GİRESUN DAĞLARININ YAMAÇLARINA KONUMLANAN KADİM İLÇE: ALUCRA
Kış mevsiminde bembeyaz karlar içindeki bir inciyken bahar aylarında yemyeşil doğasıyla bir zümrüdü andıran Alucra, Giresun’un sakin ve gizli kalmış cennetlerindendir. Espiye, Yağlıdere, Şebinkarahisar ve Çamoluk gibi Giresun’un ilçelerinin yanı sıra, tarihi milattan öncelere dayanan Gümüşhane ile de komşu olan Alucra, 1896 yılına kadar Mindeval ve Kovata adında iki nahiye olarak varlığını sürdürmüş, bu tarihten sonra Şebinkarahisar Mutasarrıflığa bağlı bir ilçe olmuştur. İlçe merkezi, Karabörk, Kemallı, Koman köylerinde zaman zaman yer değiştirdikten sonra, bugünkü yerine taşınmıştır. 1933 yılında Şebinkarahisar'ın da ilçe olması nedeniyle Giresun iline bağlanmıştır. Tarihî süreçte, bulunduğu stratejik konumuyla her zaman dikkatleri üzerine çeken Alucra günümüzde de Karadeniz’e Eğribel Geçidi ile kavuşması bir yana dursun Karadeniz’i Anadolu’nun içlerine kadar ulaştıran önemli yolların güzergâhını elinde tutmaktadır. Hem doğaseverleri hem de tarih meraklılarını aynı noktada buluşturan bu kadim Anadolu ilçesi, gizlediklerini konuklarına anlatmayı beklemektedir. Öyle ki, şehrin ismini alışına ilişkin rivayetler bile Alucra’nın tarihi ve coğrafyasının bütünlüğü içinde halk arasında dilden dile dolaşarak bugünlere ulaştırılmıştır. Rivayetlerden biri, Fatih Sultan Mehmet’in Osmanlı topraklarına kattığı yöreyi Şebinkarahisar’da iken işaret ederek “el-ücrâ” (ücra yer) olarak belirtmesine ilişkinken; diğer rivayet, bölgede aluç ağacının çok olması sebebiyle aluç kelimesinden yola çıkılarak bugünkü ismine kavuşmasına ilişkindir. Doğasında tarih seslerinin yankılandığı Alucra’da yerleşim Hititlere kadar uzanmaktadır. Şehir, Hititlerin yanı sıra İskitler, Kimmerler, Medler, Persler, Romalılar ve Bizanslıların da aralarında bulunduğu çok sayıda devleti topraklarında ağırlamıştır. Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Kıpçak ve Peçenek Türkleri ile sahip olduğu kültürel mirasını sahiplerine ulaştırmayı başaran bu topraklar, Maveraünnehir’den gelen Oğuzlardan tutun da 1071 Malazgirt Zaferi sonrasında Alucra ve çevresine yerleşen Danişmendliler, Akkoyunlular ve ardından Osmanlı Devleti’ne kadar pek çok Türk devletinin bıraktığı mirası da günümüze taşımıştır. Şehrin tarihine ilişkin derinlerde kalmış bilgilerine ulaşmak için yapılan çalışmalar, arkeolojik kazılar ise bugün de devam etmektedir Alucra’nın Millî Mücadele Dönemi içindeki yerini ise düşman işgaline boyun eğmeyen duruşuyla açıklamak gerekir. Tarih boyunca uzun süre Ruslarla mücadele eden Osmanlı Devleti, 93 Harbi sırasında da güçlü Rus donanmaları ile çetin mücadeleler vermiştir. Ancak bu savaştan itibaren Kars, Ardahan, Artvin ve Batum işgale maruz kalmış ve bölgede bulunan Rus donanmalarının gücü ise günden güne daha da artmıştır. İşte tüm bu şartlar altında I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi de kaybedilince Rus ilerleyişini durdurmaya çalışan önemli savunma hattının adı Alucra olmuştur. Türk askerinin Alucra yaylalarında oluşturdukları mevzilerde verdikleri mücadele örneğine bu topraklar kahraman şehitleri bağrına basarak şahitlik etmiştir. Öyle ki bugün Alucra’da bulunan şehitlik, verilen mücadelenin onurlu duruşunu daima hatırlatılmaktadır. Doğanın, tarihin ve tarihe tanıklık eden kültürel mirasın birlikte harmanlandığı bu topraklarda doğanın kol kanat gerdiği tarihî izlerini sürmenin tadı ise bir başkadır. Güneşin dağlara bıraktığı gülümseme gibi tüm benliğiyle ziyaretçilerini selamlayan, sapsarı çiçeklerin başlangıç noktası olan Arda Yaylası, göz alabildiğince uzanan eşsiz manzarasıyla Arda Kalesi’nin neden bu bölgeye yapıldığının cevabını vermektedir. Üç tarafı uçurum olan bu kalenin tek bir girişi bulunmakta olup İç Anadolu’ya en kısa bağlantı yolu olmasıyla tarihi öneme sahip Arda Boğazı’nı (geçidi) kontrol edebilecek şekilde konumlandırılmıştır. Bu tarihî dokuyla ne zaman bir bütün oluşturduğu bilinmese de varlığını 1867 yılında tescilleyen, ancak son 150 yıldır kimselere görünmeyen bir doğa harikasının ev sahipliğini yapan Alucra, bilimdeki adı ‘Adonis Cyllenea Varyete Paryadrica’ (kan damlası, horoz gülü) olan ve yöresel adıyla “Şebinkarahisar Sarı Dağ Gülü”nün varoluş hikâyesini yazmıştır. Bu değerli endemik bitki, 2017 yılından itibaren tekrar görülmeye başlayarak Alucra’nın neşesine neşe katmıştır. Tüm bunlar bir yana, Arda Boğazı’ndan geçişi unutulmaz kılmak için ilkbahar mevsiminin tercih edilmesi önerilmektedir. Burada ilkbahar mevsiminde göz patlaması olarak bilinen bir hadise yaşanmaktadır. Bahar aylarında boğazdaki bir dehlizden sıkışmanın etkisiyle çıkan köpüklü sular, buraya ulaşırken kullandığınız ana yolu tamamen su altında bırakmaktadır. İşte bu an, yolu kullananlara sunulan görsel bir şölendir. Anılarda başköşeye oturtulacak bir başka adres ise Alucra’nın sessiz hazinelerinden biri olan Çakrak Yaylası’dır. Bu yayla sessiz bir hazinedir; çünkü bu yemyeşil yayla tarihî köprü, kilise ve değirmen kalıntılarını bugünlere taşımayı başarmıştır. Islahat Fermanı'nın ilanından sonra Çakrak köyünde yaptırılan dört kiliseden biri olan "ikinci kilise", yöredeki Rum eserlerinden biridir. Yağlıdere-Alucra yolu güzergâhında bulunan kilise ve kemer köprü, Rumların geçmişte bölgedeki yaşantıları hakkında bilgi sahibi olunmasını sağlamaktadır. Köprünün yapımına ilişkin herhangi bir kitabe bulunmamasına rağmen kullanılan malzemelerden bu yapının 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiği anlaşılmaktadır. İlçe merkezine 2 km uzaklıkta bulunan Kamışlı Köyü’ndeki kilise ise 1890 yılında yapılmıştır. Bazalt ve andezit taşları üzerine inşa edilen kilise, geometrik motiflerle süslenmiş olsa da mimari dokusunun bütünlüğü korunamadığı için varlığını günümüze ulaştırabilmenin mutluluğunu yaşayamayan eserler arasındaki yerini almıştır. Bölge tarihini bilinmez kılan izinsiz kazılar ve korunamayan eserlere içerlenirken, eski çağdaki Alucra’yı keşfetmek için yapılan çalışmalarda Aktepe ve Günügüzel Kalelerinin, Gömütepe ve İğdecik Höyüklerinin, İkiztepe ve Sivritepe tümülüslerinin izlerini gün yüzüne çıkarmak yüreklere biraz da olsa su serpmiştir. Alucra sokakları, tarihî binaları gezginlerin karşısına çıkartmakta olup hikâyelerini anlatabilmek için ziyaretçilerini beklemektedir. İlçe merkezinde Yunus Emre Mahallesi üzerinde bulunan ve 1899 yılında inşa edilen Duyun-ı Umumiye Binası bunlardan biridir. Bir diğer görkemli yapı ise tarihî Abu Hayat Çeşmesi’dir. 1870 yılından bugünlere kadar hiç durmaksızın akan suyu ile bu çeşme, şehrin kalbi olmaya devam etmektedir. Alucura’nın Çıkrıkkapı yayla yerleşimine yakın bir bölgesinde bulunan ve halk arasında “Çıkrıkkapı Duvarı” olarak bilinen, 1610 yılında Rum işçilere inşa ettirilip yaklaşık 6,5 km uzunluğu ile dünyanın en uzun ikinci seddi, Çakrak köyünün Çıkrıkkapı Yaylası’nda yer almaktadır. Set, “Hacı Abdullah Duvarı” adıyla da anılmaktadır. Sadece bir kapısı bulunan taş duvar; 1,5 metre yüksekliğinde ve 400 yıl önce inşa edilmiştir. “O yıllarda ekili alanların korunması için böyle bir duvar yaptırılmıştır. Çambaşı, Mıcıklı Deresi, Çıkrıkkapı (Batı düzü), Bardaklı Mezarlığı, Karyalağı, Karabacak, Kaymasoğlu tarlası diye adlandırılan bölümler duvarın hududunu oluşturuyor. Çin Seddi’nden sonra insan eliyle yapılan en uzun set olarak söylenen Çıkrıkkapı Duvarı, görülmeden gidilmemesi gereken adreslerden biridir. Kısacası camileri, türbeleri, mescitleri, misafirhaneleri ve tarihe tanıklık etmiş daha nice eserleri ile görülmeye değer mirasların ev sahibi şehirlerimizden olan Alucra, gezginleri sadeliği ile dinlendirip sahip olduğu gizemlerini gözler önüne sererek şaşırtmaktadır. Bir tabloyu andıran manzarasıyla Alucra, güzelliğini ve eşsizliğini kendine has iklim özelliklerine borçludur. Karadeniz ikliminin aksine kışları soğuk ve kar yağışlı, yazları ise sıcak ve kurak geçen Alucra’da nisan ayı ortalarından itibaren eriyen karın ve bahar yağışlarının yemyeşil topraklarına işlediği bereket, haziran ayına kadar uzamaktadır. Toprakları bereketlendiren yağmur suları bahar mevsiminde akarsuların da canına can katmaktadır. Kıvrım kıvrım akan İnce dere, suyunda balıkları konuk eden Moran Deresi ve adını Celali İsyanları zamanından alan Bağırsak Deresi Alucra’nın uçsuz bucaksız yaylalarının kıymetlilerindendir. Yeşilin her tonuna doyacağınız ormanlarıyla adeta bir oksijen deposu olan dağlarının etekleri çam ve selvi ağaçlarıyla, zirveleriyse köknarlarla kaplıdır. Fındık ise bu dağların asıl sahibi olarak varlığını her yerde hissettirmektedir. Tohumluk, Zilovacık, Çalgan, Boyluca ve Aralıktepe ormanları Alucra’nın yeşil cennetleri olarak varlığını korumaya devam etmektedir. Belen Çayı bölgesindeki Hayran Kaplıcaları ise mevsim ne olursa olsun 18-22 derece arasındaki sıcaklığıyla Alucra’nın ormanları arasında saklanmıştır.
Bölgenin başlıca geçim kaynağı tarımdır. Tarımın yanı sıra büyükbaş hayvancılık da yapılmaktadır. Tahıl tarlalarının yanında sulama yapılabilen alanlarda patates, fasulye, şeker pancarı, karalahana tarımı da bölgede yapılmaktadır. Manzarası ile nefes kesen Anastos Yaylası, Evliya Çelebi’nin İnderesi olarak bahsettiği Tepesidelik Obruğu ve daha niceleri ile doğanın keyfini çıkaracağınız Alucra’da yaylalar, bölge halkının geçim kaynağı olmanın yanı sıra özellikle son yıllarda çeşitli festival ve şenliklere de ev sahipliği yaparak turizme kapılarını açmıştır. Coşkuyla kutlanan festivallerde halk oyunları gösterileri, yarışmalar, konserler düzenlenmektedir. Ziraat mühendislerinin kontrolü ile düzenlenen ekin yarışmaları ise yöre halkının en büyük heyecanı olmuştur. İlçenin sahip olduğu kültürü yaşatmaya devam eden bu festivallere uğramadan gezinizi sonlandırmamanız tavsiye edilmektedir. Gezginlerin yorgunluğunu alan en önemli unsur ise yöresel lezzetleridir. Alucra, kesme ve ayran çorbası, ekmek aşı, oğlak kebabı, fıt (düü) ve pancar çorbası, yağlaç ile sofralarını donatırken sabah kahvaltısında sıcacık ekmeğine eşlik eden yöre balının tadı bir başkadır. Bedenini ve ruhunu dinlendirmek, zengin doğasına eşlik eden kültür varlıklarıyla benzersiz güzellikleri paylaşmak için Alucra, konuklarını beklemektedir…
Kaynaklar
Akın, R. (1995). Yeşil Giresun ve şirin ilçeleri. İstanbul: Akın.
Kalmış, G. (2017). Eskiçağda Alucra. Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (20), 609-618.
Karaibrahimoğlu, S. (1969). Giresun (bütün yönleri ve kazaları ile). Ankara: Alkan.
Kaymakçı, S. (2017). Güncel Arkeolojik Bulgular Işığında Giresun İlinin Dağlık Kesiminin Prehistoryası. Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 3(4), 15-29.
https://www.alucrahaber.com/haber/idunya-savasindakafkas-cephesi-alucranin-durumu-2922
https://www.gezi-yorum.net/etiket/alucrada-gezilecek-yerler/
https://www.gezipedia.net/837-alucrada-gezilecek-yerler.html
http://www.giresun.gov.tr/alucra
https://tr.wikipedia.org/wiki/Alucra