Eski Bakü Büyükelçiliği Basın Müşaviri Gazeteci – Yazar Turgut ER:
“Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin basiretsizliği, kısır görüşlülüğü, korkaklığı, günlerini gün etmeleri, pasifliği, uzak görüşlü olmamaları, Rusya’yla ilişkilerde şimdiki yaşadığımız durumlara yol açtı.”
“Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte tarihin önümüze altın tepsiyle sunduğu fırsatları ne yazık ki göremedik, değerlendiremedik. Türkiye’yi yönetenler Rusya’ya karşı pasif bir dış politika yürüttü. O zaman 300 milyonluk büyük Türk dünyası; Rusya’yı da İran’ı da Çin’i de ve diğer emperyalist ülkelerin emellerini de tehdit edici, caydırıcı güç olacaktı.”
Eski Bakü Büyükelçiliği Basın Müşaviri Gazeteci - Yazar Turgut Er, Kuzey Irak ve Suriye’deki sınır boylarında Kürt aşiretlere üç dört kanton kurdurulduğunu hatırlatarak “Bu kantonlar kurulurken biz uyuyorduk. Oralarda yaşayan milyonlarca Türkmen’e kanton dahi kurduramadık. Şimdi Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler, o Türkmenleri yerlerinden ve yurtlarından atıp Türkiye’ye gönderiyorlar.” dedi.
Türkiye’nin Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu politikalarını değerlendiren Er, özetle şu görüşleri dile getirdi:
“Türkiye Rusya’nın en güçsüz zamanında Kafkaslar’ı, İran’ı, Orta Asya’yı özellikle de Azerbaycan’ı yeterince değerlendirecek politikalar ve stratejiler üretip uygulayamadı. Ebulfez Elçibey’in iktidardan dolaylı yollardan gitmesine yardımcı olmasaydık, Azerbaycan çağdaş demokratik ve güçlü bir devlet olacaktı. Türkiye’yi yönetenler; Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu’da Rusya’ya karşı pasif bir dış politika yürüttü. Türk dünyasını aktif hâle getirmeliyiz. Bu kardeşlerimizle birlikteliğimizi güçlendirerek üzerimizdeki tehditlere karşılık verecek bir yapıya kavuşturmalıyız. Türk dünyasının nerede bir problemi varsa hep birlikte onun üzerine aktif şekilde yürümeliyiz.”
Turgut Er, Sovyetler Birliği dağıldıktan hemen sonra Kafkaslar ve Orta Asya’nın kilidi konumundaki Azerbaycan’da görevlendirildi. 1993-2000 yılları arasında 7 yıl süreyle Türkiye’nin Bakü Büyükelçiliğinde Basın Müşaviri olarak görev yaptı. Dolayısıyla o dönem Türk dünyası, İran ve Rusya’yla ilgili birçok olayın içinde yaşayarak tanığı oldu. Hatta o yıllara dönük “Azadlıktan Tiranlığa” isimli bir de kitap yayımladı.
Gazeteci-Yazar Er’le, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkiye’nin o coğrafyalara yönelik yürüttüğü siyaseti, bugün ve geleceğe dönük neticeleriyle Orta Doğu’da yaşanan gelişmeleri konuştuk.
Sovyetler Birliği dağılır dağılmaz ortaya çıkan bağımsız Türk soylu ve otonom devletlerle Türkiye nasıl bir ilişki içine girdi? Geleceğe dönük hangi temel siyasetleri ve eylemleri uyguluyordu?
Öncelikle Sovyetler Birliği’nin niçin dağıldığına değinmek istiyorum. Sovyetler Birliği’ni 73 yıl ayakta tutan komünizmdi. Merkezî devlet Rusya’ydı. 1917’den II. Dünya Savaşı’na kadar Ukrayna dâhil, Rusya’nın hegemonyasında birçok halk topluluğu ve devlet vardı. II. Dünya Savaşı bittikten sonra Rusya’nın batısında birçok devlet Demirperde’nin içine alındı. 1945’e kadar Rus komünizminin pençesinde inleyenlerin çoğu, doğu ve güneydeki Türk soylu devlet ve topluluklarıydı. Batıdayken savaş ganimeti olarak Demirperde içine alınanların çoğunluğu, zamanla Rus şovenizminin sırtında bir yük olmaya başlamıştı. Çünkü hiçbiri doğru dürüst doğal servetlere sahip değildi. Ayrıca onlar Avrupalıydı. Hürriyetlerin ne olduğunu iyi biliyorlardı. Gelenekleri birdi, temel kültürleri yüksekti, birbirlerinin akrabalarıydı. Zamanla Rus faşizmini daha fazla çekemeyip komünizme başkaldırdılar. Ukrayna ve Belarus dâhil, doğudakilerse 1917’den sonra komünizmin terkibindeydi. Her türlü doğal servetin sahipleriydiler. Komünizmin servet kaynağıydılar. Çalışkan ve uysal halklardılar. Savaşların en çok ölenleriydiler. Petrol, gaz, altın, gümüş, uranyum, titanyum, bakır ve daha birçok değerli yer altı servetinin sahibiydiler. Geniş ve verimli yaylalara, her türlü tarım ürünü ve meyveciliğin yetiştiği uçsuz bucaksız topraklara sahiptiler. Yani komünist dünyanın, Rus faşizminin yaşam kaynağıydılar. Demirperde dışındaki ülkeler, özellikle Batı dünyası baş döndürücü hızla gelişiyordu. İnsanları cezbeden teknolojilerle tüketim araç ve gereçleri, dayanıklı mallar üretilerek dünyaya pazarlanıyordu. İletişim araçları Demirperde ülkelerini zorlayan hız ve güçteydi. İletişim araçları dünyayı küçültmüştü. Komünizmin pençesinde inleyen insanlar bu gelişmelerden anında haber alıyor, görüyor, gıptayla ve imrenerek izliyordu. Bu gelişen ürünlere ve imkânlara sahip olmak, çeşitli hürriyetlerden yararlanarak yaşamak istiyorlardı. Hür dünyada bu gelişmeler olurken komünizm dünyası silah sanayii hariç hiçbir alanda insanların beklentilerini karşılayacak üretim, tüketim ve pazarlama teknolojilerini geliştiremiyordu. Bir bulaşık makinesi, bir telefon ya da bir giyecek malzemesi komünizm insanı için olağanüstüydü. Komünizm dünyası üstelik demokrasi, liberal ekonomi gibi insanları cezbedecek temel sistemlerden de uzaktı. Dolayısıyla Rus şovenizmi bu gelişen baskılara dayanamadı. Sırtında yük olan, Batı’daki homurdananları sırtından atmak için Gorbaçov gibi bir aktörü piyasaya sürdü. O da perestroyka ve glasnost gibi hür dünyaya cazip gelen, hoşuna giden içi boş yanıltıcı kavram ve sloganları ortaya attı. Hür dünya Gorbaçov’u alkışlarken o, doğudaki ve Kafkaslar’daki geniş topraklarda yaşayan çoğu Türk ve Müslüman devlet ve toplulukları komünizm benzeri bir sistem içinde yeniden şekillendirerek idare etme yolunu seçti. Moskova’da da Gorbaçov’un bu düzenbazlığı fark edildi. Rus halkı başkaldırmaya başladı. Ne var ki başta Azerbaycan olmak üzere Türk soylu devletlerde “azatlık” yani özgürlük hareketleri başladı. İç karışıklıklar Kremlin duvarlarına dayandı. Çığ gibi büyüyen olayların karşısında bir başka komünist lider olan Yeltsin, tankların üzerine çıkarak yer aldı. Gelişen bu olaylar, Ermenistan ve Gürcistan dâhil Türk dünyasındaki devletlerin bağımsızlıklarını ilan etmesiyle son buldu.
Türk dünyasında bağımsızlığını kazanan bu yeni devletlere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin tavrı nasıl oldu?
Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Ermenistan Gürcistan, Afganistan’ın bağımsızlığını ilk önce Türkiye Cumhuriyeti tanıdı. Kırgızistan hariç, bu devletlerin çoğunda eski komünist birinci sekreterleri cumhurbaşkanı oldular. Ne var ki Kafkaslar ve Orta Asya’daki Türk devlet ve topluluklarının kilidi olan Azerbaycan’da sular durulmadı. Çünkü komünizmin tarihi boyunca Ruslara kafa tutan insanları olan Azerbaycan’ın vatanperver, milliyetçi çoğu genç öncüleri, 1977’den beri hazırladıkları “Halk Cephesi”, teşkilatlarını büyük mücadeleci Türk Profesör Ebulfez Elçibey’in liderliğinde Bakü’nün Azatlık Meydanı’nda harekete geçirdi. Rusya’ya bağlı komünist birinci sekreter olan yeni Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov’u devirdi. Demokratik usullerle yapılan çok adaylı bir seçimle Ebulfez Elçibey‘i cumhurbaşkanı seçtiler. Kafkaslar’da Krasnodar’dan Derbent’e kadar 6 otonom cumhuriyet vardı. Bunların çoğu Türk soyluydu. Birkaçında bağımsızlık hareketleri başlamıştı. Özellikle Çeçenistan’ın başkaldırışı dünya gündemine oturmuştu. Komünizm dönemin hava generali Karabulak Türk’ü olan Cevher Dudayev, bağımsızlık ilan etmişti. Diğer otonomlar da Dudayev’i takip ediyorlardı. Kafkaslar ve Orta Asya’da bunlar yaşanırken olaylar süratle gelişirken bunları ilk tanıyan Türkiye, bu yeni bağımsız olan Türk soylu, Türk dilli devletler ve diğerleri hakkında detaylı bilgi ve dokümana sahip değildi. Buralara dönük kim kimdir bilgisi yoktu. Sadece kulaktan dolma ya da yanıltıcı kırıntı bilgilere sahipti. Onlar da nedense oralarda görevlendirilen memurlara verilmiyordu. Oralara yönelik dış politika, geleceğe dönük olarak hazırlanamıyordu. Gündelik ve anlık uygulamalarla üstünkörü işler görülüyordu. Sovyetler yıkılmış, Rus devleti iç karışıklıklarla karşı karşıyaydı. Rusya’nın tüm çarkları çökmüş ve durmuştu. Enflasyon milleti yoksullaştırmış, ilkel teknolojilere dayalı üretimler de durmuştu. Halk açlık içindeydi. Rusya ve Kafkaslar’daki yeni bağımsızlığını kazanmış Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’da halkın elinde karnını doyuracak ne para vardı ne de bir olanak.
Azerbaycan’da da mı aynı durum söz konusuydu?
Azerbaycan biraz şanslıydı. Çünkü Türkiye elinden geldiğince ve olanakları nispetinde Azerbaycan’a bazı yardımlarda bulunuyordu. Ne var ki Rus silahlı kuvvetleri Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan daha çekilmemişti. Tehdit unsuru olarak henüz oralardaydılar. Elçibey’in iktidara gelmesiyle birlikte ilk işi, Rusların Azerbaycan’daki silahlı güçlerini deniz, hava ve kara kuvvetlerini yurt dışına atmak oldu. Rus kuvvetleri sadece Gürcistan ve Ermenistan’da kalmıştı. Rus güçleri bugün hâlâ orada bulunmakta. O güçsüz hâline rağmen Rus derin devleti, Azerbaycan’daki iş birlikçilerinin yardımıyla Karabağ’ı Ermenilere işgal ettirdi. On binlerce Azerbaycan Türk’ünü kırdırdı. Sonunda 9 vilayeti işgal etti. 1 milyon 200 bin Azerbaycan Türk’ü kendi vatanında “kaçkın” yani sığınmacı oldu. Ben Azerbaycan’a gittiğimde oraların durumu buydu. Petrol kokusunu alan Batılı sömürgeciler daha yeni geliyordu. Azerbaycan’da büyükelçilikleri bile yoktu. Ama bizim büyükelçilik vardı. Binlerce vatandaşımız Kafkaslar ve Azerbaycan’a gitmiş iş yapıyordu. 3 binden fazla öğrencimiz Azerbaycan ve Gürcistan üniversite ve yüksekokullarında okumaya başlamıştı. Rusya ve İran, Azerbaycan’a ekonomik ambargo uyguluyordu.
Türk dünyasında bağımsızlıklarını ilan eden devletleri ilk tanıyan ve yardım eden Türkiye Cumhuriyeti olarak, oralarda niçin bir Rusya ve İran kadar etkili olamıyoruz, sözümüz geçmiyor ve caydırıcı gücümüz yok? Bu avantajlı durumlu niçin kullanamadık?
Bakın sizin bu sorunuzu iki cümleyle ve benim yazdığım Azadlıktan Tiranlığa kitabımdan cevaplayayım. Bir defa Ruslar; oraları 73 yıl komünizmle idare ettiler. Dilini, dinini, gelenek ve göreneklerini zayıflatarak öngördükleri sistemleri yerleştirip kendilerine bağlı nesiller yetiştirdiler. Vatanperverleri yaşatmayıp vatanlarından sürüp ve katlettiler. Daha da önemlisi kendilerine bağlı inanmış ve milletine ihanet eden kadroların işbaşında kalmasını sağladılar. Türkiye ise tarih boyunca biraz İttihat Terakki dönemi, biraz Atatürk dönemi hariç, buralarla gerçekçi bir şekilde geleceğe dönük ilişkiler kuramadığı gibi bilgi ve tecrübe de biriktiremedi. Dolayısıyla Türk dünyasının şekillendiği döneme, Türk devleti olarak hazırlıksız yakalandık. O dönemden bugüne kadar buralarla ilişkilerimiz, devletten devlete değil, fertten ferde, yüzeysel ve göstermelik, köksüz şekilde yürütülüyor. İlk zamanlar (1991-1996) buralara dönük olarak hatalar olmasına rağmen oluşumlara Türk dilli devletlerin liderleri, Parlamenterler Birliği, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve TÜRKSOY olarak öncülük ettik. Bunların millî siyasetleri tespit edilip geliştirici yapılara kavuşturulamadı. Bazen millî meseleleri görmezlikten gelindi. Örneğin Kırgız Cumhurbaşkanı Askar Akayev, Ermenistan’a gidip Ermeni Anıtı’nın önünde diz çökerek “Bir Türk olarak özür dilerim.” dedi. Türkiye’yi idare edenler gündelik siyaseti, papak giymeyi, kılıç kuşanmayı, ata binmeyi, nostaljik takılmaları bırakıp bugünlere ve geleceğe dönük temel millî siyasetleri tespit edip uygulayıcı olamadılar. Hâlbuki Türk dünyası; milleti, alt kültür ve inançlarıyla buna hazırdı.
Bu konuda çok haklısınız. Çünkü Elçibey cumhurbaşkanı olduktan hemen sonra ilk ziyaret ettiği ülke Türkiye oldu.
Evet. Elçibey ilk ziyaret ettiği Türkiye’de, hatırlarsanız, TBMM’de tarihî bir konuşma yaptı ve şöyle dedi:
“Biz Türkler demokrasi geleneğinden gelen bir milletiz. İmparatorluklar dağıldıktan sonra bütün Türk halkları bu demokrasiye yürüyecektir. Avrupa ve Asya’yı birleştiren Türkiye Türklüğü, bu meselede bir örnektir. Bunu görmemek olmaz. Bu bir mücadeledir. Biz bu yolda yürüyeceğiz. Parlamento sistemini Türkiye’den örnek olarak alacağız. Özgürlüğümüzle yetinmeyip özgür olmak uğrunda mücadele veren Türk halklarına, Müslüman dünyasına elimizden gelen yardımı sağlayacağız. Bir asker gibi onlara koşacağız.”
Türkiye; Rusya’nın en güçsüz zamanında Kafkasları, İran’ı, Orta Asya’yı özellikle Azerbaycan’ı yeterince değerlendirecek politikalar ve stratejiler üretip uygulayamadı. Türkiye bürokrasisinde kızakta olan, müşavir olan, erken emekli olan tecrübeli bürokrat ve asker kökenliler Azerbaycan’a gönderilebilirdi. Azerbaycan’da çağdaş demokratik dünyevi hukuk devletinin kurulmasına yardımcı olabilirdi. Bu tutumunu diğer bağımsız Türk devletlerinde de gerçekleştirebilirdi. Buna zemin vardı. Rus İmparatorluğu yıkılmış vaziyetteydi ve hiçbir şey üretemiyordu. Kızıl Ordu dağılmıştı. Rus subayları açmıştı. Ellerine geçirdikleri bir tankı 1.000 dolara satıyorlardı. Azerbaycan’la kurulacak olan güçlü bir beraberlik; Kuzey Kafkaslar, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Afganistan, Tacikistan ve diğer Türk toplulukları, otonom Türk devletleriyle de kurulabilirdi. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türkçe konuşularak gidilebilecekti. 21. asır, Türk asrı olabilecekti. Uluslararası her türlü sorunda ve faaliyette Türk dünyası birlik ve beraberlik içinde olacaktı. Ona göre dünya ülkeleri bu durumdan etkilenecekti. Kafkaslar’daki Türk soylu otonom devlet ve topluluklar, bağımsızlıklarına kavuşacaklardı. Karadeniz neredeyse Rusya’ya kapanacaktı. Rusya yeniden emperyalist emelleri taşıyan girişimlerinden, açık ve gizli müdahale gücünden yoksun olacaktı. Türkiye’nin İran üzerinde daha çok etkisi olacaktı. Belki de İran’ın tarihinde görüldüğü gibi 20-30 yıl içinde Türkiye’nin kuzeydoğusunda Türkiye’den sonra ikinci bir Türk devleti kurulacaktı.
Size göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan tarihî fırsatları yeterince değerlendiremedi mi?
Evet. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte tarihin önümüze altın tepsiyle sunduğu bu fırsatları ne yazık ki göremedik, değerlendiremedik. Türkiye aktif siyaset yerine pasif siyaset yürüttü. Türkiye’yi yönetenler Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu’da Rusya’ya karşı pasif bir dış politika yürüttü. Kızıl Ordu dağılmıştı. Yönetenleri “Kızıl Ordu dimdik ayakta.” diyorlardı. İran ile yüzyıllardır savaşmadık. “Ermenistan’a yazıktır. Buğday, un, elektrik vermek bizim insani görevimiz.” denildi. Eğer Türkiye, 1992’de halkının %67’sinin oylarıyla çok adaylı bir seçimde seçilen Ebulfez Elçibey’in 4 yıllık cumhurbaşkanlığını devam ettirecek yardımları yapsaydı, hatta bizim üst yönetimin başında bulunanlar Elçibey’in iktidardan dolaylı yollardan gitmesine yardımcı olmasaydı, Azerbaycan çağdaş, demokratik ve güçlü bir devlet olacaktı. Kafkaslar ve Orta Asya ülkelerine örnek olacaktı, oraları etkileyecekti. Komünizm döneminde birinci sekreterler olup hâlâ ülkelerini yönetenlerin yerine, öz ırkına, öz geleneklerine ve diline bağlı çağdaş demokratik yöneticiler işbaşında olacaktı. O zaman 300 milyonluk büyük Türk dünyası; Rusya’yı da İran’ı da Çin’i de ve diğer emperyalist ülkelerin emellerini de tehdit edici, caydırıcı güç olacaktı. Ama olmadı. Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin basiretsizliği, kısır görüşlülüğü, korkaklığı, günlerini gün etmeleri, pasifliği, uzak görüşlü olmamaları şimdiki yaşadığımız durumlara yol açtı. Bugün Rusya, İran ve Çin’i emellerinden caydıracak açık ve kapalı hangi tehdit ve caydırıcı gücümüz var? Tarihte Türk adıyla kurulmuş, 3. büyük Türk devletinin büyüklüğüne uygun siyasetler yürütülmemiş, uygulamalar yapılmamıştır. Milletin özünde var olan büyük Türklük ideallerinin gereği yapılmamıştır. O ideallerin aksine Türklüğe, Türkiye’ye ihanet etmiş, arkadan hançerlenmiş, ASALA’yı, PKK’yı ve diğer terör teşkilatlarını eğitip besleyerek Türkiye’ye salıverenlerin elinden tutmaya, onların sloganlarını Türk milletine benimsetmeye çalışıyoruz. İran’da 38 milyon Türk var. Beluci var, Kürt var, Ermeni var, Farslar ise azınlıkta. Ama sanki mütecanis bir devlet… Fars ırkına, inancına, kültürüne sahipmiş gibi bulunduğu coğrafyada yanı başımızda at oynatıyor. Zaman zaman üstü kapalı veya açıktan bizi tehdit ediyor. Ayrıca içindeki Ermeni ve Kürt soyluları aleyhimize kullanmaktan da çekinmiyor. Azerbaycan’ı daima tehdit ederek içindeki Türk gücünü sindirmek istiyor. Göstermelik Türk kökenli olarak yutturduğu dinî liderleriyle içindeki ve dışındaki Türklerin gözünü boyuyor. Biz ise yıllardır İran’daki tiranlık rejiminden kaçıp gelen Türkiye’de yaşayan milyonlarca İranlıyı, tiranlık rejimini tehdit edici unsur olarak kullanmıyoruz. Artık pek de para etmeyen gaz ve neftiyle yani petrolüyle ya da göstermelik atom tehdidiyle bulunduğu coğrafyaya rejim ihraç ediyor, bizi tehdit ediyor, terör teşkilatlarını destekliyor, besliyor. Hâlbuki 70 milyonlu İran’daki insanların %90’ı çağın her türlü imkânından yoksun. Demokrasi, insan hakları, liberal ekonomi, çeşitli hürriyetlerden yoksun bir insan kitlesi var. Bu durumunu bilen ve dağılması hâlinde içinden birçok devletin çıkacağı korkusu yaşayan İran, İslamiyet’le yakından alakası olmayan şimdiki göstermelik tiranlık rejimiyle idare ediliyor.
Sovyetler Birliği’nin parçalanmasından Kafkaslar’da, Orta Asya’da, Karadeniz’de yeniden hâkimiyet kurmak isteyen Rusya’nın geleceği nasıl olacak? Putin ne yapmak istiyor? Türkiye bundan sonra ne yapmalı?
Sorunuzun birinci bölümünü cevapladığımız zaman, Türkiye’nin Türk dünyasında bundan sonra neler yapabileceğinin de üstünü açmış oluruz. Rusya’nın geleceğinin yıllar önce nasıl olacağını rahmetli Ebulfez Elçibey bir cümleyle şöyle özetlemişti. Aynen Atatürk’ün 1933 yılında dediği gibi, “Yakın bir gelecekte Sovyetler Birliği dağılacak ve ellerinde tuttukları kardeşlerimiz bağımsız olacak. Biz buna şimdiden hazır olmalıyız.” demişti. Elçibey de “Ay gardaşlar Rusya yeniden dağılacak içlerinden ondan fazla bağımsız devlet kurulacak. Bunlar bizim gardaşlarımız. Biz şimdi bir olmalıyık, beraber olmalıyık, muhkem olmalıyık, güne hazır olmalıyık…” diyordu. Türk dünyasının bu iki liderlerinin öğütlerini bir Rus vatandaşı olan Vladimir Yakovlev bir kâhin gibi tasdik ediyordu. Yakovlev, Rusya’nın en büyük gazetesi olan Kommersant’ın ilk sahibi ve 1999’daki kurucusu. Şimdi İsrail’de yaşıyor. Yakovlev, Azerbaycan’da Elçibey’in kurduğu şimdiki Kafkaslar’ın en çok okunan gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle diyordu:
“İki senaryo var. Kısa zamanda Rusya’da kanlı olaylar yaşanacak. Putin devrilecek. İki senaryodan birincisi bu... Diğeri de uzun sürede vatandaşların can ve malının tehlikede olacağı bir dönem başlayacak. Onun için çocuklarınızı, malınızı, varlığınızı Rusya’dan kaçırın. Sovyetler Birliği’ni dağıtan olaylar gibi olaylar olacak ve yeniden yeni devletler kurulacaktır. Bir başka Rus, Yeltsin’in başbakan yardımcılığını yapmış olan S. Altred Kok’un bir yazısı yine Azadlık gazetesinde yayımlanmıştı. Kok, “Neft Tükendi” başlıklı makalesinde özetle şu görüşlere yer veriyordu:
“Allah bize bir savaş daha göstermesin. Rusya çöker, Rusya biter. Allah bizi cezalandırmak için bizimkilerin aklını aldı. Çin’in ham madde temin edeni olduk. Dünya enformasyon devrimi ile yaşıyor. Biz ise aynı yerde hâlâ debeleniyoruz. 200 yıldır Kırım’ı bir alıyor bir veriyoruz. Bununla meşgulüz. Avrupa ve Amerika alternatif enerjiler istihsal etmeye başladı. Gazın, petrolün kıymeti düştü. Rusya ise petrol istihsalini artırıyor. Dünyadaki gelişmelere “boş şeyler” diyorlar. Afrika’da dahi gelişmeler olurken, Rusya yerinde sayıyor.”
Bir başka Rus Viktor Suvorov meşhur bir yazar ve eski istihbaratçı. Putin’le bir zamanlar çalışmış. 22 Nisan 2015 tarihinde “faraj.com.tr” sitesindeki bir yazısında şunları belirtiyor:
“Şimdi Sahalin ve Kuril Adaları Rusya’da ama bunlar Rusya’nın değil Japonya’nın. Japonlar şimdi susuyorlar. Bir süre sonra susmayacaklar. Kendi topraklarını geri alacaklar. Yine Kenigsberg Rusya’da. Ama burası da Rusya’nın değil, Almanların. Bir süre sonra Almanlar da burayı alacak.”
Sorumun ikinci bölümünü yeniden hatırlatabilir miyim? Türkiye bundan sonra neler yapmalı?
Sorunuzun ikinci bölümüne gelince; Bunları Rusya’nın önde gelen devlet ve fikir adamları açık açık yazıyor. Ama biz 300 milyonluk Türk dünyası birleşip diyemiyoruz ki “Ey Rusya! Bak yıllardır ata ve dedelerimizin olan toprakları elinde zorla tutuyorsun. Bir gün senin elinden alacağız. Oralarda yaşayan dilde, ırkta, inançta, adalette, ananede, tarihte bir olduğumuz kardeşlerimiz bağımsız devletlerini kuracaklar. Ayağını denk al. Etrafımda dolaşma.”
Bunu ne bir devlet adamımız ne bir aydınımız ne de bir gazeteci ve yazarımız diyor, diyebiliyor. Biz Rusya’ya veya İran’a zayıf karınlarını hatırlatamıyoruz. Üstelik Kuzey Irak’ta Suriye’deki hudut boylarında Kürt aşiretlerine “kanton” adıyla üç dört devlet kurdurulurken biz uyuyorduk. Oralarda yaşayan milyonlarca Türkmen’e biz de kantonlar kurduramadık. Şimdi o Türkmenleri Kürtler, terör teşkilatları yerlerinden ve yurtlarından atıp Türkiye’ye gönderiyorlar. Türkiye’yi idare edenlerin süratle yapması gerekenler elbette hâlâ var. Türk dünyası ile kurulmuş olan kurum ve kuruluşları aktif hâle getirmek. Bu kardeşlerimizle nostaljik duyguları değil, birlikteliği güçlendirerek üzerimizdeki tehditlere karşılık verecek, bir yapıya kavuşturmak. Türk dünyasının nerede bir problemi varsa hep birlikte onun üzerine aktif şekilde yürümek.