İDLİB’DE KİM GALİP?
Cesurhan TAŞ
15 Mart 2011 tarihinde patlak veren Suriye iç savaşında 7 yıl geçtikten sonra yeni bir aşamaya gelinmiş görünüyor. Ülkenin üç farklı nüfuz alanına bölünmüş olduğu neredeyse uluslararası kamuoyu tarafından kabullenilirken ve bu fiilî durum yasallaşma sürecine doğru evrilirken son pürüzlü noktalardan birisi olan İdlib vilayetindeki durum ile ilgili olarak 17 Eylül 2018 tarihinde Rusya Federasyonu’nun Soçi kentinde Rus ve Türk heyetleri arasında bir anlaşma imzalandı. İmzalanan anlaşma metninin tam adı "İdlib Gerginliğin Azaltılması Bölgesinde Durumun İstikrarlılaştırılmasına İlişkin Mutabakat Zaptı"dır.
Söz konusu Anlaşma metninde, 2017'den bu yana Astana görüşmeleri sırasında kararlaştırılan ve İdlib'de uygulanmakta olan "çatışmasızlık" anlaşmalarının takip edildiği belirtilmiştir. Anlaşma’nın 10. maddesine göre İdlib çatışmasızlık bölgesi korunacak, Türk gözlem noktaları güçlendirilecek ve faaliyetleri sürdürülecektir. 15-20 kilometre derinliğinde savaşçılardan arındırılmış bir bölge oluşturulacaktır. 15 Ekim 2018 tarihine kadar da bu çatışmasızlık bölgesi, "radikal terörist gruplardan" temizlenecektir.
Hatay ile sınırdaş olan İdlid, ilk Suriyeli mülteci akınının yaşandığı yerdir. Ayrıca, Rakka'dan sonra İdlib, Mart 2015'te tamamen Suriye ordusunun kontrolünden çıkan ikinci kent olmuştur. Hâlihazırda çeşitli terör gruplarının etkin olduğu İdlib, Türkiye’nin Suriye politikasında meydana gelen değişim ve dönüşümlerin de gün yüzüne çıktığı bir alan olmuştur.2015 yılında bir Rus uçağının düşürülmesinin ardından Rusya ile ilişkileri düzeltmek isteyen Türkiye’nin iş birliğine yönelmesi Ankara'nın Suriye politikasındaki değişimi daha da belirgin hâle getirmiştir. Özellikle, Halep kent merkezinin Suriye ordusunun kontrolüne geçmesine Türkiye’nin razı olması, bunun karşılığında Rusya’nın da Türkiye'nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarıyla PKK/YPG'nin önünü kesmesine göz yumması, daha sonra Astana süreciyle çatışmasızlık bölgeleri oluşturma konusunda Türkiye'nin üstlendiği kritik rol, İdlib’de de kendisini güçlü bir şekilde hissettirmiştir.
Sosyolojik ve topoğrafik olarak Türkiye’nin uzantısı olan Halep, İdlib’in kuzeydoğusundadır. Suriye’de Sünni kimliği ile öne çıkan Hama ve Humus kentleri de İdlib’in hemen güneyinde yer almaktadır. Bu coğrafi konumu ile İdlib’in en belirgin özelliği, Halep-Lazkiye ulaşım hattını kontrol eden konumudur. İdlib, Suriye’nin kuzeyinden Doğu Akdeniz kıyılarına doğru inen güzergâha etkin bir şekilde nüfuz ve müdahale etme imkânı sunmaktadır.
İdlib, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasını sürdürmesinde önemli bir role sahiptir. Çünkü İdlib olmadan Türkiye’nin, Suriye'de hem siyasi hem de hukuki olarak zor duruma düşeceği açıktır. İdlib, Türkiye'nin Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı Operasyonları kontrol altına aldığı topraklar için bir meşruiyet zemini sunmaktadır. İdlib, Esad rejimi kontrolü altına girerse Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde Esad’ın tacizi altında kalacaktır. Bu durum, Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehlikeye sokacaktır. Türkiye sadece IŞİD’i değil aynı zamanda PKK/YPG’yi de yok etmek üzere buradadır. Bu konularda garanti almadan ve bu garantiyi içermeyen çerçeve anlaşmasına ulaşmadan Türkiye bölgeyi terk edemez. Bu açıdan İdlib, Türkiye'nin bir millî güvenlik meselesidir.
İdlib, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekât bölgelerinin savunma hattı konumundadır. Burada kırılacak savunma hattı iki bölgenin de savunmasını zorlaştıracak; Türkiye siyasi olarak da köşeye sıkışacak ve işgalci olmakla suçlanacaktır. Demek ki ılımlı muhalefetin İdlib'e hâkim olması Türkiye'ye siyasi olarak meşruiyet şemsiyesi sağlamaktadır. Bu itibarla, Özgür Suriye Ordusu Türkiye’nin vekili değil ortağı durumundadır.
İdlib’de ateşkes sağlanması, yeni bir mülteci akınının yaratacağı sorunlar nedeniylede Türkiye için çok önemlidir. 3 milyon civarında Suriyeli sığınmacıyı barındıran Türkiye’nin, İdlib’den gelecek ek 2 milyon Suriyeliyi taşıması oldukça zordur.Bu sebeple, olası bir sığınmacı hareketliliğinde Türkiye’nin Afrin, Azez, Elbab ve Cerablus üzerindeki etkisini ve gücünü koruyarak savaştan kaçan ve Türkiye’ye gelen 3,5 milyon Suriyeliyi bu bölgeye yerleştirmesi makul bir seçenek gibi görünmektedir.
Soçi Anlaşması, Suriye'nin kuzeyinde büyük bir adıma işaret ederken Türkiye ile Rusya'nın da ne kadar birbirine yakınlaştığını gösteriyor. Bu Anlaşma, aynı zamanda İran'ın masadan dışlandığına da işaret ediyor. İran, Astana görüşmelerinin esaslı bir aktörüydü ve diğer anlaşmalarda da önemli bir rol oynamıştı. Soçi Anlaşması, Moskova ve Ankara'nın şu anda kendilerini Suriye'nin geleceğinin asıl belirleyicileri olarak gördüklerini de ortaya koydu. ABD ve İsrail için ise bu tercih edilebilir bir gelişme olarak değerlendirilebilir zira hem Washington hem de Tel Aviv, İran'ın Suriye'de etkin bir rol oynamasına karşılardır.
İdlib konusu, dolaylı olarak İsrail için de önemli bir husustur. “Çatışmasızlık Mutabakatı”na bağlı olarak, İdlib’in iç güvenliğinin Türkiye tarafından, dış güvenliğinin Rusya tarafından sağlanacağı, Rusya’nın hava desteği vereceği öngörülürken, İran, bu mutabakat çerçevesinde İdlib konusunda devre dışı bırakılmıştır. Oysa İran, Astana’da kararlaştırılan “Çatışmasızlık Mutabakatı”nın taraflarından biridir. İran, İdlib konusunda devre dışında kalma karşılığında, Suriye’nin güneybatısında etkin olması konusunda serbest bırakılmış olabilir. Uluslararası medyadaki değerlendirmelere bakıldığında, Suriye’nin güneybatısının İran’a bırakılmasının amacının, Suriye’nin bu bölgesindeki Sünni-Arap nüfusta seyrekleştirmeye gidilmesi ve bölgede bu seyrekleştirme ile ortaya çıkacak boşluğun İran kontrolündeki Şiiler tarafından doldurulması olduğu anlaşılmaktadır. İran, Suriye’nin güneybatısında serbest bırakılma karşılığında, İdlib konusunda “nötr” kalacaktır. Diğer taraftan da, güneyde seyrekleştirmeye tabi tutulacak Sünni-Arap nüfus da kuzeye İdlib’e göçertilecektir. Astana’da varılan “Çatışmasızlık Mutabakatı”nın İran ile ilgili boyutu bu şekilde ise bunun anlamı, İsrail’in İran’a daha yakından komşu olması ve İran’ın İsrail konusunda serbest bırakılmasıdır.
Suriye konusunda ABD, şu anda oldukça zor bir durumda bulunmaktadır. ABD’nin önceki dönem yönetiminin belirlediği planların, Büyük Orta Doğu Projesi’nin hiçbir şekilde yerine getirilemeyeceği gün gibi açıktır. ABD’nin başarısızlığının arkasında Rusya’nın konuyla ilgili duruşunun yanı sıra bölgede en büyük ordulara sahip olan İran ve Türkiye’nin duruşlarının da büyük bir rolü vardır. ABD’nin Suriyeli Kürtlere güvenerek oralarda yeni bir şey uydurma şansı bulunmamaktadır.
Sonuç olarak yaklaşık yedi yıldır sürmekte olan Suriye iç savaşında siyasi çözüme doğru bir sürece girildiği, üç bölgeli federal bir Suriye kurulması yönünde sessiz bir mutabakata varıldığı, Fırat’ın batısındaki kuzey Suriye’de fiilen bir nüfuz alanı ve güvenli bölge oluşturan Türkiye’nin Rusya ve İran ile iş birliği yaparak yeni Suriye’nin oluşturulmasında etkin bir şekilde yer aldığı/alacağı ifade edilebilir.