“BU ROMANDA, 12 EYLÜL’Ü YAŞAYAN HERKES KENDİSİNDEN İZLER BULACAK”
Psikolog Misli Baydoğan’la yeni çıkan ilk romanı “HATIRLA BENİ” üzerine konuştuk.
Hem Ülkücü hem de sol kesimi âdeta silindir gibi ezerek geçen 12 Eylül Askerî Darbesi; şimdiye kadar çok sayıda roman, öykü, film ve diziye konu oldu.
O dönemle ilgili yeni bir roman da Psikolog Misli Baydoğan tarafından kaleme alındı. Baydoğan, “HATIRLA BENİ” adlı ilk romanında 12 Eylül’ü yaşayan herkesin kendisinden izler bulacağını söyledi.
12 Eylül Askerî Darbesi’nin üzerinden tam 34 yıl geçti. Türkiye ne yazık ki darbenin açtığı yarayı bunca yıla rağmen hâlâ kapatamadı.
12 Eylül 1980 öncesinde yaşanan olaylarda ve darbe sonrasında gerek Ülkücü gerekse sol kesimden binlerce genç hayatını kaybetti. On binlerce insan yaralandı. 650 bin kişi gözaltına alındı. Nezarethanelerde ve cezaevlerinde yine binlerce insan insanlık dışı muamelelere tabi tutuldu. 171 kişi işkenceden, 300 kişi de şüpheli şekilde öldü. Yargılamalar sonucu 517 kişi idam cezasına çarptırıldı. Sol ve Ülkücü görüşlü 57 kişi idam edildi. 30 bin kişi “sakıncalı” görülerek işten atıldı. On binlerce insan Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı.
Bütün bunlar, 12 Eylül 1980 öncesindeki fırtınalı yılların ve Kenan Evren’in önderliğindeki askerî cuntanın gerçekleştirdiği 12 Eylül Darbesi’nin bilançosu.
Bugün darbenin üzerinden 34 yıl geçmesine rağmen, gerek asker gerekse polis tarafından ağır işkencelere maruz kalanlar, o anları bir gün olsun unutamadı. Bir nesli yok eden kanlı darbenin aktörleri de mağdurları da bugün hâlâ aramızda yaşıyor.
12 Eylül Askerî Darbesi’nin oluşturduğu hukuk da bunca yıla rağmen hâlâ yürürlükte. Bir kısım alanlarda kısmen zayıflatılsa da toplumsal ve siyasal hayatta etkisini sürdürüyor.
BAYDOĞAN’DAN 12 EYLÜL ROMANI
12 Eylül Askerî Darbesi ve siyasi sonuçları, günümüzde yoğun olarak tartışılmaya devam ederken o dönemde yaşanan acılar edebiyatçılar tarafından da “insani” yönden irdelenmeye çalışılıyor. Tıpkı Psikolog Misli Baydoğan’ın yaptığı gibi.
Daha önce kaleme aldığı öykülerle iki ödülün sahibi olan Baydoğan, şimdi yazdığı romanla da ödül alacağa benziyor.
Yazar Baydoğan, Berikan Yayınlarından piyasaya yeni çıkan "HATIRLA BENİ" ile edebiyat dünyasında adından söz ettirmeye başladı.
Misli Baydoğan, hâlen özel bir hastanede psikolog olarak çalışıyor.
Baydoğan; romanında, bir kadın yazar olarak 12 Eylül döneminde yaşanan acıları Ülkücü genç bir kızın dünyasından hareket ederek anlatıyor.
12 Eylül döneminde sol ve sağ kesim arasında yaşanan siyasi havayı bir kadın yazar titizliği ve naifliği içinde son derece etkili bir dille anlatan Baydoğan’la “HATIRLA BENİ” üzerine konuştuk.
O dönemle hesaplaşılamamasının çeşitli toplumsal rahatsızlıklara yol açtığını vurgulayan Baydoğan, “12 Eylül'le hesaplaşabilmek, yaşananları hatırlamakla mümkündür. 12 Eylül'le hesaplaşabilmenin ilk şartı, yaşananların unutulmasına izin vermemektir.” dedi.
Romanda; o dönemde yaşananların, ortak duyguların anlatıldığını, bunların tek bir kesime yönelik olarak kaleme alınmadığını hatırlatan Baydoğan, bu ülkenin tarihinde, kaderinde pay sahibi olan herkesin kendisine ve tanıdıklarına dair izler bulabileceğini belirtti.
BAYDOĞAN’DAN ERDOĞAN’A TEPKİ
Yazar Misli Baydoğan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 12 Eylül döneminde idam edilen Ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun infazından önce ailesine yazdığı mektubu vaktiyle Meclis kürsüsünden okuması konusunda da “Birilerinin çıkıp kürsüde o dönemde idam edilen Ülkücülerin mektubunu okumasından, ahkâm kesmesinden eminim pek çok kişi rahatsız oldu." diye konuştu.
Baydoğan, "Ne yazarsam yazayım değil de dişe dokunur bir şey yazmak istedim. Belki birilerinin işine yarayacaktır ve belki birilerinin anılarını canlandıracaktır diye düşündüm. İnşallah amacıma ulaşmışımdır.” diye konuştu.
KURTULUŞ PARKI’NDA SÖYLEŞİ
Yazar Misli Baydoğan’la, söyleşi için adı romanda birçok defa geçen Kurtuluş Parkı’nda buluşmaya karar verdik. Kurtuluş Parkı, mezun olduğu TED Ankara Koleji ile Hacettepe Üniversitesinin arasında bulunduğu için Misli Hanım için ayrıca bir anlam ifade ediyordu. Yıllardır görmediği parkın son hâlini çok beğendiğini söyleyen Baydoğan, “Ben öğrenci iken babam bu parka adımımı attırmazdı, çünkü o yıllarda çok kötü bir imajı vardı. Bu parkta sık sık çeşitli olayların yaşandığını duyardık. O yüzden korkumdan buraya hiç gelemezdim.” ifadesini kullandı.
Hayvanseverliğiyle de tanınan yazar Misli Baydoğan, güneşli bir sonbahar gününde Kurtuluş Parkı’nın havasını solurken kuşları yemlemeyi, köpekleri sevmeyi ve havuz başındaki Ada Cafe’de oturup çay içmeyi ihmal etmedi.
- Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Malatyalı bir ailenin çocuğuyum. 1979 da Sivas'ta dünyaya geldim. 3 yaşından beri hiç ayrılmamacasına Ankara'da yaşamaktayım. Ortaokul ve liseyi TED Ankara Kolejinde okudum. Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun oldum. Klinik psikoloji dalında yüksek lisansımı tamamladım. Devlette de, özel sektörde de çalıştım. Şu anda özel bir vakıf hastanesinde kendi mesleğimi yapıyorum. Aşağı yukarı ilkokul yıllarından beri edebiyata ilgim var. Çok geniş bir yazar yelpazesini okudum. Her kesimden ne bulduysam okudum. Yerli ya da yabancı olsun, fark etmezdi. Türk ve dünya klasiklerini çok erken okumaya başladım.
OKUMA ALIŞKANLIĞINI BABAM AŞILADI
- Okuma alışkanlığını size kim aşıladı ve yazmaya ne zaman başladınız?
Biraz babamdan aldım. Serbest meslek sahibi olan babam okumayı çok seven bir insandır. Şimdi emekli. Ailece okumayı severiz. Ailede yazma isteği bildiğim kadarıyla sadece bende var. Yazmaya lise yıllarında başladım. Esasında okuma ve yazmayı öğrendiğimden beri sürekli bir şeyler yazmaya çalıştığımı söylemek hiç de yanlış olmaz. Deneme ve kompozisyon gibi. İlkokulda yazdığım kompozisyonlara ait ödüllerim var. Yazdığım öykülere ait birkaç tane birincilik ve mansiyon ödüllerim var. Ayrıca çevirilerim var.
- HATIRLA BENİ diye bir roman yazma fikri nasıl oluştu?
Bu tam 30 yıllık bir çalışmanın sonucu diyebiliriz. Şu anda 35 yaşındayım. Kendimi bildim bileli neden olduğunu bilmediğim bir şekilde kitap yazma, roman yazma isteğim vardı. Bu hep var olan bir hayaldi benim için. Çeşitli girişimlerim olmuştu. "Acaba bu ülkede kadınların bir kısmı neden Türk milliyetçilerine, Ülkücülere bu kadar mesafeliler?" diye düşünürken bir roman yazma fikri oluştu. Roman ve edebiyatın diğer türlerinde 12 Eylül'le ilgili çok sayıda çalışma var. Bu çalışmaların sanırım önemli bir kısmı sol görüşlülere ait. 12 Eylül’de yaşananlarla ilgili roman yazma fikrim vardı. Çünkü o dönemde acı çeken, zulüm gören herkesin acısı bilinmeli ve unutulmamalıydı. Çok uzun bir dönem Millî Kütüphanede arşiv taradım. O dönemin gazetelerini, haberlerini ve köşe yazılarını okuyup inceledim. O dönemi bir hayli araştırdım. O dönemin insanları ne giyiyor ne izliyorlardı; sinemalarda ne tür filmler oynatılıyor, televizyonlarda ne izleniyor, insanlar hangi müziği dinliyorlardı? Oturduğum yerden sadece hayal gücüme dayanmak istemedim.
12 EYLÜL’Ü KADIN GÖZÜYLE ELE ALMAK İSTEDİM
- Kitabınıza siyasal bir roman diyebilir miyiz?
Diyebiliriz. Bir dönem romanı da diyebiliriz. Kurgu ve hayal ürünü ama gerçeklere dayalı. Ankara romanı olarak da düşünebiliriz.12 Eylül her yönüyle çok fazla çalışmaya konu oldu. Ülkücüler, 12 Eylül’ün çok önemli bir kesimi idi. Sanata yansıması açısından ise biraz eksik kalmış bir kesimdi. Belki 12 Eylül'ü yaşayan büyüklerimizin, o kuşağın bir küskünlüğü oldu. Acılarını çok çektiler. Bu acıları yeterince ifade edip etmediklerinden çok da emin değilim. Burada kimsenin adına konuşmak istemiyorum. Sol kesim bunu çok yoğun biçimde ifade etti, dile getirdi bana göre. Sanata, filme, romana her alana konu etti. 12 Eylül'le ilgili Ülkücü kesimde bu çalışmalar yeni yeni edebiyat ve sinema dünyasına düşmeye başladı. Bu da memnun edici bir durum… Bu işe yönelen kalemlerin hemen hepsi yanlış bilmiyorsam erkek. 12 Eylül dönemini kadın gözüyle ele almak istedim açıkçası. O dönemde bir ihtilal oldu. Onun bir sürü siyasi sebepleri ve sonuçları vardı. Bu işin siyasi boyutu dışında insanların hayatı sürüp gitmekteydi. Ne oldu, nasıl oldu, nasıl etkilendiler o denemi geçirenler? 12 Eylül dönemini yaşayan bir genç kızın dünyasından hareket ederek bir kadın gözüyle onları dile getirmeye çalıştım.
- Romanda Ankara'yı da çok iyi tanıtmışsınız. Hemen her semtin ismi geçiyor romanda.
Evet, o bakımdan romana bir "Ankara romanı" da diyebiliriz. İki kesime de doğrudan mesajlar vermek yerine, izdüşümlerinden yola çıkarak tanımlamaya çalıştım. Didaktik bir çalışma olsun istemedim. "Solculuk ve Ülkücülük, günlük yaşamda kendini nasıl gösteriyor, yaşama katkısı ne oluyor ve gölgesi nasıl düşüyor?” biraz onu anlatmak istedim.
HATIRLA BENİ’DE AŞK DA VAR
- Kahramanları ile birlikte romanın bir özetini yapar mısınız?
Romanda iki ana karakter var: Gülden ve Murat. Aralarında 7 yaş gibi fark olan iki arkadaş bunlar. Gülden 17 yaşında iken roman başlıyor. Murat, Gülden'in abisinin en yakın arkadaşı. Ülkücü kesimde her ikisinin de siyasi kimlikleri var. Türkiye'yi gezerek siyasi çalışma yapan, çeşitle görev alan kişiler bunlar. Gülden'in çocukluktan itibaren Murat'a karşı içinde gitgide büyüyen bir aşkı da var. Ancak bunu dile getirmesine imkân yok. Çünkü hem abisinden çekiniyor hem de ortamın getirmiş olduğu muhafazakârlıktan dolayı böyle bir şey mümkün değil. Sadece romantik bazı duyguları var. Fakat bir süre sonra anlıyoruz ki aslında bu duygu yoğunluğu ve bu gizli aşk karşılıklı imiş. Gülden çok güzel bir genç kız olarak büyüyor ve duygularına bir süre sonra karşılık buluyor. Bu aşkın yanı sıra, Gülden'in bir Ülkücü reisin kız kardeşi olarak solcu bir okul müdürü tarafından okulda uğradığı haksızlıklar, mezuniyetinin engellenmeye çalışılması söz konusu. Ülkücüler de sistemden büyük mağduriyetler yaşamışlar. İşte Gülden o gençlerden bir tanesi. Her şeye rağmen mezuniyetine hak kazanmış ve üniversiteye girebilmiş, eğitimini sürdürmek için azimli ve gayretli çizgisi olan bir genç kız. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde o dönemdeki kamplaşmalar, kantindeki çatışmalar, okulda ve okul yolundaki olaylar, polisin zaman zaman hoşgörüsü, zaman zaman sert tutumu, onların içinde olan ayrılıklar vs. herhangi bir pot kırmamaya çalışarak değindiğim olaylar. Sonunda bir çatışmanın ortasında kalır gençler. Birileri öldürülür, Murat'ın silahı ateş alır. Gülden sevdiği genç olan Murat'ın birisini vurduğunu düşünür. Murat'ın silahla yakalanmasını istemez. Bunun üzerine Murat'ın elindeki silahı kapar ve kaçar.
- Gülden bu olaydan sonra çok acılar yaşamaya başlıyor
Gülden’in, Murat’ın elinden silahı alıp kaçtıktan sonra hayatı altüst olur. Bir daha da iki yakası bir araya gelmez. Murat tutuklanır. Gülden kısa bir süre sonra yakalanır. Karakolda işkence altında sorgulanır. Karakolda bir genç kızın kolay kolay hazmedemediği travmatik bir durum yaşar. Sonuçta bunun intikamını da alır. Gülden'in tam kaçtığı sırada ihtilal olur. Romanda biraz da ihtilalden sonra Türkiye'de siyasal dinciliğin yavaş yavaş nasıl tırmanışa geçtiğini ele almak istedim. Çünkü ihtilalle birlikte Ülkücüler ve solcular tamamen pasifize edilirken dönemin tedirgin ortamında bazı dinî siyasi akımlar kendine yetişecek bir ortam bulur. Gülden'i koruyup sahip çıkan çatışma sırasında ölen arkadaşının amcasıdır. Ki kendisi de bir cami hocasıdır. Onun tarikat ve cemaat bağlantıları ile Gülden hapse girmekten kurtulur. Onun himayesi altına girer. İçten içe o da Gülden'e karşı bazı hisler besler. Sonrasında kâğıt üzerinde bir evlilik yapılır. Bu arada kaçma esnasında abisinin evinde bir bomba patlar, abisini ve yengesini kaybeder. Bu olayda sadece bebek olan yeğeni kurtulur. Onu da Alevi komşuları kurtarmışlardır. Olayların Ülkücülerin gözünden anlatıldığı görülüyorsa da sadece bir tarafa ait bir roman yazmadığımı düşünüyorum. Buna bir hayli özen gösterdim. Her insanın içinde olduğu gibi her grubun içinde iyiler de vardır daha az iyiler de.
- Romanın en önemli kahramanı olan Murat nasıl bir simge?
İşkenceden sonra bambaşka bir insan hâline geliyor. Cezaevinde yoğun olarak ibadete yöneliyor. O şekilde bir çıkış yolu buluyor belki de kendine. 12 Eylül'de sol kesim de bir travma yaşadı. Fakat bence Ülkücülerin travması daha ağırdı. Çünkü sol kesimin zaten karşı olduğu bir devlet yapılanması vardı. Uğradıkları muamele sanırım onlar için sürpriz değildi. Ülkücülerse çok büyük bir hayal kırıklığına uğradı o dönemde. Devlet adına hareket ettiklerini düşünürken, devlet tarafından işkence ve baskıya uğradılar. Ülkücü gelenekte kutsal kabul edilen devlet hakkında kötü konuşmak hoş karşılanmayan bir şeydi. Dolayısıyla içlerine kapandılar. Onun için bir kısmı rehabilitasyon yolu olarak dine yönelmiş olabilir ki söz konusu koşullarda çok sağlam bir çıkış yolu olduğuna inanıyorum bunun. Büyük bir kısmı cezaevinde zaten yabancı olmadıkları ibadet yoluna yönelerek ayakta kalmaya çalışmış olabilirler. 1979 doğumluyum. Bu olayların yaşandığı dönemde çocuktum. Dışarıdan birisinin o dönemi yazması zor değildi belki. Zor olan o günleri yaşamaktı.
O DÖNEMLE MUTLAKA HESAPLAŞILMALIYDI
- Kitabınızın ismi nasıl oluştu?
Çok güzel bir yere temas ettiniz. Bir yandan Murat'ın Gülden'e yazmış olduğu mektuplarda dile gelen bir temenni, hem de öykünün art alanıyla ile ilgili Hatırla Beni; 12 Eylül gerçeğini hatırlamak anlamında. Hatırla beni, yani beni yok sayma, böyle bir acılı dönem yaşadık, o dönemin üstünün kapanmasına izin verme. 12 Eylül'le hesaplaşılacak beklentisi oluşturuldu ama hesaplaşılmadı. Eğer 12 Eylül'le hesaplaşılsaydı, toplumun ruh sağlığı açısından çok önemli bir adım atılmış olacaktı. Fakat olmadı. Bütün yaralar yeniden deşildi ve açık bırakıldı. Onun için unutulmaması gerekir.
- O dönemin acılarını yaşayan Ülkücüler, yaşadıklarını yazmamakla eleştiriliyor…
O dönemde çok nahoş şeyler yaşandı. Yaşanmış. Bunları ifade etmek bir anlamda mahremiyeti ifşa emek anlamına geleceği için, tercih etmemiş olabilirler. Galiba biraz karakterleri ile de ilgili, mağdur ama mağrur bir kesimden söz ediyoruz. Ama artık herhâlde zamanı geldi. Benim Ülkücü Sanıklar İddianamesi’ni okuma fırsatım oldu. İpe sapa gelmez iddialar ve o kadar çirkin ithamlarla dolu ki… İnsanlar ölen arkadaşlarının aileleri için düzenledikleri yardım kampanyaları yüzünden sanki yolsuzluk yapıyorlarmış gibi parayı iç etmişler gibi itham edilmişler. Bunlar yenilir yutulur şeyler değil. Yazamamışlar belli ki, ne diyeceklerdi ki?
- Bu romanı neden okumalıyız?
HATIRLA BENİ dişe dokunur bir şey okumak isteyen insanlara hitap eden bir roman. Magazin yönü ağır basan edebiyattan pek hoşlanmıyorum. Satış kaygılı olan edebiyatı değil, gerçek edebiyatı seviyorum. Gerçek edebiyatçılar her zaman var. Bu romanın; edebiyatı seven, insanı ve onun iç dünyasını merak eden, gerçek hayatın dertleriyle dertlenen insanlara yönelik olduğunu düşünüyorum. Ama popüler kitaplara meraklı olanlar da okursa ne mutlu bana. Bu ülkede yakın zamanda neler yaşandı, biraz daha bilgi sahibi olmak isteyenlere hem adalet hem tarafsızlık adına diyecek sözü olan bir kitap. Birilerinin çıkıp kürsüde o dönemde idam edilen şehitlerin mektubunu okumasından, ahkâm kesmesinden eminim pek çok kişi rahatsız oluyordur. Benim için çok önemli o dönemi yaşayanların kitabımı okuyup değerlendirmesi. Ne düşüneceklerini merak ediyorum.
İKİNCİ ROMAN YOLDA
- Yeni kitap çalışmanız var mı?
Var, başladım. Bir yerinden yine siyasete dokunacağım. Ama doğrudan siyasal ve dönem romanı olmayacak. Biraz daha pastoral ve doğa ile iç içe. Bakalım ne çıkacak ortaya.
- Kitap ilk başlarda günlükler gibi tutulan notlarla başlıyor, daha sonra bu günlükleri göremiyoruz.
Birinci tekil ağızdan yazmayı özellikle istedim. Okurun daha kolay empati yapabileceğini düşündüm. O dönemi yaşamış, travma geçirmiş bir genç kızı okurken onun yerine kendilerini koyabilmelerini sağlamak için, birinci tekil şahıs ağzından olursa bunun daha kolay olabileceğini düşündüm. Birinci tekil şahıs için de en uygunu günlüktü. Günlük olursa daha kolay duyguların ifade edebileceğini düşündüm. Sonra roman hep defterler şeklinde gidiyor. Diyaloglar bile hep günlüğe aktarım şeklinde.
BİRBİRİNE SEVDALI İKİ ÜLKÜCÜ: GÜLDEN VE MURAT
- Gülden nasıl bir karakter?
Gülden duygusal fakat ne istediğini bilen bir karakter. Gözü kara. Neşeli, canlı ve enerjik bir tarafı da var. Öksüz ve yetim, abisi ve yengesi tarafından büyütülen bir genç kız. Dirayetli, azimli bir genç kız. Bunu okul konusunda da karakolda yaşadığı olayın üzerine gidiş şeklinde de görebiliyoruz. Olayla baş ediş biçimi, her genç kızın yapabileceği bir şey değil. Bu hem içinde bulunduğu çevrenin bir özelliği hem de Ülkücü olmasının bir sonucu olabilir. Sağlam duruşu olan bir genç kız. Ama travmalardan sonra bir hayli sendeliyor ve içine kapanıyor. Ağır bir depresyonun pençesine düşüyor. Yaşadığı her şeyi, uğradığı felaketleri, sevdiğinin cezaevine konulması ve işkenceyi uzunca bir süre bastırmaya çalışıyor. Bastırdığını sanıyor ancak anılar buna müsaade etmiyor. Zaten gerçekte de böyledir. Unutmaya çalıştığınız travma hiçbir zaman yok olup gitmez.
- Romanın diğer kahramanı Murat'ı da biraz daha tanıyabilir miyiz?
Murat'ı Gülden'in abisi ile birlikte ele alırsak daha aydınlatıcı olur. Gülden'in abisi daha muhafazakâr bir Ülkücü görünümü sergilerken Murat’ın daha dışa dönük, modernizmle daha barışık, sosyal yönleri daha güçlü bir genç olduğunu söyleyebiliriz. Daha neşeli ve neşesinden utanmayan, edebiyata, sanata meraklı, kitap okuyan şiir okuyan, bir genç kıza duygularını ifade etmekte o kadar da zorlanmayan daha dinamik bir tip aslında. Ancak cezaevi hayatı onu da dönüştürüyor ve yıpratıyor.
DEĞERLER YOK OLMUYOR, ZAYIFLIYOR
- Kitabınızda giderek yok olmaya yüz tutan dayanışma, dürüstlük, birlik, dostluk gibi değerleri de zaman zaman vurguluyorsunuz.
Zor şartlar içinde insanların birbiri ile dayanışma içinde olması gerektiğini düşünüyorum. Bu değerlerin yok olduğunu düşünmüyorum, ama giderek zayıflıyor bu değerler.
- Murat'ın Gülden'e yazdığı mektuplarda oldukça etkileyici...
İki mektup var; birisi çok kısa, diğeri oldukça uzun. Murat'ı son mektubunda bir şekilde travması ile baş etmiş, bazı acılıkları sindirmiş, olgunlaşarak eski kişiliğine aşağı yukarı dönmüş olarak görüyoruz. Gülden'e karşı bir haksızlık yaptığını fark ediyor ve duygularını da ifade ediyor. Hatırla beni, diyor sevdiği kıza. Unutulmak, mazide bırakılmak istemiyor. Affedilmeyi umuyor.
KUTUPLAŞMADAN RAHATSIZIM
- Bu romanınızdan yola çıkarak günümüzdeki Ülkücülere ve genelde gençlere ne mesajlar vermek istersiniz?
Aslına bakarsanız kendini Ülkücü olarak tanımlayan ya da tanımlamayan bütün okurların hoşgörü ve merak çerçevesinde, mesajı kendilerinin çıkarmasını tercih ederim. Anlatılmak isteneni alabildiğine açık ve tarafsız bir şekilde görmelerini isterim. Son dönemde benim en çok canımı sıkan şey, giderek kutuplaşmamız. Herkesin herkesle kutuplaşması... Failinin başkaları olduğu bu kutuplaşma ortamında Ülkücülere ithaf edilen ayrımcılık ve ırkçılık gibi aslı astarı olmayan yakıştırmaların doğru olmadığını görmelerini istiyorum. Herkesin kendi mesajını kendisinin alacağından eminim. Ülkücülere yakıştırılan sıfatların büyük bir kısmının temelsiz olduğunu ben görebiliyorsam, herkes görebilir.
- Siyasal bir roman yazarı olarak içinde bulunduğumuz siyasal durumu nasıl değerlendirebiliriz?
Bundan 20-30 yıl sonra bu dönemin romanı yazılacak olsa, bence şu anda iktidardakiler ve onların destekçileri içerisinde HATIRLA BENİ’de olduğu kadar sevip arkasından gideceğiniz ve acısını yüreğinizde hissedeceğiniz saflıkta birilerini bulmak pek mümkün olmayacak.
MESLEĞİMİNDEN YETERİNCE YARARLANIYORUM
- Mesleğiniz psikologluk. Yazarlığınıza mesleğinizin bir katkısı oluyor mu?
Evet oluyor. Tüm iyi yazarlar psikolog değil elbette. Ama bütün iyi yazarlar insan psikolojisini çok iyi bilen insanlardır. Bunun için ayrıca bir diploma gerekmiyor. Mesleğim şimdilik ayağıma dolanmadı. Zaman zaman dezavantaj olabileceğini de düşünerek temkinli olmaya çalışıyorum. Çok fazla öğretici olmamaya gayret ediyorum. Kişilik tahlillerinde olsun, okura ulaşma anlamında olsun mesleğimin avantaj olabileceğini düşünüyorum. Bana kalsa ben sadece yazar olmak isterdim, başka bir titre ihtiyaç duymazdım. Bu biraz da eğitim sistemi ve ülkenin ekonomik durumu ile ilgili. Bir şekilde hayatınızı kazanmak zorundasınız.
- Günümüzün Türk roman yazarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok başarılı yazarların olduğunu düşünüyorum. Çok iyi işler yapılıyor. İllaki her alanı olduğu gibi kapitalizm var gücüyle sanatı da etkisi altına alıyor; çalışmaları ticarileştirebiliyor mevcut sistem. Türk edebiyatında çok değerli yazarların olduğunu düşünüyorum. Türk edebiyatçısı olmaktan da son derece mutluyum.
- Gençler yeterince roman okuyor mu size göre?
Gençlerden de umutluyum. Sosyal medyadan gözlemlediğim kadarıyla genel olarak okumaya bir hayli meyilli olduklarını sevinerek fark ediyorum. Gönül ister ki yazılan ve çizilenler çok daha büyük kitlelere ulaşabilsin.
SANSÜRÜN OLMADIĞINI SÖYLEYEMEYİZ
- Sansürle ilgili görüş ve düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Günümüzde Türkiye’de sansür olmadığını söylemek için başka bir gezegende yaşıyor olmanız gerekir. Türkiye'de sansür var ve her zaman da vardı. Sansürü bir yere kadar gerekli görüyorum. Çocukları zararlı alışkanlıklardan korumak anlamında… Buna sansür değil de denetim demek belki daha doğru. Devletin yaptığı sansürdense oto sansür bence daha çok önemli… Herkesin sağduyusundan kaynaklanan oto sansürü, özdenetimi olmalı, devlet sansüründen yana değilim. Bunu dayatma ve zorlama olarak görüyorum.
- Son olarak romanla ilgili neler söylemek istersiniz?
Hatırla Beni adlı romanımın, son derece iyi niyetli ve samimi olarak kaleme alınmış bir roman olduğunun bilinmesini isterim. Amacım taraf tutmak değil, dile getirilmesi biraz ihmal edilmiş tarafın hislerine karınca kararınca tercüman olabilmekti. 12 Eylül dönemin aydınlatılmasına ilişkin olarak o kuşağın çocuğu olarak üzerime düşen bir görev varsa, sorumluluğumu ihmal etmiş olmamak için gayret ettim. Bu kitap uzun yıllara dayanan bir hayalin gerçekleşmiş hâlidir. Ben bir roman yazmayı öyle veya böyle istiyordum. Ama yaşınız ilerledikçe ve olgunlaştıkça ne yazarsam yazayım değil dişe dokunur bir şey yazmanın derdine düşüyorsunuz. Belki birilerinin işine yarayacaktır yazılanlar, belki birilerinin anılarını canlandıracaktır. İnşallah amacıma ulaşmışımdır.