OKULLAR AÇILIRKEN

28 Ekim 2015 12:05 Prof. Dr. Temel ÇALIK
Okunma
3647
  OKULLAR AÇILIRKEN


 
2015-2016 eğitim-öğretim yılı, yaklaşık 15 haftalık uzun bir aranın ardından yeniden kapılarını öğrenciler için araladı. Kapıların eğitim-öğretim için aralanmasıyla Türk eğitim sisteminin uzun yıllardır çözülemeyen ve yakın gelecekte çözüleceğine ilişkin yeterince umut ışığının görülmediği sorunlarla yeniden yüzleştik.
Az üretip çok tüketmeye, çalışmadan harcamaya, düşünmeden ve okumadan fikir sahibi olmaya başlayan toplumların güçlü bir eğitim sistemine sahip olamayacakları açıktır. Maalesef Türk eğitim sisteminin çalışma, üretme ve fikir sahibi olma gibi değerleri pekiştirme konusunda başarılı olduğunu söylemek oldukça zordur. Son yıllarda yapılan yasal düzenlemeler sebebiyle bir anlamda reform yorgunu olan eğitim sistemimiz açısından okullarda ziller, 28 Eylül’de bir kez daha kuvvetli bir ikaz için çalmaya başlamıştır.
Yapılan birçok bilimsel araştırmada, okulların uzun süre kapalı kalmasından en çok toplumun sosyoekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerinde bulunanların etkilendiği bilinmektedir. Refah düzeyi yüksek kesimler çeşitli sosyal, kültürel ve eğitsel faaliyetler aracılığıyla çocuklarına tatil süresince öğrenme, dinlenme ve eğlenme fırsatları sunmaktadır. Öte yandan; çeşitli sıkıntılar ile boğuşan kesimler için uzun süren tatil dönemi, devlet okulları ve eğitim yoluyla kısmi olarak sağlanan eğitime erişim dengesinin bozulması anlamına gelebilmektedir. 2015-2016 eğitim-öğretim yılında turizmcilerin isteği doğrultusunda okulların açılışı iki hafta ertelenmiştir. Vatandaşların daha uzun süre tatil yapmalarının sağlanması, turizm sektörü açısından kazançlı gibi görünse bile, savaş dönemlerinde dahi açık tutulmaya çalışılan okulların kapalı kalması, eğitimin aksaması gibi bir sonucu da beraberinde getirmektedir.
Yakın dönemde eğitim alanında birçok yasal düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemelerin eğitim sistemine önemli katkılar sağladığı iddia edilmektedir. Ancak, büyük umutlar ile açıklanarak toplumda merak ve beklenti uyandıran düzenlemelerin önemli bir bölümü, henüz uygulamaya konulur konulmaz değişikliğe uğramıştır. Eğitimin bütün paydaşları uzunca bir süredir hayal kırıklığına uğratılarak küstürülmekte, dönemin moda tabiri ile ötekileştirilmektedir. Özellikle eğitim öğretimin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinde öğretmenlerin yanında okul yöneticilerinin rolü büyüktür. Okul yöneticilerinin seçilmesinde ve atanmasında hiçbir bilimsel ve toplumsal gerçeğe dayanmadan sürekli değişiklikler yapılmaktadır. Bu nedenle okulların önemli bir bölümü kendisinden beklenen görevleri yeterince yerine getiremez olmuştur. Birçok okul yöneticisinin emekli olmasıyla sonuçlanan süreçte, okulların gerçek sorunlarının tartışılması için harcanması gereken kısıtlı kaynak ve zaman, anlamsız tartışma ve hesaplaşmalar uğruna feda edilmektedir. Eğitimin öncelikli amaçlarını gerçekleştirmek, uzak ve yakın hedeflerine ulaşmak açısından, yapılanların olumlu katkı sağladığı söylenemez. Okulların varlık amaçlarının öğrenciler olduğu düşünüldüğünde, öğrencilerin akademik ve sosyal başarılarını yükseltme amacı gütmeyen değişikliklerin, eğitimin amaçlarına hizmet ettiğini söylemek zordur.
  Ülkemizdeki öğrenci sayısının hemen hemen Avrupa ülkelerinin azımsanamayacak bir bölümünün, genel nüfus toplamından daha fazla olduğu bilinmektedir. Nüfus artış hızının yüksekliği, öğretmenlerin yaş ortalamalarının düşük olması ve Millî Eğitim Bakanlığının dünyanın en büyük örgütleri arasında yer alması gibi sebepler ileri sürülerek eğitimde yaşanan başarısızlıkların etkileri hafifletilmeye çalışılmaktadır. Dezavantaj gibi gösterilen yukarıdaki özelliklerin birçok açıdan avantaj olarak görülebilmesi için bakış açılarının değiştirilmesi yeterli olacaktır.  Oldukça genç ve dinamik bir nüfus yapısına sahip olmanın önemli faydaları bulunmaktadır. Genç; öğrenmeye ve değişime açık, güncel bilgi ve teknolojileri takip eden, aynı zamanda Türk kültürünün gelenekleriyle donatıldığı takdirde bütün dünyayı peşinden sürükleyecek bir potansiyele sahiptir.
Türkiye’nin önemli oranda genç nüfus barındırması, Türk millî eğitim sisteminin, Türkiye’nin geleceğini etkileme potansiyelini artırmaktadır. Öncelikle Türk milletinin, ardından bütün insanlığın yakın ve uzak erimli menfaatleri açısından nasıl bir birey ve vatandaş yetiştirilmek istendiği sorusu, toplumun farklı kesimleri tarafından asgari müşterekler ışığında cevaplanmalıdır. Eğitimde yapılacak herhangi bir düzenlemenin, toplumun tüm kesimlerinin ve özellikle de öğretmenlerin görüşü alınmadan başarılı olma şansı yoktur. Sınıfın kapısını kapattıktan sonra öğretmenler vicdanları ve öğrencileri ile baş başa kalmaktadır. Yapılacak reformlar, müfredat değişiklikleri ve eğitim-öğretimi iyileştirecek uygulamalar planlanırken öğretmenlerin süreçte aktif rol almaları gerekmektedir.
  Öğrencilerin birçoğu, hedeflenen bilgi ve becerileri yeterince kazanmadan, bir üst eğitim kademesine geçmektedir. Zorunlu eğitimin kademeli olarak 12 yıla çıkarılması ve kademeler arasındaki geçişleri ara eleman yetiştirecek şekilde düzenlemek yoluyla gelişmiş ülkelere ucuz iş gücü sağlanması, önemli bir vizyon eksikliğidir. Oysa Türkiye’nin gerçek ihtiyacı, genç nüfusun stratejik alanlarda çalışacak yeterliklere sahip olarak yetiştirilmesidir. Ortaöğretimin zorunlu eğitim kapsamına alınmasıyla ortaya çıkan bir sorun da yasal zorunlulukları yerine getirmek için okula devam etmek zorunda kalan öğrencilerin okullarda önemli güvenlik sorunlarına yol açmasıdır. Okul güvenliği, 19. Millî Eğitim Şûrasında üzerinde durulan konular arasında yer almış olsa da, henüz okulların daha güvenli hâle getirilmesi için gerekli adımlar yeterince atılmamıştır. Uluslararası izleme ve değerlendirme sınavlarında Türkiye’nin fen, matematik ve okuma alanlarında elde ettiği ortalama puanlarda son yıllarda bir miktar artış yaşanmış olsa da henüz OECD ortalamalarının oldukça altında kaldığı bir gerçektir. Maalesef okullarımızda verilen eğitim millî ihtiyaçlarımızı yeterince karşılamadığı gibi, dünya ölçeğinde de eksik kalmaktadır. Dünyada meydana gelen gelişmeler ışığında, değiştirilen eğitim programlarının önemli bir bölümü henüz uygulanıp sonuçları alınmadan; yeniden değişikliğe gidilmektedir.
En temel insan hakkı olarak görülmesi gereken eğitim hakkının, son düzenlemeler ile birçok açıdan sınırlandırıldığı görülmektedir. Özellikle büyük kentlerde öğrenciler daha sağlıklı bir eğitim almak için yakın çevrelerindeki okullara gidememektedir. Okul türlerinin değiştirilmesi bu sorunu daha fazla hissettirmiştir. Devlet, herkese kendi talep ettiği eğitimi vermekle yükümlüdür. İlkokuldan ortaokula geçen öğrencilere birtakım politik manevralar sonucunda, çoğu bölgede yeterince seçenek bırakılmamaktadır. Bu durum okullara zarar verdiği gibi çocukların iyi eğitim almasını isteyen aileler açısından da tedirginlik yaratmaktadır. Bir taraftan zorunlu eğitim sürecinin kesintili hâle getirilmesiyle birlikte demokratik bir değişiklik yapıldığı ifade edilirken alternatifler olmadan sunulan tercih hakkının, demokrasiyle bağdaşmadığı göz ardı edilmektedir.
Eğitim alanında yaşanan sorunlara rağmen, iyi eğitim alarak nitelikli iş gücüne kaynaklık eden önemli sayıdaki vatandaşlarımız, gelişmiş ülkelerin cazip çalışma koşulları ve sundukları imkânları değerlendirerek hayatlarını bir başka ülkede sürdürmeye başlamaktadır. Bu durum ülkemiz açısından önemli bir insan gücü kaybıdır. Bir yandan insanlarımıza iyi bir eğitim sunma çabasını sürdürürken diğer yandan da yetiştirdiğimiz mevcut değerlerimizi korumak zorundayız. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, yetişmiş insan gücümüze gereken değeri vererek iyi bir çalışma ortamı sağlamak da millî bir sorumluluktur.
Bütün eleştirilecek yanlarına rağmen milletimizin varlığı ve bekası için gece gündüz demeden çalışan okul yöneticilerimiz ve öğretmenlerimizin hakkını teslim etmek gerekir. Devletimizin bekası ve milletimizin varlığı için eğitim, olmazsa olmazımızdır. Ancak bu şekilde medeni milletler arasında yer alabilir ve varlığımızı devam ettirebiliriz.
Bütün öğrencilerin en iyi öğrenme imkânlarına sahip oldukları sınıflar oluşturmak için mesleğine gönülden bağlı ve alanında uzman eğitimcilere önemli görevler düşmektedir. Hiçbir çocuğu geride bırakma lüksümüz yoktur. Varlığımızı devam ettirebilmenin yegâne yolu, büyük bir kararlılıkla ve tereddüt etmeksizin eğitim ve bilim seferberliğine başlamaktan geçmektedir. Dünyanın gidişatını etkilemiş ve medeniyet inşa etmiş olan Türk milletinin fertleri olarak kendimize gelmenin tam vaktidir. Üşenmeye, ertelemeye, dinlenmeye vaktimiz yoktur. Bu her Türk vatandaşı için millî bir sorumluluktur. Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği gibi “Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar.”