SİYASİ SÖYLEMLER VE KAÇINILMAZ SONUÇLARI

10 Eylül 2018 13:31 Prof. Dr. Selçuk Duman
Okunma
1328
SİYASİ SÖYLEMLER VE KAÇINILMAZ SONUÇLARI

SİYASİ SÖYLEMLER VE KAÇINILMAZ SONUÇLARI

Prof. Dr. Selçuk DUMAN 

    Toplumda siyasi sorumluluk üstlenen ya da bir fikri veya bir davayı temsil ettiğini ifade eden kişiler; kullanmış oldukları cümlelere, kelimelere hatta harflere dahi dikkat etmek zorundadırlar.
    Bir konuda görüşlerinizi kamuoyu ile paylaştıktan sonra kullanmış olduğunuz ifadenin kendi istediğiniz ya da içinizden geçtiği gibi algılanmasını beklemek, toplumu sürü olarak düşünme kültürünün bir ürünüdür.
    Bu nedenle siyasi sorumluluk konumunda olan ya da bir fikri veya bir davayı temsil noktasında olan kişilerin, siyasal söylemlerini bu gerçeğin farkında olarak kullanmaları gerekmektedir.
    Bu anlamda son dönemde gerek dünyada gerekse Türkiye’de siyasi liderler popüler kültürün rüzgârına kapılarak birtakım eylem ve söylemler içerisinde bulunmaktadırlar.
    Örneğin Putin’in I. Petro’nun vasiyetini esas alarak Suriye’de yardım bahanesi ile yerleşik hayata geçmesi, Baltık Denizi’nde tehlikeli bir şekilde etkinliklere girişmesi, Karadeniz’de yayılmacı siyaseti, Afganistan ve Hindistan’a yönelik faaliyetlerini artırması, Kuzey Kore’yi provoke etmesi ve Türkiye’yi Avrupa ve ABD’ye karşı pozisyona yönlendirmesi; bir dünya imparatorluğu özleminin bir göstergesidir.
    Ya da Birleşik Krallığın Rusya’nın bu yayılmacı siyasetine karşı Baltık Denizi’nde, Karadeniz’de ve Orta Doğu’da karşı eylemler geliştirmesi; dünyanın belirleyici ülkesi olduğunu yeniden hatırlatmasının bir yansımasıdır.
    Trump’ın ABD’in Orta Doğu, Uzak Doğu ve Avrupa’da sarsılan liderliğini yeniden inşa etmek için radikal ve dışlayıcı söylemlerde bulunması; ABD’nin dünyanın en demokratik sistemine sahip olsa bile ırkçı ve radikal dinci bir yapılanmanın esiri olduğu görüntüsünü değiştirmez. Bu nedenle son yapılan değerlendirmelerde popüler otoriter lider tanımlaması ile karşı karşıyadır.
    İsrail’de Binyemun Netanyahu’nun iç politikada sıkışmışlığını gidermek için kullandığı siyasal söylemler ile radikal Musevilerin amaçları çerçevesinde dünyanın dizayn edileceği ve bölgedeki diğer unsurlara hayat hakkı tanınmayacağı algısını doğurmuştur ki bu da İsrail’ili bırakın yakın gelecek orta vadede bile bu coğrafyada artık kabul görmeyeceğini göstermektedir. Bu sonucun ortaya çıkmasında Netanyahu’nun söylemleri belirleyici olmuştur.
    Çin’in “Tek Yol Tek Kuşak” projesi ile Türkistan’da bulunan Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak ve su yolu ile de Afrika’ya ulaşacak hegemonik projesi de yeni bir dünya imparatorluğu inşa edilme girişiminin bir adıdır.
    Özelde Almanya’da genelde ise Avrupa’da Türk, Türkiye ve göçmen karşıtlığının kışkırtılması; son günlerde yaşanan olaylarda görüldü ki Naziler sahaya inmeye başlamış ve Avrupa’da aklı başında her insan bu durumdan rahatsız olmuştur. Elbette bu sonuç, siyasal söylemlerin bir göstergesi olarak ortaya çıkmıştır.
    Türk siyasal hayatında da temsil noktasında bulunanların geçmişten bugüne söylemleri ve eylemleri ile ilgili zaman zaman ciddi sonuçlar ortaya çıkmıştır.
    Örneğin II. Abdulhamit’in Osmanlı Devleti’ni yaşatmak için geliştirdiği İslamcılık politikası; II. Abdulhamit’i Panislamist nitelemeden kurtaramamıştır. Oysaki II. Abdulhamit’in amacı; Osmanlı topraklarını bir ve bütün tutmak için Berlin Anlaşması sonrası zaten Osmanlının çoğunluğu Müslüman olan nüfusunu bir arada tutmak ve emperyalist ülkelerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaması için onların Müslüman sömürgeleri ile ilgilenmekti.
    Yine İttihatçıların siyasal anlamda aslında Osmanlıcı ve İslamcı olmalarına rağmen Türk dünyasından gelen düşünürlerin etkisi ile kullandıkları Türkçülük ve Turancılık söylemleri nedeniyle günümüze kadar Pantürkist oldukları iddiasını ortaya çıkarmıştır. Oysaki eylemleri dikkatli takip edilirse Türk dünyasına ilgileri de İslamcı bir söylemin güçlendirilmesi ile doğrudan alakalıdır. O nedenle o dönemde yapılan millet tanımlarında birkaç istisna hariç din belirleyicidir.
    İnönü’nün  CHP Kurultayında Millî Şef olarak ilan edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni parti devletine dönüştürdüğü gibi öteki kavramını da güçlendirdiği için İnönü’nün aslında çok partili hayata geçişin taşlarını döşemesine rağmen bugün hiçbir zaman demokrasi savunucusu olarak tanımlanmadığını görürüz.
    2002 yılında başlayan Ak Parti iktidarı ile birlikte Türkiye’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilkelerinden uzaklaştığı ve Panislamcı bir anlayışa doğru kaydığı yönünde iddialar dile getirilmekte idi.
    Bunun en son yansıması Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un kamuoyuna açık bir şekilde yaptığı konuşmada ifade edildi.
    AK Parti Sözcüsü Sayın Ömer ÇELİK tecrübeli ve birikimli bir siyasetçi olarak konu ile ilgili yaptığı değerlendirmede; Türkiye’nin kuruluş ilkelerine bağlı olduğunu, Macron’un söylemlerinin orta düzey oryantalistler tarafından dile getirilen söylemler olduğunu, bu nedenle Türkiye’ye haksızlık yapıldığını ifade etmiştir.
    Ancak AK Parti iktidar olduğu günden günümüze cemaat ve tarikatlarla olan ilişkisi nedeniyle bazı isimlerin kullanmış olduğu ifadelerde, bu tür bir sonucun ortaya çıkmasına hizmet edildiğini de maalesef görmek durumundayız.
    AK Parti için ciddi bir tehdit hâline dönüşen FETÖ aslında İslam’ın siyasallaştırılmasının bir sonucu olarak güçlenmiş ve dış istihbarat örgütleri ile iş birliğine girerek Türkiye ve Türk milleti içinde bir tehdit hâline dönüşmüştür.
    Bu nedenle siyasal söylemler ve siyasallaştırılan yapıların bugün olmasa da yarın FETÖ gibi bir tehdit hâline geleceği unutulmamalıdır. Bu konuda İhvan meselesini bundan daha riskli görüyorum.
        Son olarak Türk milliyetçiliğinin Atatürk ile birlikte modern anlamda millet ve milliyet tanımı ile kabul edilebilir demokratik bir zemine oturtulmasına ve dünyada milliyetçiliğin akademik zeminde tarihten ayrılarak siyaset biliminin konusu hâline dönüşerek, güçlü bir bilim alanı olarak işlenmesine rağmen Türkiye’de bu anlamda kuram üretilemediği ve Atatürk öncesi milliyetçilik söyleminin etkin olması nedeniyle bugün Milliyetçi Hareket Partisi demokratik zeminde beklenildiği kadar yer edinememektedir.
    Oysaki gerek Alparaslan TÜRKEŞ gerekse Devlet BAHÇELİ demokrasi konusunda ve Türkiye’nin kuruluş ilkelerine bağlılık konusunda en duyarlı isimlerdir.
Sonuç olarak Türk milleti; çağın gereği olan sistemlerin ülkemizin gerçekleri ile uyumlu bir şekilde uygulanmasını sağlamak ve demokratik hukuk devletleri ile yakın iş birliği içerisinde hareket ederek, ulusal çıkarlarımızı azami ölçüde gerçekleştirmek için radikal söylemlerden uzak, etnik ya da dinî birlikteliğimiz olan devletlerle de uluslararası hukukun izin verdiği bölgesel ya da küresel ittifaklar kurarak, eşitlik prensibi çerçevesinde dünyada etkin hâle gelebilir.
Burada üzerinde durulması gereken temel nokta her türlü radikal söylem ve eylemlerden kaçınma gerçeğidir.
Rahmetli Alparaslan Türkeş, 1992 yılında gerçekleştirilen Türk Devlet ve Toplulukları  Dostluk,  Kardeşlik ve  İşbirliği Kurultayında yaptığı konuşmada; Suudi Arabistan ve İran merkezli Türk dünyasına yayılacak radikal akımların önlenmesi gerektiğine dikkat çekmektedir.  Öngörü bu olsa gerek.
Bugün Türk dünyası için Suudi Arabistan ve İran merkezli radikal yapılanmalar, Türk milletini tehdit eder konuma gelmiştir.
Türkiye’nin bu süreçte Türk dünyasının radikal ülkelerin söylemlerinin esiri olmaması için üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Çünkü Türkiye bu konuda en birikimli ülkedir.