KÜRESEL REKABETİN ODAĞINDAKİ DOĞU AKDENİZ Prof. Dr. Selçuk DUMAN

21 Şubat 2019 14:15 Prof. Dr. Selçuk Duman
Okunma
3539

KÜRESEL REKABETİN ODAĞINDAKİ DOĞU AKDENİZ
Prof. Dr. Selçuk DUMAN


    Eski Dünya kıtaları olan Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının birleşiminde yer alan Doğu Akdeniz; Tunus-Sicilya hattının doğusu olarak kabul edilir ve Cebeli Tarık Boğazı yolu ile Atlantik Okyanusu’na ve diğer kıtalara ulaşma imkanı verirken, Süveyş Kanalı yolu ile Kızıl Deniz’den Hint Okyanusu’na nüfuz etme imkânını beraberinde getirmektedir. Ayrıca Türk Boğazları üzerinden Karadeniz’e ulaşma imkânı da veren Doğu Akdeniz; küresel güç olmak isteyen devletlerin vazgeçilmez hedefleri arasındadır.
    Bu nedenle tarihin her döneminde dünyada etkili olan küresel güçler bu bölgeyi kontrol etmek için birbirleriyle bitmeyen bir mücadele içerisinde olmuşlardır.
    Bu çerçevede Türklerin de 1214 yılında Büyük Selçuklu Devleti Sultanı İzzettin Keykavus döneminden itibaren Kıbrıs üzerinden bölge ile ilgilendiklerini görmekteyiz.
    Özellikle Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nun dünya lideri olmasında da Akdeniz’in kontrol edilmesinin elbette payı büyüktür.
    Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başlarından itibaren siyasi, idari, askerî ve ekonomik anlamda güç kaybetmesi dolayısı ile dünyada yükselen küresel güçlerin Akdeniz ile ilgilenmeye başladıkları görülmektedir.
    1829 yılında Yunanistan’ın kaybedilmesi ile başlayan geri çekilme, 1830’larda Fas, 1847 yılında Cezayir, 1878’de Kıbrıs, 1881’de Tunus, 1882’de Mısır ile devam etmiş ve 1912 On iki Adalar, 1913 Girit, 1914’te Ege Adalarının da kaybedilmesi ile âdeta dünyaya hâkim olan Türk milleti Anadolu’ya hapsedilmek istenmiştir.
Ayrıca I. Dünya Savaşı’nın sonunda Arap Yarımadası’nın da Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun elinden alınması ile birlikte, Türkler; dünyada küresel güç olma niteliğini tamamen kaybetmişlerdir.
    Günümüzde ise Doğu Akdeniz; enerji rezervleri üzerinden tartışılmaya başlanmıştır.
    Bugün belirlenen rezerv miktarı, 10-15 trilyon metreküp doğal gaz, 2-3 milyar varil petrol olarak ön görülmektedir.
    Diğer bir öngörüde, dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %40’ı Doğu Akdeniz’de bulunmaktadır.
    Geçmişten günümüze küresel rekabetin birinci önceliği olan enerjinin Doğu Akdeniz’de bu kadar yüksek oranda bulunması elbette küresel devletlerin bölgedeki rekabetini de hızlandırmaktadır.
    Amerika Birleşik Devletleri; İsrail, Mısır, Ürdün, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi üzerinden bölgede Türkiye’yi dışlayarak etkili olmaya çalışırken,
    Çin; Tek Yol Tek Kuşak Projesi ile Türkiye, İran, Suriye üzerinden bir etki alanı yaratmaya çalışmakta ayrıca Güney Afrika Cumhuriyeti, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile de ilişkilerini geliştirmektedir.
    Fransa; geçmişte olduğu gibi TOTAL üzerinden bölgede lisans alarak, Yunanistan, Kıbrıs Rum yönetimi, İsrail, Mısır gibi ülkeler ile yakın ilişkilerini sürdürmektedir.
    İtalya; bölgenin geçmişten günümüze etkisiz emperyal devleti olmasına rağmen ENI şirketi aracılığı ile bölgedeki anlaşmalar içerisinde yer almış, East-Med Projesi’ne dâhil olmuş, ABD ile görüşmelere başlamış, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile görüşürken Türkiye’yi Libya sürecinden dahi dışlamıştır.
    Özellikle ABD’nin Türkiye’yi dışarıda bırakarak Kıbrıs, Ürdün ve Romanya’da askerî üsler kurma girişimleri Rusya Federasyonu’nu da ciddi anlamda rahatsız etmektedir.
I. Petro’dan itibaren stratejik hedefleri içerisinde Akdeniz’e çıkma amacı olan Rusya Federasyonu, bu oldubittilere izin vermeyeceğini resmî anlamda yapmış olduğu açıklamalarda açıkça ifade ettiği gibi diğerleri ile bağlantıyı koparmadan dışlanan Türkiye’yi yanına çekmeye çalışmaktadır.
AB ise bir taraftan üyelerinin 24 deniz mili su altı ve su üstü uzantısındaki tüm kalıntıların sahipliğini hukuken ortaya koyarken Güney Kıbrıs Rum yönetimini son dönemde geliştirdiği tezini de savunmaktan geri durmamaktadır.
Güney Kıbrıs Rum yönetimi bilindiği gibi Münhasır Ekonomik Bölge oluşturmak adına 1982 BM Deniz Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak; kıyı devletlerin 200 deniz mili mesafeye kadar yer altı ve yer üstünde hakkının olabileceği tezini savunmaktadır.
Tabii bu tezin iki yönden problemi vardır:
Birincisi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti adıyla kurulmuş ve Kıbrıs’ın yaklaşık %33’ünü fiilen kontrol eden bir ülke var ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kendi bölgesi ile ilgili alanları kendi egemenlik alanı olarak gördüğü için Güney Kıbrıs’ı Kıbrıs Adası’nın tek hâkimi olarak tanımamaktadır.
İkincisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Güney Kıbrıs Rum yönetimini tanımadığı için kendisi için yok olan bir yapının iddialarını zaten kabul etmediği gibi 1982 BM Deniz Sözleşmesi’ne göre kendi haklarını 200 mile kadar görmektedir.
Hatta Osmanlı-Türk İmparatorluğu’ndan günümüze Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Kıbrıs Adası’nı Anadolu’nun bir uzantısı olarak görmekte ve kendi hinterlandı içerisinde değerlendirmektedir.
Güney Kıbrıs Rum yönetimi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendisine yönelik yaptığı engelleme girişimlerini aşmak için Yunanistan ve İsrail ile stratejik ortaklık kurmakta ve ABD, Fransa, İtalya gibi devletlere ait şirketlere lisanslar dağıtarak siyasi destek aramaktadır.
Güney Kıbrıs Rum yönetiminin işini kolaylaştıran ise ABD’nin Avrupa’nın Rusya’ya enerji bağımlılık oranını azaltarak, Rusya’nın Avrupa’ya nüfuzunu engellemek ve Mısır’da yüksek oranda doğal gaz rezervleri bulunması dolayısıyla İsrail doğal gazını Avrupa’ya ulaştırarak bir taraftan Avrupa’nın alternatif bir enerji bulmasını sağlamak diğer taraftan İsrail’e doğal gaz pazarı bulmaktır.
Bu eksende bakıldığı zaman ABD’nin Güney Kıbrıs Rum yönetiminin yanında olma konusunda ısrarcı olacağı muhakkaktır.
Özellikle Türkiye’nin Suriye ile olan sorunu, Mısır’daki yönetimi darbeci olarak nitelemesi, İsrail’i terörist devlet olarak tanımlaması ve AB ülkeleri ile olan anlaşmazlıkları nedeniyle bölgede zor günlerin beklediğini söylemek kainlik olmasa gerek.
Sonuç olarak Doğu Akdeniz; gerek Kara Hâkimiyeti teorisi açısından, gerek Deniz Hâkimiyeti teorisi açısından, gerekse Kenar Kuşak teorisi açısından dünyanın kontrol edilmesinde önemli bir merkez olması ve dünya enerji rezervinin önemli bir kısmını bünyesinde bulundurması dolayısı ile ciddi anlamda risklerin olduğu bir alan olup, bu risklerden en çok etkilenen ülkede şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır.
Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen Türkiye ana karasının uzunluğu ve kuvvetli bir askerî güce sahip olması dolayısıyla diğer ülkelerin Türkiye’nin onayını almadan bir şey yapamayacakları da ortadadır.
Türkiye’nin elini güçlendirmesi ve Kuzey Kıbrıs Türklerini ve haklarını koruyabilmesi için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisinin alacağı bir kararla Türkiye ile birleşmelidir. Bu şekilde deniz uzantısı tartışmaları kendiliğinden sona erecektir.
Bize göre günümüzde en pratik çözüm budur.
Bu yolla Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Kıbrıs-Girit arasındaki alanı kendi hinterlandı içerisine alarak politika geliştirmesi daha kolay olacak ve muhtemelen bu bölgede de bulunan yüksek oranda doğalgaz rezervi, Türkiye gibi %98 oranında doğal gaz da dışa bağımlı bir ülke için can simidi olacaktır.
Bu anlamda yeni dönemde açık denizlerde iki gemi ve kıyıya yakın bölgelerde diğer gemilerle arama faaliyetleri de her türlü övgüye değerdir.