Prof. Dr. Temel ÇALIK
Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 yıldızın anlamının; Türklerin 16 büyük devlet kurdukları ve sonuncusunun da Türkiye Cumhuriyeti olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Günümüzde kullanılan forsun ilk olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı ile ilgili ve neye dayanarak kabul edildiğine dair resmî bir belgenin olmadığından söz edilmektedir. Ancak 22 Ekim 1925’te, cumhurbaşkanlığı forsunu resmî anlamda düzenleyen ilk belge olan Sancak Talimatnamesi yürürlüğe konulmuştur. Talimatname’ye göre, hilal ve yıldız bayrakta olduğu gibi, yıldız sayısı ise 20 olarak kullanılmaktaydı. 18 Şubat 1978'de getirilen yeni bir düzenleme ile forsta yer alan yıldız sayısı 16'ya düşürülmüştür. Günümüzde yürürlükte olan 25 Ocak 1985 tarihli Yasa’da da fors bu hâliyle kullanılmaktadır. 1990’lı yılların başında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber, 16 büyük Türk devletinden başka Asya’da yeni Türk yıldızlarının doğduğunu da not etmek gerekir.
Köklü bir devlet geleneğine sahip olan Türk milletinin son devleti “Türkiye Cumhuriyeti”ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek, Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” söyleminde yer alan şekli ile her Türk vatandaşının en öncelikli görevidir. Geçmişe baktığımızda kurduğumuz devletlerin tarih sahnesinden silinmesinin dış nedenlerden çok iç nedenlere bağlı olduğu apaçık ortadadır. Her devir ve her dönemde, bütün devletler için dış unsurlar bir tehdit olarak var olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu durumu bir bahane olarak ileri sürmek ve bu mazerete sığınmak hiçbir zaman milletleri sorumluluklardan kurtaramaz ve yok oluşlarını da engelleyemez.
Dün olduğu gibi bugün de son Türk devleti birtakım tehditlerle karşı karşıyadır. “Tarih tekerrürden ibarettir.” ifadesinde yer aldığı şekli ile Osmanlı Devleti’nin son dönemi benzeri; Avrupa ülkeleri başta Fransa, Almanya ve İngiltere olmak üzere bir yandan ekonomik yönden bizi kıskaç altına almaya çalışırken diğer yandan olabildiğince iç işlerimize müdahale etmede ve huzursuzluk yaratmada hiçbir sakınca görmemektedirler. Söz konusu ülkeler sözde soykırım tasarılarını kabul ederek eski anlayışları olan, bizi barbar göstermek ve dünyaya ilan etmekte birbirleriyle yarışmaktadırlar. Yüzyıllardır etle tırnak gibi birbirine kaynaşmış olan milletimizin, Türk-Kürt, Alevi-Sünni veya başka şekilde ayrışması ve birbirini yok etmesi noktasında ellerinden geleni ardına koymamaktadırlar. Aynı şekilde stratejik ortak olarak adlandırdığımız Amerika Birleşik Devletleri’nin de farklı şeyler yaptığını söylemek oldukça zordur.
Özellikle son yıllarda, çevremizde bulunan devletlerin istikrarsızlaştırılması ve iç savaşa sürüklenmesi düşündürücüdür. Irak’ın parçalanması ve üç ayrı devletçiğe bölünmesi, ayrıca on yıllardır süren etnik ve mezhepsel çatışma, Suriye’de yaşanan iç savaş ve aynı şekilde etnik ve mezhepsel çatışmaların yoğun bir şekilde devam etmesi tesadüfi olarak değerlendirilemez. Dünyada kendini egemen olarak gören ve sömürgeciliğe alışmış ülkeler, Orta Doğu’daki egemenliklerini ve sömürülerini devam ettirmek için her türlü çabayı göstermekte her çeşit çatışmaya ortam hazırlamakta ve çatışmayı desteklemektedirler.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde Batılı ülkeler alacaklarına karşı maliyemize el koymuşlardır. Şimdi de uluslararası bazı kuruluşlar aynı şekilde Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini günden güne artırarak, çöküş dönemimizdeki durumu ortaya çıkarmak için her tedbiri düşünmektedir. Özellikle çok uluslu şirketler bu konuda öncülüğü üstlenmişlerdir. Bankalarımızın önemli bir bölümünün yabancı sermayeye geçmesi veya yabancı sermaye ile ortaklaşa olması, başta haberleşme olmak üzere (Telekom, Vodafone gibi) stratejik kuruluşlarımızın yabancılar tarafından alınması ve kontrol edilmesi bunun göstergelerindendir.
Bütün bu gelişmelerin olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmak ve olumluya dönüştürmek, ülkeyi yöneten kadroların görevidir. Zaten bu amaçla ülke yönetimine talip olmuşlardır. Maalesef, ülkeyi yöneten kadrolar bu konularda hassas davranmamaktadırlar. Hatta bazen uygulamalarıyla olumsuzlukların daha da içinden çıkılmaz bir duruma gelmesinde etkili olmaktadırlar. Birtakım çevrelerin menfaatine, Türk milletinin menfaatleri titizlikle korunmayarak kaos ve kriz ortamı yaratılmasına katkı sağlanmaktadır. Toplumsal uzlaşmanın giderek azalması ve çatışmacı bir anlayışın egemen olmaya başlaması yine söz konusu kadroların yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır.
Bazı çevreler Türkiye’yi güllük gülistanlık göstermeye çalışsalar bile; gerçekten geniş toplum kesimleri ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel olarak buhrana sürüklenmektedir. Dış tehdit ve baskıları Türkiye’ye olan ilgi gibi göstermeye çalışmak, gaflet ve dalaletten başka bir şey değildir. Bazı çevreler bu durumu anlamak istememektedirler. Bu çevreler, Türkiye’de olumsuz bir durum olduğunda gidecekleri yerleri ayarlamış, hatta biletlerini bile almış olabilirler. Türk milletinin, Türkiye’den başka gidecek bir yeri olmadığı gibi, hiçbir zaman da bu ülkeyi başkalarına bırakarak terk etmesi söz konusu olamaz. Kanı ve canı pahasına bu vatanı korumak ve kollamak Türk milletinin en temel görevidir.
Milletin geleceği, her şeyden önemli ve her türlü kaygının üstündedir. Ülkemizin kaos ve kriz ortamına sürüklenmesini engellemek, her kurumun, her kuruluşun, özelliklede her Türk vatandaşının en öncelikli görevidir. Devletimizin bekası ve milletimizin geleceği açısından bu görev kaçınılmazdır. Her kesimin ve herkesin bunu bilmesi ve buna göre davranması “millî bir sorumluluktur.”
Mustafa Kemal Atatürk, Millî Kurtuluş Mücadelesi’nin kazanılmasını sağlamak için tek çözüm yolu olarak milletin azim ve kararını gerekli görmüş ve Amasya Tamimi’nde “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” ifadesinin yer almasını sağlamıştır. Türk milletinin kararı Türk devletinin geleceği açısından çok önemlidir. Milletimiz, sağduyuyla bütün problemleri çözecek kadroları yeniden işbaşına getirecektir. Türkiye’de 2000’li yıllarda meydana gelen siyasal ve sosyal gelişmeler, herkesin ne olduğunu ve ne niyet taşıdığını açıkça ortaya koymuştur. Türk milletini ve Türk devletini ilelebet muhafaza ve müdafaa edecek ve onu ileriye götürecek, Türk milliyetçileridir. Bu nedenle milletimiz devletin sorumluluğunu yine Türk milliyetçilerine verecektir. Yeniden dirilişi gerçekleştirecek olan da onlardır.