ENTELEKTÜEL SORUMLULUĞUN GÜZEL BİR ÖRNEĞİ: 1944 TÜRKÇÜLÜK HAREKETİ

08 Haziran 2020 16:48 Prof. Dr. Selçuk Duman
Okunma
1505
ENTELEKTÜEL SORUMLULUĞUN GÜZEL BİR ÖRNEĞİ: 1944  TÜRKÇÜLÜK HAREKETİ

ENTELEKTÜEL SORUMLULUĞUN GÜZEL BİR ÖRNEĞİ: 1944  TÜRKÇÜLÜK HAREKETİ
Prof. Dr. Selçuk DUMAN

    Türk siyasi tarihinde 1944 yılında gerçekleşen ve “Türkçülük Hareketleri” olarak tanımlanan başkaldırı ve uyarı girişimlerinin temsili, niteliği ve işlevi dikkate alındığı zaman bir entelektüel sorumluluğun çerçevesinde gerçekleşen bir hareket olduğu görülecektir.
“Türkçe düşünüş, Türkçe duruş, Türkçe bakış, Türkçe haykırış” temelinde gerçekleştiği için “Türkçü Hareket” olarak nitelenen bu girişim; demokratik toplumlarda gerçekleşen orta sınıf duyarlılığına önemli bir örnek teşkil etmektedir. Şöyle ki;
1944 yılında gerçekleşen Türkçülük Hareketinde başı çeken Hüseyin Nihal Atsız; Edebiyat Fakültesinde akademisyen olup, Atsız Mecmua ve Orhun adıyla çıkardığı dergiler ile Türk düşün hayatına önemli katkılarda bulunmuş biri olarak entelektüel sorumluluğunu gerektiği zaman dönemin zorlu şartlarına rağmen daima yerine getirmiştir. Hatta bu sorumlu davranışından dolayı İstanbul Üniversitesindeki akademisyenlikten ve Boğaziçi Lisesindeki edebiyat öğretmenliği görevinden uzaklaştırılmış, dergileri kapatılmıştır. Ancak hiçbir zaman Türk milletinin adına gerçekleri dile getirmekten çekinmemiştir. 1944 yılında birçok arkadaşı ile birlikte “Irkçılık ve Turancılık Davası” adıyla yargılanmasına neden olan olayda; Orhun dergisinde siyasal iktidarın Türk milleti aleyhine yapılandırıldığına dair yazıları ile alakalıdır. Yani tamamen demokratik eksende, bireysel hak ve özgürlükler temelinde, ülkenin siyasal organizasyonunun kuruluş ilkeleri çerçevesinde, Türk milletine dayalı olarak hayatına devam etmesi gerektiğini kalemi ile ifade ettiği için siyasal iktidarın başında bulunan kişinin yaptığı bir konuşma sonrası yargının harekete geçerek işlem başlatması ve siyasallaşmış yargı aracılığı ile tutuklamaların gerçekleşmesi ile alakalıdır. Aslında Türk siyasal hayatında Türk adına söz söyleyenlerin baskılandığı, radikalleştirilmek istendiği, ötekileştirildiği, özgürlüklerinin elinden alındığı, hatta çok sevdikleri vatanlarından sürgün edildiği birçok örneğe rastlamak mümkündür. Bunun temel nedeni Doğu ve Batı kaynaklı emperyalist düşüncenin Türk siyasal sistemini esir almış olması ile alakalıdır. Günümüzde de Çinci, Rusçu, Amerikancı, Batıcı, Arapçı, İrancı gibi tanımlamalarla karşımıza çıkan benzer örneklere rastlanmaktadır.
Atatürk Dönemi dışındaki siyasal organizasyonlarda detaylı bir okuma ve inceleme yapıldığı zaman bu hastalıklı durumu tespit etmek zor olmasa gerek. Sadece emperyalizmin hangi araçlarla ve hangi oranda nüfuz ettiği dönemler farklıdır. Örneğin kurumsal anlamda kontrolün kaybedildiği; Tanzimat Dönemi ve 1947 sonrası için Türkiye’de siyasal iktidarlara müdahalelerin yaşanması boyutuna ulaşan bir süreç yaşanmıştır. Tabii sadece entelektüel sorumluluğu Nihal Atsız Bey gerçekleştirmemiştir. Onunla birlikte birçok Türk entelektüeli de Atatürk tarafından Türk adıyla kurulan ve Türk’e göre dizayn edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilkelerinin terk edilmeye başlanmasına sessiz kalmamış ve ses yükseltmiştir. Örneğin; Tarih Profesörü Zeki Velidi Togan, İstanbul Üniversitesi Doktora Öğrencisi Reha Oğuz Türkkan (Sonradan profesör oldu ve Türk 2000 Vakfının Başkanlığını yaptı), Tarih Öğretmeni Hüseyin Namık Orkun, Edebiyat Öğretmeni Necdet Sancar, hâkim adayları; Said Bilgiç ve Cebbar Şenel, Yüzbaşı Hasan Ferit Cansever, Üstteğmen Fethi Tevetoğlu, Teğmen Alparslan Türkeş, Teğmen Nurullah Barıman, Teğmen Zeki Özgür, Asteğmen Fazıl Hisarcıklı gibi birçok isim entelektüel sorumluluğun gereği olarak en temel hak olan düşünme, konuşma ve konuştuklarını yazılı ve sözlü ifade etme hakkını kullanarak Türk siyasal yapılanması konusunda görüşlerini paylaştığı ya da paylaşanları destekledikleri için tutuklanmış ve lağımların geçtiği hücrelere atılarak; “günlerce aç bırakılmış, dövülmüş, tabanca çekilerek ölümle tehdit edilmiş, örgüt kurmak, sistem düşmanlığı yapmak, ırkçılık ve Turancılık yapmak” gibi suçlamalara maruz kalmışlardır. Elbette sonunda beraat etmişlerdir.
Ancak bu tür siyasallaşmış davalarda zaten bir delil olmadığı için mahkûm edilmelerinin de mümkün olmadığını herkes bilir. Burada amaç; “Türk’e göre düşünüşü, Türk’e göre davranışı, Türk’e göre söyleyişi, Türk’e göre yazımı” engelleyerek Türkiye’de emperyalizmin rahat bir şekilde yapılanmasını ve amaçlarını gerçekleştirmesini sağlamaktır. Elbette üzerinde durulması gereken en önemli konu ise 1944 Türkçülük Hareketinin radikal, ırkçı ve pancı bir hareket olarak tanımlanmasıdır. Bu yaklaşım mahkemede bu kişilerin beraat etmesine rağmen hâlen sürdürülmektedir. Bu son derece yanlıştır ve tehlikelidir. Bu tür tanımlamalar ve yaklaşımlar; özelde Türkiye’de genelde ise Türk dünyasında Türk milliyetçilerinin anayasal zeminin dışına itilmesini ve uluslararası düzende kabul edilmemesini sağlar ki böylece Türk milletinin kendi öz yurdunda esir ya da yönetilen olmaktan öteye geçmemesine neden olur.
Burada üzerinde durulması gereken temel konu budur. Bu nedenle Türk milliyetçileri; demokratik, çağdaş, barışçı, Cumhuriyetçi, antiemperyalist, totaliterliğe karşı, ırkçılığa karşı, teokratik düzene karşı, kozmopolitliğe karşı, tavrını her zaman ortaya koymalı ve ısrarla Türk milliyetçiliğinin eşitlikçi, bilimsel, aklı önceleyen bir tez olduğunu belirtmelidir. Bu yaklaşım tarzının kuramsal çerçevede kabul görmesi, Türk milletinin küresel ölçekte söz sahibi olmasına da neden olacaktır. Bu stratejik aklın gereğidir. Türk dünyasının bugün yarıya yakınının işgal altında olduğu ve bağımsız olanların ise küçük ölçekli ülke olmaktan öteye gidemediği günümüzde, Türk milliyetçilerinin etkinliğine ne kadar ihtiyaç duyulduğu ortadadır. Kuramsal çerçeve doğru çizilir ve stratejik anlamda planlama yapılırsa,  yaklaşık 15 milyon kilometrekare yüz ölçüme sahip ve 300 milyon nüfusa sahip Türk milletinin geçmişte olduğu gibi küresel bir güç olması çok kolay gerçekleşecektir. Umarım 3 Mayıs tarihleri, stratejik düşüncenin etkinleştiği ve Türk dünyasına yönelik girişimlerin başladığı günler olur.