Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Onat, İslam dünyasında Müslümanların son iki asırdır Batı karşısında ezilmişlik duygusu yaşadığını belirtti.
Türkiye'de de mütedeyyin insan tipinin güçle tanışınca hoyratlaşmaya başladığını ifade eden Onat, "Ezilmişliğin en kötü tarafı, insanı nesne konumuna indirgemesidir. Nesne konumuna indirgendiğiniz andan itibaren sizin ciddi bir insanlaşma sürecine ihtiyacınız var demektir. İnsanlaşma sürecini yaşamadan güçle tanışırsanız eğer, sadece güçperest olursunuz. Sizi insan yapan hasletlerinizi bir bir kaybedersiniz. İslam dünyasında şiddetin bu kadar yaygın olmasının bana göre sebebi budur." dedi.
Onat, "Benim en çok ağırıma giden şu: Hiç kimse bunu konuşmuyor. Kimsenin dikkatini mi çekmiyor, bilmiyorum. Bazen ortaya timsah gözyaşları çıkıyor. 1.400 senedir Müslümanlar böyle bir zillet yaşamadı. Şu anda bile Ege'de, Akdeniz'de Batı'nın eşiğine yüz sürebilmek için binlerce insan ölümle pençeleşiyor. Çünkü İslam dünyası şu anda yaşanılabilir olma vasfını kaybetmiş durumda." diye konuştu.
Türk Ocakları Ankara Şubesi geleneksel Cumartesi konferanslarının geçen hafta konuğu AÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Onat oldu.
“MÜSLÜMANLAR ŞİDDET SARMALINDAN NASIL KURTULABİLİR?”
Prof. Dr. Hasan Onat; Müslümanları içine sürüklendikleri şiddet sarmalından kurtarabilmesinin, ancak İslam’ın siyasi meseleleri insanın sorumluluğuna bıraktığının anlaşılmasıyla mümkün olabileceğini ifade etti.
Maturidi’nin üzerinde durduğu din ve şeriat ayrımını da değerlendiren Onat, “Maturidi’nin üzerinde durduğu din-şeriat ayrımı, İslam’ın siyasi bir ideolojiye indirgenmesini önleyebileceği gibi, İslam’ın temel kurucu ilkesi olan “tevhit”in Kur’an’ın ruhuna/fıtrata uygun olarak anlaşılmasını, Müslümanların İslam ortak paydası bilincine yeniden kavuşmasını sağlayabilir." görüşüne yer verdi.
Prof. Dr. Hasan Onat, İslam medeniyetlerinin güncel durumu ile ilgili şu tespitlerde bulundu:
"İslam medeniyeti, medeniyetin ne olduğunun müstesna örneklerinden birisi olarak tarihteki yerini almıştır. Bugün varlığı hâlâ hissedilse bile, ne İslam medeniyetinin etki gücünden ne de Müslümanların medeniyet iddiasından söz edilebilir. Müslümanlar, gelecek açısından hayati önem taşıyan, adı varlık yokluk sınırı olan, tarihsel bir dönüm noktasındadırlar. Şayet Müslüman kalarak özne olmak, onurlu ve özgür olarak yaşamak istiyorlar ise yeni bir medeniyet hamlesine ihtiyaç vardır. Medeniyet bilimle, sanatla ve insani duyarlılıkla, evrensel ölçekte yüksek insani değerlerle inşa edilebilir. Bunun için de öncelikle inanç dünyamızı ve düşüncemizin koordinatlarını gözden geçirmekte fayda vardır. Medeniyet, evrensel ölçekte düşünebilen insanların işidir. Medeniyet için evrensel ölçekte değer üretmeyi başarmak gerekir. Bilginin gücüne sahip olmaksızın ne özne olmak ne de medeniyet yaratmak mümkün olur."
"ACABA İSLAM MÜSLÜMANLARA BİRKAÇ GÖMLEK BÜYÜK MÜ?"
Akıl ve vahiy ile mantık arasındaki ilişkiyi yorumlayan Onat, "Akıl ve vahiy ancak mantıkla iş birliği yaptığı zaman insanoğlunun yakalamadığı doğrular yaptırım gücü kazanır. Aradaki mesele budur. Cenabıhak onun için akla destek olsun diye vahiy göndermiştir." dedi.
"Bunları söyleyince aklımıza şöyle bir cümle kurmak geliyor. Diyorum ki acaba bu İslam biz Müslümanlara birkaç gömlek büyük mü acaba? Aklıma böyle bir cümle geliyor." ifadesine yer veren Onat, şöyle devam etti:
"Maturidi diyor ki 'Düşünmemeyi telkin eden her türlü his şeytan işidir.' Demek ki kim akıl düşmanlığı yapıyorsa ya şeytandır ya şeytanla iş birliği yapıyordur ya da şeytanlaşmıştır. Oturup bunu dikkatle düşünmek lazım... Yani akıl düşmanlığı yapmak, İslam ve insan düşmanlığı yapmaktır. Çıkış yolumuz o zaman nedir? Bugün bir buçuk milyar Müslüman’ın yaşadığı bir dünyadayız. Eğer tekrar özne olmak istiyorsak, çıkış yolumuz aklı yetkin şekilde kullanarak bilginin gücüne sahip olmalıyız. Maturidilikten çıkarabileceğimiz en büyük derslerden biri budur."
"DİYANET KAFASI MATÜRİDİLİKTEN HOŞLANMAZ"
Esas meselenin, idarecilerin toplumu kendilerine kuzu gibi itaat etmelerinden zevk alması olduğunu vurgulayan Onat, şunları ifade etti:
"Maturidilik; düşünce birey bilincini öne çıkartan, insanların karşılarını çıkan her şeyi sorgulamalarını gerektiren bir düşüncedir. Dolayısıyla bu düşünce idareciler ve siyasetçilerin hiç hoşuna gitmiyor. Selçuklular bunu resmî bir politika hâline getirmemişlerdir. Ama Osmanlı ne zaman ki Şiilerle başı sıkışsa aklına Maturidilik gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş sürecinde Maturidi ve Maturidilik akılcılığının farkındaydı. Yusuf Ziya Yörükhan, Türkiye'de Maturidilikle ilgili ilk yazıp çizen birisidir ve Atatürk'ün de danışmanlarından birisidir. Diyanet kafası Maturidilikten hoşlanmaz. Diyanet Vakfı Maturidilikle ilgili bir kitap yayımladı diye bir şey değişmiyor. Diyanet tarihinde hiç bu kadar siyasallaşmamıştı. 28 Şubat diye merkezî olan her şeye karşı çıkıyorlardı, fakat bugün camilerimizde merkezden yayın yapıyorlar."
Prof. Dr. Onat, Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığının önemli bir kurum olduğuna dikkati çekerek "Diyanet, Cumhuriyet'in ilk yıllarında kurulan önemli kurumlardan birisi. Diyanetin siyaset üstü olması gerekir. Politikacıların kolaylıkla nüfuz edebileceği onların dediklerini meşrulaştıran bir kurum olmamalıdır. Sorun her tarafta var. Bugün ilahiyat fakültelerinde herkes dekan olmak istiyor, herkes bakan olmak istiyor." diye konuştu.
"MÜTEDEYYİNLER GÜÇLE TANIŞINCA HOYRATLAŞMAYA BAŞLADI"
Prof. Dr. Hasan Onat, İslam dünyasını anlamak, bu şiddet ve terör boyutunu çözümleyebilmek için ezilmişlik psikolojisini merkeze alarak anlamaya çalıştığını kaydetti. Onat daha sonra şu düşüncelere yer verdi:
"Karşıma çıkan tablo şu oldu: Ezilmişliğin en kötü tarafı insanın nesneleştirmesidir. Türkiye'de bizler kaç katmanlı bir ezilmişlik yaşıyoruz. Bir; son iki asırdır Batı karşısında ezildik. En azından Osmanlının 13 milyon kilometrekareden 780 bin kilometrekareye sıkışması budur. İki; bilim ve teknolojide yokuz. Nesneleşerek yine ezildik. Üç; Cumhuriyet dönemiyle birlikte belli bir mütedeyyin kesim, gâvur mektebi diye çocuklarını okullara göndermedi. Daha sonra imam-hatipler ve benzeri okullar bir tür devletle uzlaşma bağlamında farklı bir mecraya kaydı. Dolayısıyla burada mütedeyyin insan tipi normalde hissedilen iki katmanlı ezilmişliği biraz daha derinden onlar da hissettiler. Mütedeyyin insan tipi şu anda güçle tanıştı. Ezilmişliğin en kötü tarafı insanı nesne konumuna indirgemesidir. Nesne konumuna indirgendiğiniz andan itibaren sizin ciddi bir insanlaşma sürecine ihtiyacınız var. İnsanlaşma sürecini yaşamadan güçle tanışırsanız sizi sadece güçperest olursunuz. Sizi insan yapan insani hasletlerinizi bir bir kaybedersiniz. Hayat böyle bir şey işte… İslam dünyasında şiddetin bu kadar yaygın olmasının sebebi budur. Türkiye'de bile mütedeyyin insanın güçle tanıştıkça hoyratlaşmasının sebebi budur işte. Hâlbuki olması gereken nedir? Bir yerde yanlışlık varsa, siz o yanlışlığı yaşadıysanız onun cezasını çektiyseniz hedefiniz birilerinin o yanlışlığı yapmamasıdır. Hayatın kuralı bu... Ezilenler daima içlerinde ezenleri büyütüyorlar. O zaman ne çıkıyor karşımıza? İslam dünyasındaki genel tablonun bir özetini vereyim size. Benim en çok ağırıma giden şu: Hiç kimse konuşmuyor. Kimsenin dikkatini mi çekmiyor, bilmiyorum. Timsah gözyaşları çıkıyor bazen ortaya. 1.400 senedir Müslümanlar böyle bir zillet yaşamadılar. Şu anda bile Ege'de, Ak Deniz'de Batı'nın eşiğine yüz sürebilmek için binlerce insan ölümle pençeleşiyor."
"ÖZGÜRLÜKLERİN OLMADIĞI YERDE İSLAM'DAN SÖZ ETMEK ABESTE İŞTİGALDİR"
Terör örgünü IŞİD'in insanı nesne olarak gördüğünü hatırlatan Hasan Onat, "Bırakın Kuran'a göre mürtet bile olsanız öldürülmesi ile ilgili bir şey yok. Eğer bir toplumda insan, insan olduğu için saygı duymuyorsa o toplum İslam toplumu olmaz zaten.” diye konuştu.
Hasan Onat, “Özgürlüklerin olmadığı yerde İslam'dan söz etmek abeste iştigaldir. Esas yüksek zekâya ihtiyaç duyulan alanların başında ilahiyat gelir. Türkiye'de din alanı bu denli ihmal edilirse döner bumerang gibi sizi vurur. Şu andaki sıkıntının kaynağı bu... Türkiye'deki tıplar ve mühendislikler kaliteli beyinleri yok eden kıyma makinesi gibi çalışan alanlar. Hâlbuki neye ihtiyaç var? Tarihe, felsefeye, ilahiyata ihtiyaç var. Toplumları değiştiren ve dönüştüren alanlar bunlardır. Niye felsefede yokuz? Oysa dünya felsefeyi Müslümanlardan öğrendi. Ama şu anda Türkiye'de felsefe düşmanlığından geçilmiyor. El Biruni insanlık tarihinde bilim alanında kurucu isimlerinden birisidir. Bu konuda Türkiye'de doğru dürüst bir çalışma bile yok."
"CÜBBELİ DE HATİPOĞLU DA İSLAM’I TÜKETİYORLAR"
Prof. Dr. Hasan Onat, insanlık tarihinin doğrusal bir çizgi takip etmediğini hatırlatarak değerlendirmelerine şöyle devam etti:
"Bu bağlamda Müslümanlar ne zaman aklı öne çıkardılar, bilime değer verip saygı duydularsa muazzam bir İslam medeniyeti çıktı ortaya. Bu küçümsenecek bir medeniyet değildir. Şayet Endülüs'te Müslümanların birikimleri geometri, cebir, kimya, astronomi fizik ve benzeri alanlarda Latinceye tercüme edilmeseydi, bugünkü Batı bilimi olmazdı. Batı'daki büyük kafalar Müslümanların bu birikimlerini aldılar ve özümsediler. 16. asırdan sonra da bilgi kaynaklarını kararttılar. Şimdi bu birikime neden sırt çevirdik? Bunun birkaç aşaması vardır, birdenbire olan bir şey değildir. Tarihsel akış içerisinde Müslümanların felsefe karşıtı çizgiye kaymalarının sebeplerinden biri, Müslüman dünyada tarikat yapılanmaları ile aklın göz ardı edilmesidir. Akıl devre dışı kalınca bilgi Allah'tan gelen bilgiye dönüştü. O zaman yeni bir şeye ihtiyacımız kalmadı. Bunun sonucu ne oldu? Osmanlı 18. asırdan itibaren teknolojik üstünlüğü Batı'ya kaptırdı. Bilim alanında artık çok fazla şey devrede olmamıştır. Toprak kaybı başlamış ve bu sefer de içe kapanma sürecine girmiştir. Tarihi doğru okuduğumuzda inişli çıkışlı bunların örneklerini görebiliriz. Batı ne yaptı? Aldı yeniden üretti ve bugünkü noktaya geldi. Bugün biz ne yapıyoruz? Biz sadece tüketiyoruz, yeniden üretme diye bir derdimiz yok. Her şeyi tüketiyoruz. Örnek, Cübbeli Ahmet Hoca… Korkunç bir tüketicidir. Geçmişteki bilgileri almış insanların bir kısmı onunla dalga geçmek için seyrediyor ama tüketiyor malzemeyi yeni bir şey üretmiyor. Ortada bir şey yok. Nihat Hatipoğlu çıkıp konuşuyor. Rasyonaliteyi yok ediyor, aklı tüketiyor. Devletin kanallarında da aynı şeyleri göreceksiniz."
"OSMANLININ GEÇMİŞTE YAPTIĞINI BUGÜN AMERİKA YAPIYOR."
“Bilginin gücüne sahip olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Ama bilginin gücünün oluşabilmesi için her şeyden önce sizin ortamınızı özgürlükler ve adalet üzerinden güvenli ortama dönüştürmeniz lazım.” diyen Onat, şöyle devam etti:
"Osmanlı güçlü iken ne yaptı? Bir çekim adacığı oluşturdu. Dünyanın her tarafından güçlü beyinler, yaratıcılığı güçlü insanlar Osmanlı topraklarındaydı. Bugün Osmanlının yaptığını Amerika yapıyor şu anda. Dünyanın en kaliteli beyinlerini beyin avcıları sayesinde yakalıyor ve o kadar da ucuza mal ediyor ki. Türkiye gönüllü olarak gönderiyor. Oraya gidip de başarılı olanların kaç tanesi Türkiye'ye dönüyor? Bilgiye itibar etmezseniz yaratıcılık yetisi yüksek olan insanları tutamazsınız. Yaşadıklarınızı eğer kader olarak algılamayacaksanız bana göre öyle algılamak mümkün değildir. Çıkış her zaman mümkündür. Ama çıkış için sizin uygun başlangıç noktalarını yakalamanız gerekmektedir. Bu bağlamda yaratıcılığın insandan beklediği bir tek şey vardır. Yeni yürümeye başlayan bir çocuğu herhâlde gözlemlemişsinizdir. Ayakta durmayı başardığı zaman şöyle radar gibi bir çevresini tarar. Beni birisi görsün ister. Bu yaratıcılığın doğasında vardır. Bir işi başardığınız zaman onun anlamlı olması için birisinin size o işin doğru olduğunu söylemesi gerekir. Gelişmişlik düzeyinin başlangıç noktası burasıdır işte. Siz birisinin yaptığı iyi bir işi gördüğünüzde ona iyi demekten rahatsız olmazsanız ve onun doğru ve iyi olduğunu söyleyebilirseniz bu kademe kademe ve dalga dalga yayılacaktır."
"KENTTE YAŞAYAN MÜSLÜMAN İNSAN KÖYLÜ KAFASINDA"
Bilimin ve yaratıcılığın ihtiyaç duyduğu tek şeyin takdir olduğunu vurgulayan Hasan Onat, şu görüşleri dile getirdi:
"Takdir yetisi gelişmişlik istiyor. Bu kısır döngüyü kırabilirsek eğer bence çok şeyi çözebiliriz. İnsanoğlunun böyle bir şeye ihtiyacı var. Ama bizdeki zihniyet biraz köylü zihniyeti olduğu için çünkü köy kafasında haset üst seviyededir. Kimse bir başkasının bir adım ileriye gitmesini istemez. Çünkü köyde bir denge vardır, o dengenin korumasını isterler. Şu anda İslam’ı temsil eden Müslüman insanın kafası kentte yaşamasına rağmen köylü kafasıdır. Bunu kırmak zorundayız. Ben köylüyü eleştirmiyorum. Köylü köyde güzeldir. Ama kentte yaşıyorsanız göreceksiniz ki bilim ve sanat, medeniyet köylerde üretilmez. Bunlar kent ortamında üretilir. O zaman şöyle bir bakacağız. O gecekonduları devasa on katlı, yirmi katlı binalar olarak nasıl yapıyoruz diye düşünmeliyiz. Şu anda kentleri köyleştirdik biz. İslam’ı temsil eden insan tipi zihniyet olarak köylü insan tipi… Bunu aşarsak takdir yetisi gelişir, takdir yetisi gelişince de üretmek ve yaratıcılıktan zevk alan özgür ortamlarda gelişebilen insan tipi ortaya çıkar. O zaman güven adacıkları oluşur. Türkiye'nin bunu sağlaması gerekir. Amerika'nın şu anda en büyük problemiyse toplumun gittikçe aptallaşmasıdır. Sadece obezleşmesi değil. Ama düşünüyor ki nasıl olsa dünyanın en kaliteli beyinleri bana geliyor. Bana yeter diyor. Şu anda ABD'nin stratejisi bu…"