“YAŞAŞIN VANDALİZM!”

10 Ocak 2015 11:00 Ş. Adnan Şenel
Okunma
1799
“YAŞAŞIN VANDALİZM!”


Yıllar önce İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamaları esnasında, mutat olduğu üzere olaylar patlamış; eylemciler ile polis arasında çatışma çıkmış ve yine birçok iş yeri (bankalar, bankamatikler, kuyumcu vitrinleri, marketler) göstericilerce tahrip edilmişti. Ondan önceki ve sonraki yıllarda da benzer manzaralarla karşılaşmıştık ama o yılki gösterilerde tek bir kare vardı ki aslında olayın ve amacın özünü çok güzel ortaya koyuyordu; yüzü maskeli bir genç kız, gözü dönmüş ve şuursuz şekilde, elindeki sopayla tretuvardaki çiçekleri imha ediyordu.
Bir “genç kız” ile “çiçek” arasında, belki de ne teoride ne kâğıt üzerinde ne muhayyilede yan yana gelemeyecek böyle bir görüntüyle karşılaşmak o günlerde herkesi şoke etmişti. Polise sapanla taş fırlatan, molotofkokteyli atan, cam kıran, çerçeve indiren eylemci “kız”ları görmüştük ama caddeleri süslemek amacıyla dikilen o çiçeklere kin ve nefret duyguları içinde saldıranını ilk kez görüyorduk. O genç kızın ideolojik görüşü bir kenara dursun, o davranışı nasıl bir hâletiruhiye ile sergilediği; hangi bastırılmış duygu ve dürtülerinin dışavurumu olarak böyle bir Vandallığa giriştiğini açıklamak psikanalistlerin ya da sosyal psikologların işi. Biz, meseleyi daha genelleştirerek, saldırganlığın ve yıkıcılığın ideolojik ve siyasi boyutlarına bir bakalım.
Taksim’de ağaçların kesilmesini protesto bahanesiyle başlayan ve birkaç gün içinde dallanıp budaklanarak ülkenin her yerine sıçrayan gösterilerin giderek eylemlere dönüşmesi sonucunda ölenler olmuş, özel ve kamuya ait çok sayıda iş yeri, araç, gereç tahrip edilmişti. İlk anda “iyi niyetli” olarak başladığı söylenen “ağaç” eyleminin, kısa sürede bambaşka amaç ve hedeflere yönel(til)mesi, meselenin “çevrecilik”ten çıkıp nasıl bir siyasi-ideolojik çerçeveye oturtulabileceğini göstermesi açısından mükemmel bir laboratuvar çalışması olmuştu. Bu “gösteriler” esnasında, yüzleri maskeli olsun, maskesiz olsun, onlarca radikal eylemcinin (ve hatta sürü psikolojine kapılan bazı vatandaşların) önlerine ne geçerse yakıp yıkması, özel ve kamu fark etmeksizin iş yerlerini ve araç gereçleri tahrip etmesi, Vandallığın nasıl ve ne şekilde ortaya çıktığını, bir doktora tezi niteliğinde, bizlere göstermişti.
Vandalizm kavramı, 1789’daki Fransız Devrimi sonrasında, bir din adamının, her tarafı yakıp yıkmak isteyen Cumhuriyet ordusunun davranışlarını (mesela müzeleri yağmalamak, yıkmak gibi) kınamak, engellemek için, bu ordu mensuplarını, daha önce Roma’yı yakıp yıkan Alman Vandallara benzetmesiyle “resmiyet” kazanmış. O günden bu yana, bilerek ve isteyerek, çeşitli yöntemlerle, kişiye veya kamuya ait, başkalarının malına, mülküne zarar veren, tahrip eden kişilere “Vandal” denilmiş.
Daha birkaç yıl öncesine kadar bize yabancı gelen ve pek de kullanmadığımız bu kavramın artık şu günlerde dilimizden düşmemesi, ülkenin şurasında burasında yaygınlaşmaya başlayan eylemlerdeki niyet ve mahiyet değişikliğiyle ilgili olsa gerek. Dünyanın her yerinde insanların ve grupların ve hatta aralarında hiçbir çıkar ilişkisi ya da ideolojik-siyasi yakınlık olmayan büyük çaplı toplulukların, hoşlarına gitmeyen bazı şeyleri (mesela idarenin icatlarını) protesto etmek amacıyla bir araya gelmeleri ve gösteriler yapmaları normaldir, doğaldır ve bu zaten insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde kanuni bir haktır. Bununla birlikte, sınırları ve mahiyeti yine kurallarla belirlenmiş bu gösterilerde bir ihlal söz konusu olursa müdahalenin yapılacağı da belirlenmiştir.
Ülkemizdeki gösterilere bakıldığında işte bu “kurallar” ile “ihlal” arasındaki ilişkinin sürekli ihlal bazında bozulduğunu ve gösterinin, amacı ne olursa olsun mutlaka sonu çatışma ve Vandallıkla biten bir eyleme dönüştüğünü görüyoruz. Öyle ki, son Kobani eylemlerinde de olduğu gibi, bu Vandallığın özel teşebbüs ve kamu mallarını tahripten öteye geçerek bu milletin manevi değerlerini temsil eden sembollere yöneldiğini dehşetle seyrettik. Türk bayrağı, Atatürk heykelleri yakıldı, Diyarbakır’da Ziya Gökalp’in müzesi soy özürlülerce yakıldı, tahrip edildi.
Halkın ulaşım araçlarını işgal edenleri, molotofkokteylleri atarak yakanları; emniyet güçlerinin panzerlerine, Toma’larına saldıranları gördük tamam da içinde hasta, yaralı ve acil müdahaleye ihtiyaç duyan kişileri taşıyan ambulansları durduran, tekmeleyen, tahrip eden gözü dönmüşleri hangi sınıfa koyacağız? Böylesi bir insanlık dışı davranış sergileyen o “insan”ın bu “anlamlı eylem”ini hangi ideolojik bir bahaneye ya da kalıba sokacağız?
Tek bir insanın ya da bir araya gelmiş insan topluluklarının Vandalizm ve yıkıcılığa varan bu saldırgan tutumlarının şüphesiz psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve ideolojik birçok sebebi ya da altyapısı vardır. Ne var ki bahanesi ve altyapısı ne olursa olsun, başkalarına zarar veren, başkalarının huzurunu bozan, başkalarının canına kasteden böylesi bir Vandallığın özrü, affı ve hoş görülürlüğü olamaz.
Şiddeti, terörü, yıkıcılığı, saldırganlığı ve tahripçiliği kendi ideolojik, siyasi emel ve hedefleri için bir araç ve yöntem olarak gören örgütler dün de vardı, bugün de var ve yarın da olacak şüphesiz. “Militanın El Kitabı” eşliğinde, devrimin kentlerde gerçekleştireceğini hayal eden Leninistler de köylüyü bilinçlendirerek ihtilal yapacağı rüyasını gören Maoistler de bu iki kaynaktan beslenen bölücü terör örgütü de kısacası halka rağmen, halkın huzurunu bozma pahasına, halk adına “savaştıklarını” söyleyen bütün mihraklar da asla ve kata demokratik yollardan gelemeyecekleri iktidarı işte böylesi vahşet ve kalleşlik kokan eylemlerle ele geçirme yanılgısı içinde yakıyorlar, yıkıyorlar ve tahrip ediyorlar. 
“Devrim kanla yazılır.” sloganıyla yola çıkan ve bu yolda “devrim”e engel olarak gördüğü çiçeklere saldıran da bayrak ve heykel yakan da itfaiye araçlarını ve ambulansları kundaklayan da esasında tek bir şeyden yoksun oldukları için bunları yapıyor. O da sevgisizlik… Bırakın başkalarını, kendilerini dahi sevmekten âciz bu “insanı”, gün gelip de o önünü kestiği ambulansta belki de bir yakınının, bir akrabasının bulunuyor olması bile etkilemeyecek, engellemeyecektir. Çünkü dedik ya, “Devrim kanla yazılır.” ve devrim bu tür duygusallıklara yer vermeyecek kadar “kutsal” bir şeydir; onun için de: “Yaşasın Vandalizm!”