Yanlış hatırlamıyorsam 1991 yılının bir kış ayıydı. O zamanki adı ile Bizim Ocak’ın aynı isimli dergisini üniversite başkanı olan arkadaşımızla Ülkücü olduğuna inandığımız bir esnaf abimize götürmüştük.
Mağazasından içeri girmemizle birlikte, buzu çözülen bir eşya gibi vücudumuza yayılan sıcaklığı hiç unutamıyorum. Dergisini vereceğimiz abimiz birde çay ısmarlarsa akşama kadar bu şehrin her sokağına ulaşabilirdik artık.
Kutsal bir emanet gibi naylon poşette muhafaza ettiğimiz dergimizi uzattığımızda elimiz havada kalmış ve “Siz hâlâ bu boş işlerle mi uğraşıyorsunuz?” cümlesi ile muhatap olmuştuk.
Arkadaşla birbirimize baktık. Dişlerimizi sıkarak dışarı çıktık.Buz kesen havada incecik emanet aldığımız montlarımıza sarılarak ve ocağın kirasını da düşünerek aynı cümlelerle karşılaşacağımızı bile bile bir başka esnaf Ülkücü(!)nün dükkânına doğru yürüdük.
(…)
O yıllarda esnaf, memur çok az sayıda dergiyi alan abilerimiz vardı.
Bu iş böyle olmayacaktı.
Nihayet dergileri üniversitede satma kararı aldık. Ve o yarı aç Anadolu çocukları, eskimiş ayakkabılarını boyatmak ya da hayalini kurdukları kazağı, gömleği almak yerine hiç yüksünmeden her ay Bizim Ocak dergisini aldılar.
O büyüğümüzün(!) “boş işler” olarak gördüğü davalarına, katkıda bulunmanın ulaşılmaz hazzını yaşadılar, yaşadık.
(…)
Aradan 20- 25 yıl geçti.
O dönemin envai çeşit cefasını çeken nice Ülküdaşımız, bu geçen zaman zarfında da inandığı davası uğruna pek çok bedel ödeyerek bugünlere ulaştı.
Biliyoruz ki rızkın sahibi Allah’tır. Şükürler olsun ki o yiğit Ülküdaşlarımız,muhannete muhtaç olmadan ve dün verdiği mücadeleden sapmadan aynı kararlılıkla hâlâ birilerinin “boş işler” diye tanımlamaya çalıştığı mukaddes ülküsünün peşinde koşuyorlar.
Neden?
Bir siyasi ikbal için mi?
Makam mevki beklentisi için mi?
Desinler, diye mi?
(…)
Tek bir sebep var:
Bir yaşam tarzı ve eylem şekli olarak iman ettiğimiz ülkümüzün;Türk milletinin, Türk İslam âleminin ve insanlığın kurtuluş reçetesi olduğuna inandığımız için.
Bu düşünceden hareketle diyebiliriz ki, kim hangi beklentinin,hangi dünyevi arzuların, hangi hesap kitabın, hangi fitnenin peşinde olursaolsun, Ülkücü kalmayı kendine ülkü edinenlerin tek derdi vardır. O da vatan toprağının muhafazası, Türk milletinin istiklal ve istikbali, Türk devletinin ebet müddet devamıdır.
Bu nasıl gerçekleşecek?
Öncelikle aynı ülkünün peşinde koşanlar ülküdaşlık hukuku diye ifade ettiğimiz anlayışa sadık kalacaklar.
Ve ardından nasıl ki pek çokları nice siyasi ikballer uğruna farklı arayışlara yelken açarken birkaç inanmış adam 12 Eylül’den sonra ülkülerini yeni nesle aktarmışsa şimdi de aynı şuurla, ülküler meselenin ehillerince yeni nesle aktarılmalıdır.
Yılgınlık göstermeden, ne söylediğini bilmeyenlerin vefasızlıklarına aldırmadan, kırılmayı unutarak ve kırmadan, bir neslin inşası adına Türk milliyetçiliği, Türk gençliğine anlatılmalıdır.
Bu sevdadan vazgeçemeyiz.
(…)
Yiğit bir insan, birkaç aydır biraz da sitemle diyor ki:
Ülkü adlı bir hayale âşık olmuşuz be reis!
Doğrudur.
Zaten ülkü, hâli hazırdan memnun olmamayı ve hep daha iyiyi ister.
Doğrudur.
Ama hayallerimiz olmasa hayatımızın ne anlamı kalırdı be kardeşim?
Doğrudur.
Ama hayallerimizi gerçekleştirmek hayat gayemiz değil miydi be ülküdaşım?
Öyleyse!
Ayağa kalk, hayalini hakikate çevirmek için bir nesle ülkülerimizi anlatalım.
Yarın geç olabilir.
Başka Türkiye yok.
Unutma!
Türkiye yoksa Turan da yok.