Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın tarihte kurduğumuz 16 devleti temsil ettiğini bilir ve bundan gurur duyarız. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin Türk kimliğinin ve bu kimliğin kurmuş olduğu devletlerin bilincinde olarak bunu sahiplenmesi ve hepsinin vârisi ve devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni görmesi ve bunu da cumhurbaşkanlığı forsunda sembolize etmesi, ayrıca takdir edilmesi gereken bir husus. Gerçi forsun ortasındaki 16 ışınlı güneş, o yıllarda dünyadaki son ve tek Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmekte iken bugün müstakil Türk devletleri sayısı Türkiye ile birlikte 7’ye ulaşmış durumdadır. Bu rakama Kumuk Cumhuriyeti, Başkurdistan, Tataristan, Gagauz Yeri gibi federe Türk devletleri dâhil değildir.
Bilinen ortalama 4 bin yıllık tarihimizde 16 devlet kurmuş olmamız ve hâlen dünya üzerinde 7 ayrı bağımsız devletimizin aynı anda varlığını sürdürmesinin iyi mi kötü mü olduğu üzerinde pek de kafa yormayız. Kesrette vahdeti görebilsek sıkıntı olmayacak da, herkes kendi başına buyruk hareket edince ortaya çıkan olumsuzluklar Türk milletinin bölük pörçük olmasına yol açıyor. Benzer amaçlar için birlikte hareket edilmiyor. Kıt kaynaklar hoyratça israf ediliyor.
Tarihte kurduğumuz 16 devleti de çoğunlukla yine kendimizin yıkmış olması ayrı bir eleştiri konusu. Kendi ellerimizle kurduğumuz devletleri, bir süre sonra yine kendi ellerimizle yıkarak yeni bir devlet kuruyoruz. Her dönemde en az bir devletimiz olmuş. Zayıf ya da güçlü… Bugünkü gibi birden fazla devletimizin olduğu dönemlerimiz var. Ancak bu kadar çok sayıda devlet kurmanın sebepleri, mutlaka sorgulanmalı. Üzerinde düşünülmeli. Tarih boyunca bizim kadar çok devlet kurup yıkan başka bir millet yok. Bunun psikososyal sebepleri, mutlaka analiz edilmeli.
Bu denli çok devlet kurmuş olmamız başlı başına nasıl bir ruh hâline sahip olduğumuzu da gösteriyor. Heyecanla bir işe girişen, ancak kısa sürede bıkan bir ruh hâli. Belirlediği hedeflere ulaşmak için sabır göstermeyen, azimli davranmayan, süreklilik arz etmeyen bir psikososyal yapı. Çoğu zaman hedefimiz bile yoktur ya da iyi belirlenmiş değildir. Hedefsizce gezen insanlar yığını gibiyiz. Ne aradığımızı bilmediğimiz için de hiçbir şey bulamayız. Altında altın madenlerinin bulunduğu arazinin üzerinde dolaşırız da altın aramadığımız için genelde es geçeriz. Zengin olmayı hedeflemediğimiz için elimize geçen malın ne işe yaradığını bilmez çarçur ederiz. Çok gezdiğimiz için “Yörük” diye bir kavram bile üretmişiz. Ama “erek” diye bir kavramımız, daha çok yenidir. ”Erek” kavramının türetilmesi sonrasında bile hâlâ daha toplumun geniş bir kesimi bu kavramı bilmez.”Yörük” her ne zaman “Erek” sahibi olursa Türk milletinin de kaderi değişecektir.
Ne yazık ki devlet yaşamında esas olanın, kararlılık ve süreklilik olduğunun bilincinde değiliz. Heyecanla başladığımız bir işi başarıyla sona erdirme konusunda sıkıntı yaşıyoruz. En güzel yere çadırı kurup; bir süre keyif çattıktan sonra “Canım sıkıldı.” deyip çadırı sökerek başka bir yere kuruyoruz. Buna “Yörük teşkilatçılığı” diyoruz. Bu anlayış, maalesef hayatımızın büyük bölümünde egemen… Evimizi sırtımızda taşıdığımız için sağlam taşlardan güçlü evler inşa etmiyoruz. Temeli derin, duvarı güçlü, çatısı sağlam yüzyıllar boyunca yaşayacak binalar yapmayı düşünemediğimiz için kurduğumuz devleti de kolayca yıkabiliyoruz.
Muhtelif isimlerle ve değişik coğrafyalarda 16 devlet kurarken ve yıkarken, bir tane Çin görürüz karşımızda hep. 4 bin senedir Çin, hep aynı yerde. Yerleşik bir kültür ve medeniyet… Her devirde etkili, büyük ve güçlü… Taş yerinde ağır. Kaya kütlesi gibi sabit duruyor. Biz onlara göre kayaya damlayan su gibiyiz. Damlayan su bile kayayı delebilir. Amma sürekli olursa… Sürekli damlayan su gibi Çin kayasına damlayabilseydik çoktan delmiştik o kayayı. Ama ne var ki bir gün o dağda, bir gün bu bağda… Nerede olduğumuzun farkına bile varamıyoruz. Kayayı delme sürekliliğine erişemiyoruz. Kayayı delemediğimiz gibi kendimiz kayboluyoruz.
Tarihte 16 devlet kurup yıkıp, sonra 17.sini kurmak bize mahsus bir şey. Teşkilatçıyız evet. Ama Yörük tipi teşkilatçıyız. Vatanın bir tarafı kemirilirken kayıtsızlık, aymazlık son raddede! “Nasıl olsa yeni bir vatan bulur, yeni bir devlet kurarız.” zihniyeti var. Adama demezler mi; “Elindeki güzelim evi korumak varken, yapılan bir haydut saldırısında ne diye evini terk eder, başka bir yerde sıfırdan bir bina yaparsın? Yeni binanın inşa maliyeti eski binayı koruma maliyetinden daha mı düşük olacak?”