KURTULUŞA GİDEN YOLDA DÖRT, GÖNÜLLERE GİDEN YOLDA ÜÇ ÇEYREK ASIR: MAYIS 2019

21 Haziran 2019 19:03 Prof. Dr. Temel ÇALIK
Okunma
1790
KURTULUŞA GİDEN YOLDA DÖRT, GÖNÜLLERE GİDEN YOLDA ÜÇ ÇEYREK ASIR: MAYIS 2019

KURTULUŞA GİDEN YOLDA DÖRT, GÖNÜLLERE GİDEN YOLDA
ÜÇ ÇEYREK ASIR: MAYIS 2019
Prof. Dr. Temel ÇALIK

19 Mayıs 1919, Mayıs 2019… Yüzyıl, yani dört çeyrek asır.
03 Mayıs 1944, Mayıs 2019… Yetmiş beş yıl, yani üç çeyrek asır.
Mayıs ayı Türk milleti için ayrı bir anlam taşımaktadır. Ulu hakan ve büyük komutan Alparslan, 26 Ağustos 1071’de Türklere ebedî yurt olacak Anadolu’nun kapılarını açmıştır. 400 yıllık bir serüvenden sonra Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un Fethi’yle Küçük Asya olarak ifade edilen Anadolu, bütünüyle Türk yurdu olmuştur. Osmanlı Devleti, kuruluşu olan 1299’dan 1600’lü yılların ortalarına kadar bir cihan imparatorluğu olarak varlığını sürdürmüştür.
Osmanlı Devleti, 1700’lü yılların başlarından itibaren gerilemeye başlamıştır. Mali sistemin bozulması, askerî alanda meydana gelen eksiklikler, medreselerin bozulması ve devlet yönetiminde ortaya çıkan zaaflar birçok alanda devletin güç kaybetmesine neden olmuştur. 1699 Karlofça Antlaşması bu durumu ortaya koyan ilk işaret fişeği olmuştur. Söz konusu yıllarda batılı devletler her alanda (bilim, teknoloji, iktisat, eğitim, askerî) âdeta şaha kalkarken; Osmanlı Devleti kaos, kriz ve gerileme sancılarıyla uğraşır duruma gelmiştir. Batı’da ve Osmanlıdaki bu durum, Yeni Çağ’ın ikinci yarısı ile Yakın Çağ’ın ilk yarısının adeta karakteristik özelliği olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır.
Osmanlı Devleti’nde bir türlü önlenemeyen geriye gidiş, devleti yavaş yavaş çöküşe doğru sürüklerken; Batılı devletler ise bu çöküşten nasıl pay alacakları noktasını tartışır hâle gelmiştir. Osmanlı hâkimiyeti altındaki toprakların nasıl pay edileceği, Batılı ülkelerin masalarında her zaman sıcak bir gündem olarak yer almıştır. 1900’lü yıllara gelindiğinde gerilemenin yerini bölünme, parçalanma ve yok olma almaya başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kahraman subayları Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu duruma seyirci kalmayarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak kuruluşa giden yolu Türk milletine açmıştır. Onların komutasında Osmanlı İmparatorluğu’nun köklerinden Türkiye Cumhuriyeti filizlenmiştir. 19 Mayıs 1919, Türk milleti için kurtuluş ateşinin tutuşturulduğu gün olarak yerini almıştır.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” ifadesiyle kurucu irade Türkiye Cumhuriyeti’nin millet konusundaki anlayışını ve yaklaşımını ortaya koymuştur. Ancak, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Türk milleti, kutlu yürüyüşünde birçok engelleri aşmak durumunda kalmıştır. Atatürk’ün Türklük ve Türk milleti konusundaki hassasiyeti ve çalışmaları her türlü güçlüğü aşmada aydınlatıcı ve yol gösterici olmuştur. Anadolu topraklarını yurt edinmiş olan milletin adının “Türk milleti” olduğu ve bu şuurla mutlu ve müreffeh bir şekilde varlıklarını devam ettirebilecekleri Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların değişmez bir iradesi olduğu açıktır. “Türk öğün, güven, çalış!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” gibi ifadeler söz konusu iradenin ve anlayışın en belirgin göstergeleridir.
Cumhuriyet ile birlikte millet olma yolunda atılan önemli adımlar yanında bazı sorunların da yaşandığı görülmektedir. II. Dünya Savaşı ile beraber uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan kırılganlık, devletler arasındaki dengeyi değiştirdiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin iç siyasetini de etkilemiştir. Söz konusu savaşta Sovyetler Birliği’nin galip gelmeye başlamasıyla Türk aydınlarının bu topraklarda yaşayan Türk toplumlarını aydınlatma ve bilinçlendirmeye yönelik faaliyetleri Sovyetler Birliği’ni rahatsız etmiştir. Atatürk’ten sonra
işbaşına gelen yönetim, Sovyetlerin de etkisiyle Türkçülük ve Türk dünyası ile ilgilenen aydınlar üzerinde baskı kurmuştur.
Dönemin devlet yöneticilerinin de etkileriyle Nihal Atsız’a açılan davanın ilk yargılanması 03 Mayıs 1944’te başlamıştır. Söz konusu dava nedeniyle yüzlerce gencin Ankara’ya gelerek Nihal Atsız’ı karşılamaları ve gösteri yapmaları önemli bir toplumsal hareketi filizlendirmiştir. 1905 yılında Rus yönetimi altında yaşayan Türk aydınlarının başlattığı hareket, 1908’de kurulan Türk Derneği, 1911’de faaliyete geçen Türk Yurdu Cemiyeti ve 1912’de kurulan Türk Ocağı ile Türkçülük akımı ivme kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile de resmî bir nitelik kazanan Türkçülük hareketi, 03 Mayıs 1944’te başka bir yöne evrilerek Türk milletinin gönlünde yer almış ve yaşam kaynağı olmuştur.