Birkaç gün önce Ankara’da, Genç Akademisyenler Derneğinde, hem akademisyen hem de lisans eğitimi gören ilmi ve yüreği ile memleket sevdalısı gönül dostları ile dertlerimizi, temel meselelerimizi, çözüm yollarını, dün-bugün çizgisindeki ahvalimizi, nihayet geleceğe ait medeniyet tasavvurumuzun başlıklarını konuşma imkânı bulduk.
Her biri diğerinden daha değerli fikrî zeminlere sahip olan bu kardeşlerimizin aynı zamanda ilimlerinin yanında mütevazılığı de yetişen genç nesle aktarma konusundaki gayretlerini benim taktir etmem yetersiz kalır. O mevzu belki bir gün masaya yatırılır ve Genç Akademisyenler Derneğinin, millî-ahlaki yaklaşımlarını ihtiva eden çözüm önerileri değerlendirmeye tabi tutulabilir.
Programımızın sonunda, “bir kez daha buluşmak” temennisi ile ayaküstü sohbet esnasında bir arkadaşımızın “YETER ARTIK! SÖZ ÜLKÜCÜLERİN” şeklinde ifade ettiği içi doldurulması gereken bir slogan çok dikkatimi çekti.
Ülkemizin içine sürüklendiği bilinmezlik denklemindeki paradokslar o genç arkadaşımızın, yüreğini ortaya koyarak söylediği durumun kaçınılmazlığı adına bir hakikatin yüksek perdeden seslendirilişi gibi geldi bana.
Defalarca belirtildiği üzere, akıl tutulması diyeceğimiz tabirin bile son zamanlarda yaşananları izah etmede çok sığ kalacağı aşikardır.
Sorun belli.
Yaşananların insani, İslami ve millî bir pencereden değil de oportünizmi esas alan, geleceksiz muvaffakiyetler üzerine inşa eden söylem ve eylemler her kademede ülkemizin pek çok yerine sirayet etmiştir.
Hâl öyle bir haldir ki, tarihten getirip de çağın ruhuna da uyarlayarak geleceğe taşımak istediğiniz bütün değerler itibarsızlaştırılarak bir operasyona kurban edilmektedir.
Bu algı operasyonunu gerçekleştiren irade, dün ifadesi mümkün olmayan pek çok gayrimillî tezleri; söylem değiştirerek, yeni manalar yükleyerek, kullanılacak meşru, gayrimeşru her yöntemi kullanarak topluma kabul ettirmeye çalışmaktadır.
Sevinenler ve dövünenlerin yaklaşımlarına baktığımızda Türkiye’nin içinde bulunduğu durum toplumsal ayrışmayı tetikliyor gibi görünmektedir.
Bu milleti karşılıksız sevdiğini söyleyen Ülkücüler açısından ilk söz; ufuk açıcı, çözüm üretici tutumlarla meselelere yaklaşılması gerektiğidir.
Bu mümkün mü?
Ümitsizlik inanan insanların şiarı olamaz. Yaşananları, kulun iradesi ile sınırlı da tutamayız. Neticeden değil yaptıklarımızdan – yapmadıklarımızdan da- mesul olduğumuza göre; evet, gür bir seda ile:
Yeter artık! Söz Ülkücülerin, deme zamanı geleli çok olmuştur.
Buradaki söz siyasi ikbal ve beklentilerle açıklanamaz.
Memleketin ve milletin tarihten süzülerek getirdiği ülkülerden bahsediyoruz. Genel manada “vazifeli millet” diye ifade edilen kutsi yaklaşımdan alın da güncel olarak yaşanan meselelere ait çözüm önerilerine kadar toplumsal mutabakatın inşası adına Ülkücülerin ülkenin her karışında bir gönül seferberliği gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Toplumun isteklerini doğru okuyan, millette karşılık gören, yerelden genele doğru sorunları ertelemeden çözümler ortaya koyan, asli unsurları muhafaza ederek ülkeyi geleceğe taşıyan, olaylara idealizm ve realizm perspektifinde yerli yerine oturmuş bakışlar sergileyen Ülkücü iradenin söz sahibi olması lazım.
Bu mümkün mü?
Elbette. Böyle bir iradeyi toplum hayatına tarz olarak sunacak ekip Ülkücü yapıda mevcuttur. Yapılması gereken ilk iş, inandığı gibi yaşayan Ülkücü vefa insanlarının meşhur ifade ile elini taşın altına sokması gerekmektedir. Bunu yaparken de asla fitneye fırsat vermeden, yapıcı, üretici, kalıcı, millette karşılığı olan birleştirici bir tarz ortaya konulmalıdır.
O yaklaşımlar uzun bir tahlil ister. Şimdilik başlıkları koyalım, zamanla hem konuya vâkıf ehil isimlerce hem de mesuliyet sahibi gönüldaşlarca somut verilerin ortaya konacağına inancımız tamdır.
Birinci öncelik söz sahibi olanların şahsiyetçilik ilkesi minvalinde bir şuurla hareket etmesi gerekmektedir.
Ardından, bir zamanlar ortak rüyalar, ortak hayaller, ortak ülküler kuran bir milletin, ayrı ufukları barındırıp ayrıştıran seslere mahkûm edildiği görülerek yeniden ulvi, ilmî, iktisadi esaslar etrafında birleştirilmesi adına doğu ve güneydoğudan başlamak üzere yollara düşülmelidir.
İnsanımızın, toprağımızın ve tarihimizin emaneti olan asli cevhere sahip çıkarak, “cahillik, bölücülük ve fakirliğin” çözüm yollarını anlatacak iyi bir ekip, siyasal beklentilere girmeden milletle kucaklaşmalıdır.
Milleti millet yapan tarihsel bağları ve geleceğe ait ülküleri unutmadan “Tarihimizle yüzleşiyoruz.” aldatmacalarına, mazi-ati köprüsünün önemi çerçevesinde, “toprağa kapanmış hürriyet abidesi şehitlerimizin emaneti” olarak görüp ortak değerler üzerinde sarsılmaz bir birlik inşa edecek projeler ortaya konmalıdır.
Yani “Yeter artık! Söz Ülkücülerin!” diyerek emanet ehline verilmelidir.