Avrupa’da yasayan Türkler ile ilgili son zamanlarda olumsuz gelişmeler yaşanıyor. Son olarak Hollanda’da meydana gelenler, dikkatleri bir kez daha Avrupa’da yaşayan Türklere çevirdi. Hollanda Başbakan Yardımcısı Lodewijk Asscher’in, Türkiye kökenli dini gruplara yönelik “paralel toplum” incelemesi, iktidar ortağı İşçi Partisinde (PvdA) krize neden olmuş, İşçi Partisi, Asscher’in planına karşı çıkan Türk kökenli milletvekilleri Tunahan Kuzu ile Selçuk Öztürk’ü partiden ihraç etmişti. Asscher, Türkiye kökenli dinî gruplar ile kimi vakıf ve derneklerin, Ankara hükûmetinin etkisiyle Hollanda’daki Türkleri etki altına aldığını savunarak bunun, Türkiye kökenli göçmenlerin uyumunu olumsuz etkilediğini öne sürmüştü. Lodewijk Asscher, “Hollanda Diyanet Vakfı, Milli Görüş Teşkilatı, Süleymancılar ve Fethullah Gülen grubu” hakkında inceleme başlatılmasını ve 5 yıl boyunca yakın takibe alınmalarını istemişti.
Bugün itibarıyla Avrupa’ya yayılmış, Avrupa’da belirli bir yer edinmiş, hatta Avrupa’yı vatan bellemiş bir kitleden söz etmek mümkün hâle gelmiştir. Avrupa’da yaşayan Türklerin sosyal, ekonomik, siyasal durumlarının korunması ve geliştirilmesi; bulundukları ülkelerde saygın, katılımcı kişiler olarak yaşamaları ve Türkiye ile olan bağlarının güçlü tutulması Türkiye açısından çok önemlidir.
Avrupa ve Avrupalılar ile yüzyıllardır etkileşim içerisinde olan Türk insanı yirminci yüzyılın ortalarında çok farklı sebeplerle Avrupa’ya yönelmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa ülkeleri, ekonomik kalkınmalarına paralel olarak işgücü piyasalarında meydana gelen işçi ihtiyacını karşılamak üzere bir takım arayışlar içine girmişlerdi. Emek piyasasında fazlası bulunan Türkiye, bu fazla kaynağı değerlendirmek üzere başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine işçi göndermeye başladı. İşçilerin düzenli bir şekilde Avrupa’ya gitmesi ve böylece göçmen işçilerin ve işverenlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Türkiye, Almanya ile 1961’de; Avusturya, Belçika ve Hollanda ile 1964’te; Fransa ile 1965’te ve Avustralya ile 1967’de iş gücü anlaşmaları imzalamıştır. Türk işçilerin Batı Avrupa’ya göçü 1974 yılına kadar devam etmiştir. Bu tarihten itibaren, Türk ekonomisinin dış dünyaya açılmasına bağlı olarak Türk iş gücü Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Körfez ülkelerine, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ise Rusya Federasyonu ve Türk cumhuriyetlerine yönelmiştir.
Bugün itibarıyla, yurtdışında yaşayan Türk nüfusunun önemli bir bölümü, bulundukları ülkelerde sürekli ikamet ediyor durumdadır. Hâlen yaklaşık 4 milyonu AB ülkelerinde, 300.000’i Kuzey Amerika’da, 200.000’i Orta Doğu’da, 150.000’i de Avustralya’da olmak üzere, 5 milyon civarında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yabancı ülkelerde yaşamaktadır. Türk göçmenler, göç alan ülkelerin ekonomik kalkınmalarına önemli katkılar sağlamaktadır. Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının çoğu, artık sadece işçi konumunda kalmayıp bilim adamı, doktor, mühendis, avukat, gazeteci, iş adamı, sanatçı, politikacı, sporcu gibi çeşitli alanlarda meslek sahipleri olarak göç alan ülkelerin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatına etkin bir biçimde katılmaktadır.
Başlarda sadece işgücü hareketi olarak planlanan ve insani ihtiyaçları pek de göz önünde bulundurulmayan bu işçilerin zamanla sosyal bir varlık oldukları ve insani ihtiyaçlara sahip oldukları gerçeği kabul edilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte Türklerin yabancı oldukları, sadece Türk pasaportu taşımaları değil; aynı zamanda kültürel farklılık ve özelliklerinin, içinde yaşadıkları ülkenin ve toplumun kültürel özelliklerine uymaması da her fırsatta yüzlerine vurulmuştur.
Avrupa’daki Türklerin Avrupa toplumundaki asıl sıkıntılı dönemi Soğuk Savaş’ın sembolü Berlin Duvarı’nın yıkılması ve devamındaki büyük siyasi dönüşümlerle kendini göstermiştir. Sovyetler Birliği’nden duyulan korkunun getirdiği dostluk yerini “yeni Avrupa-yeni Avrupalılık” heyecanına bırakmış, yapılan tanımlar Yunan medeniyeti, Roma hukuku, Hristiyanlık ve Yahudilik kültürü ile sınırlı tutulmaya başlanmış ve Türkler açıkça bu tanımın dışında tutulmaya başlamıştı. Irkçılığın tavan yaptığı 90’lı yıllardaki gelişmelerden en olumsuz etkilenen Türkler; öldürülmeye, yakılmaya varacak kadar saldırıların hedefi olmuştur.
Avrupa’da Türklerin yaşadıkları ülkelerle ilgili uyum sorunlarının yanı sıra dördüncü kuşağa doğru yol alan Türk toplumunda klasik olarak kabul gören sorunların yanı sıra sosyopsikolojik sorunların da giderek artmakta olduğu gözlenmektedir. Ailenin parçalanması, çocukların velayet hakkının kaybedilmesi, üçüncü ülkeye beyin göçü, yabancı düşmanlığı, eğitim, dil, gençlik problemleri gibi olgularla birlikte uyumlu bir ikametin de giderek zorlaşması kaçınılmaz olmaktadır.
İhmaller ve yanlış politikalara rağmen Avrupalı Türkler kendilerini geliştirmeyi başaran ve en önemlisi derin zihniyet ve kültür farklılıklarına rağmen toplumsal kabul görmeyi başarabilmiş bir kitledir. 1960’lı yıllardan itibaren çalışmak amacıyla çoğunlukla Avrupa’ya göç eden Türkler, geçen 50 yıllık süre içinde gerek konumları gerekse sorunları bakımından farklılaşan bir topluluk durumuna gelmişlerdir.
İçinde yaşadıkları topluma entegre olmak konusunda Türklerin genel olarak sorun yaşamadıkları genel kabul görmüş bir yaklaşımdır. Avrupa’da yaşayan Türkler bir yandan içinde yaşadıkları toplum ile uyum hâlinde yaşarken, öte yandan da kendi kimliklerini koruyabilmektedirler. Örneğin yaşadıkları ülkenin dilini iyi derecede öğrenebilmeleri, çocukların eğitim sürecine etkin olarak katılabilmeleri yaşadıkları toplumda iyi bir yere gelebilmelerinde önemli bir faktör olarak görünmektedir. İçinde yaşadıkları toplumun bireylerinden tamamıyla ayrışmış bir yaşam sürmeyi tercih etmiyorlar. Onlarla en azından belli düzeyde uyumlu ilişkilerinin sürdürürken kendi dillerini, kimliklerini ve kültürlerini de başarıyla korumaktadırlar.
Avrupa’daki Türkler, bütün olumlu tarafları ve iyi niyetlerine rağmen bir takım ciddi sorunlar da yaşamaktadırlar. Bu sorunların başında medya organlarında işlenen yabancı düşmanlığı ve İslamofobi gelmektedir. Avrupa’nın bazı ülkelerinde ırkçı politikalar ve partiler öne çıkıp daha çok taraftar toplarken İslam’a olan yaklaşım olumsuzlaşmakta, İslamofobi hızla yayılmaktadır. Avrupa’daki en büyük yabancı kitle Türkler olduğu için yabancı düşmanlığı Türk düşmanlığı şeklinde tezahür etmektedir. Türk devleti bu konuda bir inisiyatif alarak Avrupa medyasında işlenen yabancı düşmanlığı konusunda karşı bir çalışma yürütmeli ve stratejik eylem planı geliştirmelidir.
Okullarda Türkçenin öğretilmesi konusunda Türkiye çok ciddi bir politika geliştirmeli, ilgili ülkelerle ikili anlaşmalar yapmalıdır. Türklerin Türkiye ile bağlarını koruyacak en etkili araç Türkçedir. Türklerin yaşadıkları ülkeler ile uyumları sağlanırken Türkiye ile de bağlarının kopması engellenmelidir.
Diğer taraftan Türklerin din eğitimleri de özenle sürdürülmelidir. Din faktörü de en az dil faktörü kadar önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa’daki Türklerin Hristiyanlaşması ve ateistleşmesini engellemek üzere etkin politika ve stratejiler üretmeli ve uygulamalıdır. Dinini kaybeden Türklerin genellikle milliyetlerini de kaybettikleri tarihî bir vakıadır. Türkiye bundan ders alarak yurtdışında yaşayan Türkleri yakından izlemeli, bulundukları ülkelere uyum sağlamalarını kolaylaştırırken Türkiye’den ve Türklükten kopmalarını da engelleyici politikalar geliştirmeli ve uygulamalıdır.