A Millî Futbol Takımı, birçok imkânsızın bir araya gelmesinin ardından İzlanda’yı 1-0 yenince Fransa’da yapılacak olan 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine doğrudan gitmeye hak kazandı. Birçok spor yorumcusu bunun büyük bir şans olduğunu vurgulasa da genç oyunculardan kurulu millî takım her geçen gün daha iyi bir oyun ortaya koyuyor, bu bir gerçek. Ayrıca Teknik Direktör Fatih Terim'in çok şanslı olmasına da hiçbir itirazımız yok.
Bütün bunlara karşın büyük sevinç ve millî heyecan hissettiğimiz İzlanda maçı sonrası öyle bir açıklama geldi ki sanki kocaman bir yumruk boğazımıza düğümlendi.
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, futbolcu ve teknik heyete bugüne kadar 150 bin avro verdiklerini ancak bu başarının ardından buna 350 bin avro daha ilave edeceklerini açıkladı.
İşte bu açıklama ile her şey tuzla buz oldu. Bu büyük başarının karşılığı, büyük bir para ödülü ve marifetmiş gibi bunun en kaba biçimde açıklanması mı olmalıydı?
Eğer bu işin karşılığı sadece yüzbinlerce avro ise asgari ücretle çalışan, millî duygularla stada koşan ve sonuna kadar sahada ay yıldızı göğsünde taşıyan takımı hiçbir karşılık beklemeden destekleyen Türk insanına ne ödemelisiniz? Yoksa onlar stat ya da televizyonda futbol maçı seyrediyorlar işte, daha da ne olsun mu?
Millî müsabakalar öncesi teknik adamlar sporcuların motivasyonunu arttırmak amacıyla Türk insanının kutsal bildiği bazı kavramları, onlara dakikalarca dikte ederler. Örneğin, "millî duygu" derler. Bu, sporcunun herhangi bir uluslararası müsabakada atalarının şanlı geçmişini o an yaşadıkları ile birleştirerek tattığı duygu yoğunluğudur.
"Vatan sevgisi"nden söz ederler. Sporcunu üzerinde doğup büyüdüğü, hayatını geçirdiği topraklar için bütün sosyal ve ekonomik çıkarlarını, gerektiğinde hayatını feda edebilme duygusudur bu.
Ayrıca simgeler vardır. Bunlardan biri Türk bayrağıdır. Üstünde “5 köşeli yıldız” vardır. Bu İslam’ın 5 şartını simgeler. “Ay” İslam’ı temsil eder. Al zemin ise bugüne kadar vatanı için canını vermiş şehitlerimizin kanının sembolüdür.
Bir de her duyduğumuzda gözlerimiz dolan millî marşımız vardır. Ülkemizin bağımsızlığının ve gücünün simgesidir. “1453 harf” “571” heceden oluşur. Yani İstanbul'un Fethi ile Peygamber’imiz Hz. Muhammed'in doğuşuna dikkati çeker.
İşte bunlar bizi yani Türk'ü Türk eden kavramlardır. Ya da öyleydi. Öyle bir çürüme yaşıyoruz ki bir grup, devleti büyük bir iştahla talan ediyor. Hemen her şey emirlerine amade… İşin ilginç yanı bu grup dinî ve millî değerleri yere göğe koyamıyor. Ancak öyle bir tamahla saldırıyorlar ki kutsal değerleri bir yana bıraktık, Allah’tan bile korkuları yok artık.
Durum hazin ama madalyonun bir de diğer yüzü var. Burada ise bir lokma bir hırka felsefesini düstur edinmiş, yüreği millî duygular ve vatan sevgisiyle dolu, ay yıldızın onuru için görev yapan birçok insan var.
Sınırlarda görev yapan Mehmetçiğin ayda 48 lira gibi sembolik para aldığını sizce kaç kişi biliyor? Bu insanlar ki işlerini, sevdiklerini hiçbir maddi karşılık beklemeden geride bırakıp vatan uğruna hayatlarını ortaya koyan kahramanlardır. Polislerimiz, sadece ailelerini geçindirebilecek bir para için canları pahasına görev yapmaktalar. Ya asgari ücrete yerin metrelerce altında ölümle burun buruna çalışan madencilere ne dersiniz?
Ne denli gözünüz paradan başka bir şey görmese de bu insanların önüne çıkıp elde ettikleri başarı karşılığında futbol millî takımına 150'nin üstüne 350 bin avro daha vereceğiz, diyemezsiniz. Futbolda trilyon dolarlar dönse de Türk insanın millî duygularını paraya tahvil etme hakkını size kimse vermedi.
Üstelik bu açıklama birçok yönetmeliği de ayaklar altına almakta. Uluslararası spor karşılaşmalarında ilk üç dereceye giren sporculara verilecek en fazla ödül miktarı "Devlet Ödül Yönetmeliği" ile belirlenmiştir. Buna göre, şampiyon olunması hâlinde her futbolcuya 125 cumhuriyet altını kadar bir bedel, ödül olarak verilebilir. Yani keyfî şekilde bol keseden dağıtılacağı ilan edilen para, yönetmeliklere de aykırıdır.
Sizce ay yıldızlı formaları ile Avrupa ya da dünya şampiyonalarında şeref kürsüsünde millî marşımızı çaldıran diğer sporcularımız daha mı az değerliler?
Oysa öyle bir neslin torunlarıyız ki biz…
Sultan II. Abdülhamit döneminin en başarılı güreşçilerinden biri olan Kurtdereli Mehmet Pehlivan 1869'da Avrupa'ya gider. Burada büyük başarılar kazanan Kurtdereli, 32 gecede 43 müsabaka yapar. Hiçbirisinde de yenilmez. 1899 yılında yapılan Paris Şehir Ödülü Turnuvası'na katılan Kurtdereli, görünümüyle çevresindekileri o kadar etkiler ki iki Fransız güreşçi, mindere çıkıp perişan olmaktansa maç yapmayarak yenilgiyi kabul eder. Kurtdereli bu başarılarının ardından "cihan pehlivanı" unvanını alır. Büyük pehlivana Balıkesir’de hayatını kaybetmeden kısa bir süre önce işin sırrı sorulur. Anadolu Ajansı, Havacılık ve Spor, Hâkimiyet-i Milliye muhabirlerine verdiği röportajda Kurtdereli, “Güreşirken, bütün Türk milletini arkamda hisseder ve onun şerefini korumak için her şeyi yapardım. Sanki bütün Türk milletinin kuvvetinin arkamdan olduğunu hissederdim.” der.
Bu açıklamadan bir süre sonra bir mektup alır Kurtdereli:
“12 Kasım 1931 Salı
Kurtdereli Mehmet Pehlivan,
Seni, cihanda büyük ün almış bir Türk pehlivanı olarak tanıdım. Parlak muvaffakiyetlerinin sırrını şu sözlerle izah ettiğini de öğrendim: "Ben her güreşte arkamda Türk milletinin bulunduğunu ve millet şerefini düşünürüm."
Ben, dediğini en az yaptıkların kadar beğendim. Onun için senin bu değerli sözünü, Türk sporcularına bir meslek düsturu olarak kaydediyorum. Gazi Mustafa Kemal.”
Ne yazık ki para; ataları böylesine onurlu olan bir neslin torunlarını, benliklerini yok edecek derecede esir aldı.