin kuruluş aşamasındaki devlet yapısının oluşturulmasında, iç siyasetinde ve dış politikasında dinin etkili olduğunu görüyoruz. ABD'ye baktığımızda, Amerikalılar kendilerini ‘seçilmiş millet’ diye farklı bir şekilde tanımlıyorlar. Seçilmiş millet olarak kendini tanımlayan tüm yapılar, kendilerine ilahî bir yük verildiğini de düşünüyorlar. Bu düşünce Yahudilerde de vardır. Yani bu dünyanın kurtuluşunun Amerikalılar tarafından sağlanacağını iddia ediyorlar. Okullarda böyle bir eğitim veriliyor. Avrupa'da da bunu görürsünüz. Amerika’yı kuran Avrupalıları ‘beyaz adam’ olarak görürsünüz.”
ABD’de % 2.5-3 Nüfusa Sahip Yahudiler Sermayenin % 60’ında Etkili
Şahin, Amerika'da dinin rolünün Soğuk Savaş döneminde kendisini daha fazla görüldüğünü hatırlatarak şunları ifade etti:
“Soğuk Savaş döneminde biz daha çok ideolojilerin hâkim olduğunu gördük. İki kutuplu bir sistemde bir tarafta komünist, diğer tarafta kapitalist sistem… 1950 ve 1960'lar Soğuk Savaş döneminin en yoğun yaşandığı dönem. Bir de 1970'lerden sonraki ikinci dönemi Soğuk Savaş’ın en keskin olduğu dönemdir. Amerika'da dinin dış politikaya etkisini anlamak için önce Amerikalıların kendilerini nasıl tanımladığına bakmanız gerekiyor. Özel bir misyonla seçilmiş ulus, bunlarda çok yoğun olarak kullanılıyor. Diğer bir şey de şu: Dinî çıkar grupları sebebiyle Amerika'da dinin dış politikaya etkili bir faktör olduğunu görüyoruz. Burada bir kaç grup var. Din, otokratik veya otoriter ülkelere göre demokratik ülkelerde daha çok etki yapabiliyor. Demokratik ülke olduğu için. ABD'ye bakın Hristiyan sağ diye gruplar var. Aynı zamanda Katolikler var. Nüfusu az da olsa Yahudiler var ama çok güçlüler. Demokratik coğrafyada iyi örgütlendikleri için hem iç hem de dış siyaseti etkileyebiliyor. Yahudi lobisinin etkisi çok önemli… ABD'nin %2,5, maksimum 3'ünü oluşturuyor. Dünyadaki nüfus oranına baktığınızda yaklaşık 14-15 milyonluk bir Yahudi nüfusu söz konusu. Bunun 7,3'ü İsrail'de yaşıyor. Bir o kadarı da ABD’de, küçük gruplar olarak da dünyaya dağılmış durumdalar. Burada iyi örgütlendikleri için %2,5-3’lük nüfus oranı ile ekonominin % 60’ında etkili oluyorlar. New-York’taki sermayenin %60'ı elinizde olunca, ister istemez o sistemi kendi elinizde tutuyorsunuz.
Amerika’nın Haklı Haksız İsrail’e Yaptığı Destek İslam Dünyasında Kızgınlığa Yol Açıyor
Prof. Dr. Mehmet Şahin, Amerika'nın İsrail'e haklı veya haksız olarak yaptığı her desteğin İslam dünyasında kızgınlığa yol açtığını bildirdi.
Amerika'daki %2,5-3’lük İsraillinin örgütlü yapısı sebebiyle ülkede çok etkili bir durumda olduğunu vurgulayan Şahin, şöyle dedi:
“Antisemitizm suç. Olması da gerekiyor. Çünkü bir topluluğu dili, dini veya ırkından dolayı suçlamak olamaz. Böyle bir işe hiç kimse evet diyemez. İsrailliler ABD’de hem finans kesiminde hem de akademik camiada çok örgütlü ve güçlüler. Yahudilerin kişi başına düşen akademisyen sayısı çok fazla… Yahudiler son derece örgütlü bir toplum... ABD’nin Yahudi lobisinin etkisinde olduğunu görüyoruz. Bizim devlet yetkilileri Amerika'ya gittiği zaman önemli bir Yahudi kuruluşunda bir konuşma yapmayı çok önemserler. Amerikan seçimlerini takip edin. Cumhuriyetçilerin de Demokratların da başkan adayları mümkün olduğunca en son konuşmayı AYPAK gibi Yahudi kuruluşlarında yapmayı planlarlar. Amerikalılar da bu coğrafyaya özellikle Filistin ve Arap coğrafyasına veya İsrail'e bakarken Yahudi lobisinden mi bakıyorlar veya bakmıyorlar? Buna bakmak lazım. Diğer bir grup Evangelistler. Bunlar daha çok Bush'un iktidarı döneminde gündeme geldi. Protestanların %48-50 oranındaki kısmının Evangelist Hristiyan sağ olduğu söyleniyor. Amerikalılara soruyorlar ‘Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?’ diye. Protestanların %48-50 oranındaki kısmı Evangelist veya Hristiyan Siyonist olarak tanımlıyorlar. Yahudilikte misyoner olmaz, Hristiyanlıkta olur. İslamiyet’te tebliğci olur. Yahudilikte bu dinin sadece kendilerine geldiğine inanırlar, onun için misyonerlik olmaz. Onun için de başkasını Yahudi yapmak gibi bir çaba içinde olmazlar.”
İsrail’in, Yahudilerin Orta Doğu’yu Karıştırması İsteniyor
“Hristiyanlar için Mesih'in gelmesi çok önemli. İsrail'in, Yahudilerin Orta Doğu'yu karıştırmasını istiyorlar.” diyen Şahin, şu görüşleri dile getirdi:
“İsrail, hem İslam hem Arap âleminde hem de Batı Avrupa'da eleştiriliyor. Buna rağmen Amerikalılar sorgusuz sualsiz destek veriyor. 1998'de din özgürlüğü yasası çıkardılar. Hristiyan sağın Protestanlar içindeki etkinliğine baktığınızda %50'lere varan bir rakam. Amerika yıllık olarak bu yasaya dayanarak din özgürlüğü raporu hazırlıyor. Tıpkı insan hakları ihlalleri konusunda hazırladığı gibi... Orta Doğu coğrafyasında azınlık grupların din özgürlüğü konusunda rapor hazırlıyorlar. 11 Eylül sonrasında ABD’nin dış politikasına baktığınızda daha belirgin olarak din kendisini göstermektedir. 11 Eylül'den sonra söylem değişiyor. Hristiyan kitlesini arkasına alıp başka bir dinin mensuplarını da karşısına oturtarak hareket ediyor. Eskiden ABD dış politikasında üç dönem söz konusu idi. Soğuk Savaş döneminde dine bakış açısını değerlendirirken Rusya perspektifli olarak hareket etmişler. Doğu bloku ile nasıl ilişki kuracaklar? Hristiyan dünyası ile nasıl ilişki kuracaklar? Soğuk Savaş döneminde ABD, Rusya ile mücadele ederken Müslümanlarla ortaklık kurdu mu kurmadı mı, ona bakmak lazım. Bu ilişki, dış politikanın bir parçasıdır. ABD'nin Müslüman savaşçıları olur mu? Bal gibi olur. ‘Müslüman kendini kullandırır mı?’ diye baktığınız zaman 1979'da başlayan süreci görürsünüz. Bugün de bunun devam ettiğini görürsünüz. Bir anlamda daha çok Sünni Müslümanlarla ortaklığı Rusya'ya karşı görürsünüz.”
İran Devrimi’nden Sonra Şii Dünyası Şeytanlaştırılmaya Başlandı
Şahin, ikinci olarak 1979’daki İran Devrimi’nin de aynı döneme denk geldiğine dikkati çekerek şunları kaydetti:
“Bu defa da ABD’nin dış politikasında yine din faktörünün etkili olduğunu görürsünüz. 1979 İran Devrimi ile birlikte Orta Doğu'nun bölgesel sisteminde bazı değişiklikler oldu. İran'ı etkileyip devrimi etkisiz kılmak için Körfez İşbirliği Teşkilatının kurulması ve bizdeki 1980 Darbesi... 1980 Darbesi'nden sonra Kenan Evren'in hutbelerini okuyun. Bugünkü hutbelerden daha dinî içerikli... Evren’in 1980'li yıllardaki konuşmalarına bakın dine ne kadar çok referans verdiğini görürsünüz. Bu bir yönüyle İran Devrimi ile ilgilidir. O dönemde daha çok Şii dünyası şeytanlaştırılır. Ama şimdi ABD-İran Anlaşması ile farklı bir süreç söz konusu Orta Doğu'da. Bu defa Sünni kesimin şeytanlaştırılma süreci söz konusu. Bu da daha çok ne üzerinden yapılmaya çalışılıyor? IŞİD gibi gruplar üzerinden yapılmaya çalışılıyor. 11 Eylül'den sonra bu yaklaşıma dikkat ettim. Amerikalılar ister Soğuk Savaş döneminde Rusya ile ilişkilerde ister 1979 İran Devrimi'nden sonra ister 11 Eylül sonrasındaki dış politikasında İslam dünyasını değerlendirirken bu bazda hareket etmiş. İyi Müslüman-kötü Müslüman tanımı yapmışlar. Bunu da kim bilebilir? Sadece Allah bilir. Toplumda da dinî ritüelleri yerine getirenlere ne derler? ‘Mütedeyyin ve makbul Müslüman’ diye tanımlanır. Getirmeyene de ‘gevşek adam’ tanımı yapılır. Ama Amerikalılar bunu yapmıyor. Amerikalılarla çalışan iyi Müslüman, çalışmayan kötü Müslüman’dır. İster dinî görevini yapsın ister yapmasın, umurlarında değildir. Amerikan dış politikası ile angaje olmuş mu olmamış mı, onlara hizmet ediyor mu etmiyor mu buna bakarlar. O zaman bunlar makbul Müslüman’dır. Bu bazen radikal bir örgüt olarak ortaya çıkabilir. El Kaide, Taliban, Boko Haram ve IŞİD örneğinde olduğu gibi. 1985 yılında dönemin ABD Başkanı Reagan, Rusya'ya karşı savaşıyor diye Hikmetyar'ın da içinde olduğu grubu Beyaz Saray'ın bahçesinde ağırlamıştı ve ‘Bu gördüğünüz babayiğitler var ya Amerika'nın kurucu babaları ile aynı ruh ve ahlaka sahiptir.’ demişti. Bugün ise onların hepsi terörist... Çünkü o gün kiminle mücadele ediyorlardı Rusya ile. O gün iyi Müslüman onlardı. Bugün ise iyi Müslüman başkası... O bakımdan din, ABD'nin Orta Doğu'ya yönelik politikasında kullandıkları önemli bir faktör olmuştur her zaman.”
IŞİD’in Konsorsiyum Bir Örgüt Olduğunu Düşünüyorum
Konferansta daha sonra soruları cevaplayan Şahin, “ABD Başkanı Obama, IŞİD'in 30 yıl daha süreceğini söyledi bu sizce ne kadar gerçekçi?” şeklindeki bir soruya şu cevabı verdi:
“IŞİD ne? Bunu bilen var mı? IŞİD konusunda kafamdaki soruları cevaplayan hiç kimseyi görmedim. El Kaide, IŞID, El Şebab, Boko Haram gibi yapılara bakıyorsunuz o kadar geniş bir coğrafyada her şey çok farklı. Renk, coğrafya, siyasi yapı, Müslümanlık anlayışları birbirinden farklı ama kısa bir dönem içinde kodları aynı olan tipler ortayla çıkıyor. Bu kadar farklı İslam ülkesinde nasıl oluyor da aynı tepkiyi verebiliyorlar? Böyle geniş bir coğrafyada her şeyi alt üst eden bir örgüt bunu yöneten bir akıl var öyle mi? Kendilerini Müslüman olarak tanımlıyorlar. Bütün devletlerin iç ve dış politikaları ve bölgeyi çökertiyor, İslam anlayışına çok olumsuz etkiler yapıyorlar… Ben IŞİD’in konsorsiyum bir örgüt olduğunu düşünüyorum. Irak'taki IŞİD'le Suriye'dekinin arasında bazı farklar var. Irak'takiler daha çok yerel destek bulabiliyorlar. Eski Baas'cılar ve oradaki aşiretlerden. Fakat Suriye'dekilerin daha etkili olanlarının yabancı savaşçı teröristler olduğunu görüyorsunuz. Artık 2014'deki IŞİD'le karşı karşıya değiliz. Daha farklı bir IŞİD'le karşı karşıyayız… Her gün IŞİD konuşuyoruz. Tüm Sünniler IŞİD'miş gibi konuşuyoruz. Sünni kitle IŞİD üzerinden terörize ediliyor. Buna ilişkin politika geliştirirken buna meşruiyet sağlandığını düşünüyorum. Bugün Şii İran, Amerika'ya daha yakın. Çünkü Körfez İşbirliği Teşkilatı ile zirve vardı. Orada Obama bir konuşma yaptı. ‘İran'la karşı karşıya gelmeyin. İran'la bugün çatışmak Amerika’nın da Körfez'in de çıkarına değildir.’ dedi. İran’ı bugün Sünni kabarmaya karşı ortak müttefik olarak görüyorlar.”