AZMİN ZAFERİ

06 Nisan 2016 11:36 İbrahim Kaan ERTEN
Okunma
1777
AZMİN ZAFERİ

 
 
Türkiye'de spor denildiğinde ilk akla gelen futbol ya da nispeten daha geniş kitlelere ulaşan basketboldur. Sporcu dediğimizde ise zihnimizde canlanan bir erkek figürüdür.
Peki ya kadınlar? 
Bu konuda Türkiye ne yazık ki çok vahim durumda… Ülkemizdeki kadın sporcu sayısı, dünya ortalamasının çok çok altında…
Eldeki verilere göre, Türkiye'deki bin kadından sadece ikisi lisanslı faal sporcu. 
Bununla birlikte dünyanın en önemli spor organizasyonu olarak gösterilen olimpiyat ve paralimpik oyunlarda, Türk spor tarihinde ilklere ve unutulmaz başarılara imza atan birçok kadın sporcu bulunuyor. Türkiye’yi yaz olimpiyat oyunları ve paralimpik oyunlarda bugüne kadar 185 kadın sporcuyla temsil edildi. 
Kadın sporcular gerek takım gerekse bireysel branşlarda gösterdikleri başarılı performanslar sonrasında ilk kez Londra Olimpiyat Oyunlarında, Türkiye'yi erkeklerden daha fazla sayıyla temsil etti. 
114 sporcuyla yer alınan Londra Olimpiyat Oyunlarında kafilenin 48’ini erkekler, 66’sını ise kadınlar oluşturdu.
Engelli sporcuların yarıştığı Paralimpik Oyunlarında da son yıllarda büyük bir çıkış yakalayan kadın sporcular, tarihteki en büyük başarısını Londra 2012’de elde etti. Londra Paralimpik Oyunlarında Türkiye’nin kazandığı 10 madalyanın 7’sini kadın sporcular boynuna taktı.
Gururumuz olan kadın sporcularımız, şimdi de bu yıl Rio'da yapılacak Olimpiyat Oyunlarına hazırlanıyor.
Papalimpik Oyunlara hazırlanan sporcularımızdan biri de Handan Biroğlu.
Handan Biroğlu'nun ibret dolu bir hayat öyküsü var. 
2001 yılında geçirdiği trafik kazası sonrası hayatına tekerlekli sandalye ile devam etmek zorunda kalan daha sonra sporla tanışan, yılmadan çalışarak 2016 Rio Paralimpik Oyunlarına katılma hakkı kazanan millî okçumuz, Handan Biroğlu ile Yeni Düşünce okurları için konuştuk.
 
Sayın Biroğlu, her şeyden önce şunu çok merak ediyorum: Belki de yaşama küstürecek bir kaza geçirdikten sonra hayata nasıl bağlandınız? 
Geçirdiğim trafik kazası sonrası omurilik felci oldum ve tekerlekli sandalye ile hayata devam etmek zorunda kaldım. Ancak bu sırada Allah’ın bir lütfu oldu ve bir kız evlada kavuştum. Bununla birlikte hayatımda bir de kırılma oldu. Eşimden ayrıldım. Bu bir yıkımdı ama kızımın varlığı ile süreci daha kolay atlattım. Tabii kendimi çok güçsüz hissettiğim günler oldu. Ama hayatın mucizesi diyebileceğim kızımın varlığı benim için en büyük motivasyon kaynağıydı. Önümde beni model alan kızım vardı. Artık aynı basamakta durmamam, kendimi yetiştirmem gerekiyordu...
 
O basamakta dururken mi sporcu olmaya karar verdiniz? 
Evet, tam da söylediğiniz gibi. Bir adım atmam gerekiyordu. Önümde iki yol vardı: Spor mu sanat mı diye düşünürken spora daha çok yatkın olduğumu hissettim. Çünkü sürekli tekerlekli sandalyeyi sürüyordum. Kollarımın çok güçlü olduğunu hissediyordum. Kondisyonumun da iyi olduğunu biliyordum. Bu arada ailemi ve dostlarımı da unutmamak gerekiyor. Onların bu konuda çok desteğini gördüm. 
 
 Spora yönelirken neden "okçuluk"? Nasıl seçtiniz bu branşı? 
Kaza geçirdikten sonra tekerlekli sandalyeye bağımlı olacağım ortaya çıkınca, bir yıl boyunca bir rehabilitasyon merkezinde tedavi gördüm. Okçulukla işte burada tanıştım. Önce felsefi anlamda kendime yakın buldum. Ata sporumuz olması ve dinimizce de tavsiye edilmesi benim için önemliydi. Özellikle bu manevi hazzı yaşamak için bu spora başladım. 
Şimdi düşünüyorum da "Keşke daha önce tanışsaydım." diyorum. 
 
Spora başladıktan sonra hayatınızda nasıl değişiklikler oldu? 
Spora başladıktan sonra önce çevrem değişti. Her yaş ve her meslek grubundan birçok dostum oldu. Kendi hâlinde yaşayan bireyken kalabalık bir grubun üyesi hâline geldim. Artık birçok rol üstlenir oldum. Takım atışında bir grubun sorumluluğunu üstendim. Yurt dışı yarışmalarda ülkemin temsilcisi olarak hissettim kendimi. Bazen anneliğim bazen sporculuğum bazen de engelli oluşum ön plana çıktı. İşte bütün bunlardan yepyeni bir insan doğdu. Hayatımdaki bir saniyenin bile önemli olduğunu anladım. Okçuluk, o bir saniyenin önemini anlamamda ana faktör tabii ki… Müsabaka sırasında oku işte o bir saniyede bırakıyorsunuz. O bir saniyeyi iyi değerlendirdiyseniz ok hedefe ulaşıyor. Benzer anları hayatımızda da defalarca yaşıyoruz. İşte ben bunu gördüm. Okçuluk değersizlerimi değerlendirdi ve bana sabrı öğretti.
 
Okçuluğa başladıktan sonra nasıl bir hedef koydunuz kendinize? 
Biraz iddialı gibi olsa da okçuluğa başladığım ilk dönemde millî sporcu olmaya karar verdim. Konsantre oldum ve çalışmaya başladım. İlk yıl, yetiştirilmek üzere millî takım kamplarına çağrıldım. Aynı yıl yani  2014'te Avrupa Şampiyonasına katıldım. İlk kez katıldığım uluslararası yarışmada  takım hâlinde üçüncülüğü aldık. Bu ilk millî gururumdu. Ondan sonra hedefte 2016, yani bu yıl yapılacak Olimpiyat Oyunları vardı. 2015 yılındaki  Dünya Şampiyonasına katıldım. Burada 2016 Paralimpik Oyunları için kota mücadelesini kazandım. Dünya sıralamasında beşinci oldum. Şimdi 16 sporcu 2016 Paralimpik Oyunlarında yarışacak. Dereceye girerek bayrağımızı göndere çektirmek, bu millî onuru ve gururu yaşamak şu anki hedefim. 
 
Nasıl hazırlanıyorsunuz?
Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki okçuluk, sanılanın aksine fiziksel değil zihinsel bir spor. Nişan almaya odaklı ve yüksek konsantrasyon gerektiriyor. Kısa sürede birçok hareketi doğru olarak yapmamız çok önemli. Yayı kaldırış, kabzaya basış, nefes kontrolü ve nişan alma gibi birçok hareketi kısa sürede yapmamız gerekiyor. Bu hareketlerin refleks gibi beynime yerleşmesi için bıkmadan, sıkılmadan çalışıyorum. Bu şekilde kas hafızasının oluşmasını sağlıyorum. Doğru teknikle fiziksel antrenman önemli… Mental olarak da canlandırma yöntemiyle zihnimi canlı tutmaya çalışıyorum. Odaklanmaya yönelik bir spor dalı olduğu için hedefle arama hiçbir şeyin girmemesine dikkat ediyorum.  
 
Bütün bunları bir engelli sporcu olarak yapıyorsunuz. Sizce sporcu nasıl yetiştirilmeli? 
Öncelikle sporun bir yaşam biçimi olduğu, temel eğitimin verildiği süreçte anlatılmalıdır. Spor sonradan dikte edilmemeli. Çocukluktan insanların benliğinde yerleşmeli diye düşünüyorum. Tabii en önemlisi spor ahlakı… Yenmenin de yenilmenin de centilmence karşılanması, spor sayesinde daha kolay öğreniliyor. Engellilerde durum biraz daha zor doğal olarak... Onlara rehabilitasyon sürecinde nasıl ki fizik tedavi yapılıyorsa, aynı zamanda mutlaka sporla da tanıştırılmalılar. Ama asıl önemlisi, bizler için toplu taşım araçlarının ve spor alanlarının kolay erişebilirliği ve engelsiz hâle getirilmeleri. Ben kulübümde rahat  ve engelsiz bir ortamda antrenmanlarımı yapabiliyorum ama diğer şehirler için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. 
Peki sporcu bir kadın olmak…
Kapalı bir toplumda kadına bakış ile ilgili bir sorun yaşıyoruz. Ama iş biraz da bize düşüyor. Kadınlarımızın geri planda değil de bu toplumun parçası olduklarını ortaya koydukları, fikir geliştirdikleri, sorguladıkları bir Türkiye istiyorum. Futboldan başka spor dallarının da tanıtılarak sporda kadın erkek ayrımı yapılmadan çeşitliliğin artmasını istiyorum. Çocuklarımızın önündeki rol modeller bizleriz. Çocuklarımıza bu konuda örnek olmamız lazım. Bir kadın kendini iyi yetiştirdiğinde, onun çocukları da toplumdaki güçlü bireylerden biri olacaktır. Bu, gelişmedeki en önemli hamle… Bunu göz ardı etmemeliyiz. Bir önemli sorun da sporda erkek egemen yönetici varlığı. Örneğin hiçbir federasyonun başkanı kadın değil. Başkanı bırakın, kadın yönetici bile yok. Bu durum, kadın sporcu yetişmesinin önünde bir engel... Bunu acil çözmeliyiz.