KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NE DİKKAT

23 Şubat 2017 12:55 Prof. Dr. Selçuk Duman
Okunma
4556

 

1517 yılında hukuken, 1571 yılında fiilen Türk hâkimiyeti altına alınan Kıbrıs, yaklaşık 50 bin Türk’ün yerleşimi ile vatan hâline getirilmiş ve İngiltere’ye verildiği tarih olan 1878 yılına kadar düzenli bir idari yapılanma ile yönetilmiştir.

1878 yılında yaklaşık olarak %70’i Türklerden oluşan Kıbrıs, İngiltere’nin uygulamaları ve Rumların baskısı nedeniyle Türkiye’ye ve diğer birçok ülkeye göç vermiş,  bu neden ile Kıbrıs’ta Türkler, nüfus olarak çoğunluklarını kaybetmişler, %30 gibi bir orana düşmüşlerdir.

Kıbrıs Türk’ü Kıbrıs’ın İngiltere’ye verildiği tarih olan 1878 yılından itibaren Millî Mücadele’sini başlatmış, 1915’ler de bu mücadelesine ivme kazandırmış, 1930’lardan sonra özellikle Rahmetli Dr. Fazıl KÜÇÜK’ün okulunu bitirip Kıbrıs’a geri dönmesi ile birlikte teşkilatlanmış ve Türk Millî Mücadele’sinde onurlu bir savaş vermiştir.

1955 yılından itibaren Türkiye’nin Kıbrıs davasına dâhil olması ile birlikte yeni bir süreç başlamıştır.

Bu süreç bugün birilerinin kurtuluş olarak gördükleri Rumlarla birlikte bir devlet kurma sürecidir.

Bu süreci dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Dr. Fazıl KÜÇÜK yürütmüş ve 1959 Zürih,1960 Londra Antlaşmaları ile Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.

Oysa Rumlar çoktan kararını vermiş, daha 1955 yılında EOKA’yı kurmuş, Türkleri ya Ada’dan kaçırmak yada yok etmek için harekete geçmiştir.

Kıbrıslı vatansever Türkler, Rahmetli Rauf Raif DENKTAŞ’ın önderliğinde TMT’yi kurmuş, 1958 yılından itibaren Özel Harp Dairesi marifetiyle Türkiye’nin bu teşkilatı desteklemeye başlaması üzerine, Türkler yok olmaktan kurtulmuşlardır.

1960-1974 arasında Rumlar,Türklerin Ada’dan gönderilmesi ve ENOSİS’in gerçekleştirilmesi için her türlü çaba içerisinde olmuştur.

TMT’nin Kıbrıs’ta verdiği can siper hane vatan savunması neticesinde Kıbrıs Türk’ü 1974 Barış Harekâtı’na kadar yaşamını sürdürebilmiştir.

TMT’nin vermiş olduğu bu mücadelenin ne kadar önemli ve ne kadar kıymetli olduğunu 2008 ve 2011 yıllarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapmış olduğumuz TMT kongrelerinde tespit etme şansımız oldu.

Kıbrıs Türk’ünün liderliğini yapan ve haklarını savunan Dr. Fazıl KÜÇÜK, 1930 yılından 1974 yılına kadar vermiş olduğu mücadelede; sivil toplum boyutundan- siyasi parti etrafındaki mücadeleye, silahlı mücadeleden-diplomatik mücadeleye, hatta cumhurbaşkanı yardımcılığına kadar her türlü görevde bulunmuş, Rumları çok yakından tanıma şansını elde etmiş, Kıbrıs Türk’ünün acılarına şahit olmuş biri olarak özetle der i; Rumların Türklerle anlaşması,  güneşin batıdan doğması kadar imkânsızdır.

1947’de eğitimini tamamlayıp Ada’ya döndükten sonra Kıbrıs Türk’ünün Millî Mücadele’sine katılan ve 1957 yılından itibaren Toros unvanı ile TMT’de aktif olarak Rumlara karşı mücadele eden, 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ilan eden, 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kuran, 1975 yılından 2005 yılına kadar Kıbrıs Türkleri adına müzakerelerde bulunan Rauf Raif DENKTAŞ Rumların bütün amacının ENOSİS olduğunu son nefesine kadar dile getirmiştir.

2005 yılında Mehmet Ali TALAT, Annan Planı’nı kabul etmek ekseninde politika ürettiği ve Kıbrıs’ta birleşmeye dayalı çözüm istediği için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi için Türkiye ve uluslararası kamuoyunun desteğini almış ve büyük bir gayretle görüşmelere başlamış ancak çok geçmeden oda görmüştür ki sorun Dr. Fazıl KÜÇÜK’ün ya da Rauf Raif DENKTAŞ’ın tavrı değil sorun Rumların;Kıbrıs’ta Türkleri istememesidir.

2010-2015 yılları arasında Derviş EROĞLU daha ılımlı bir lider olarak bu görüşmeleri yapmış ancak o da başaramamıştır.

Şimdi 2015 yılından sonra Sayın Mustafa AKINCI ben bu işi çözerim sloganı ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş, vakit kaybetmeden görüşmelere başlamış, geldiğimiz noktada çok ciddi ilerlemelerin kaydedildiğinden bahsedilerek sorunun 2016 yılının sonuna kadar mutlaka çözülmesi gerektiği tezi ile hareket edilmeye başlanmıştır.

Yapılan görüşmelerin toprak ile ilgili basına yansıyan ve haberlerden anladığımız kadarı ile % 33 civarında Türklerde olan Kıbrıs’ın %25’inin Türklere bırakılması üzerinde durulduğu, bir taraftan Karpaz diğer yandan Maraş, ortadan Güzelyurt gibi son derece stratejik noktaların terk edilerek Rumların her taraftan sardığı bir Türk toplumu oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir.

Uluslararası İlişkiler alanında akademik çalışmalar yapan birisi olarak bunun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmakla kalmayacağını, Türklerin Ada’dan tamamen atılması için önemli bir aşama olacağını söylememe gerek yok her hâlde.

Bu uyarımızı günümüzde Türkiye’de dikkate alacak bir siyasi irade görememekteyim. Çünkü Türkiye ciddi bir süreçten geçiyor. Yeniden yapılanmanın hesabı içerisinde. Yönünü daha çok İslam dünyasına çevirmiş, Türklerle ilgili bir politikaları var mı? Fark edilmiyor.

Bu nedenle iş yine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin vatansever evlatlarına düşüyor.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yaşaması Kıbrıs Türk’ünün yaşaması anlamına gelmektedir.

Bu gerçeği unutmayalım.

Ada’nın sahibi iken,%70’ini Rumlara verdik zaten daha ne verelim.

Kimin toprağını kime verelim.

Bakın son olarak bir anekdot anlatayım.

Millî Mücadele Dönemi’nde Atatürk Erzurum’a giderken yolda bir aile görür ve yaklaşır sorar;

“- Ağa nereden geliyorsun,nereye gidiyorsun?

O kişi;

- Çukurova’dan gelirem,Erzurum’a gidirem, der.

Atatürk bu savaş ortamında;

- Çoluk çocuk niye göç ettin? diye sorar. Orada geçinemedin mi?”der.

Kişi;

- Çok iyi de gelirim vardı. Ancak duydum ki Erzurum’u Ermenilere veriyorlarmış, hele dedim gidip bakayım bunlar kimin malını kime veriyorlar?”

İşte bu anlayış Türkiye’nin işgal edilmesine karşı çıkan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran anlayıştır.

Kuzey Kıbrıs Türk’ünden de aynı anlayış içerisinde olduğundan zerre kadar şüphem yok.