Türkiye'deki üniversitelerde Türkçe konuşamayan, okuyamayan ve hitap edemeyen birtakım sözde akademik personelin bu toprakların çocuklarına katacağı bir şey, çizeceği bir yön ve ilke yoktur.Kendine bilim adamı süsü verip her tarafa kırıtan ve poz veren şarlatanlar ise az gelişmiş ülkenin taze soğanını temsil eden kötü birer tablodan ibarettir.Diğer yandan bir zamanlar başörtüsü yasağını savunan özgürlük düşmanlarının insan kılığında dolaşması ise ayrı birer aymazlık ve arsızlıktır. Devletin insanlık ve bilim adına ayırdığı paraları üniversitelerde bilim adamı kisvesi altındaki simsarlar, projeciler heba ediyorsa bunlar ve bunlara zemin hazırlamış olanlar özellikle incelenmeli ve gereken yapılmalıdır. İlkokul düzeyinde ders anlatan ve üniversiteyi ilkokul seviyesine indiren sözde öğretim elemanları, doktoralılar, ruh hastası sözde prof. lar ise kapanmaz yaralarımızdır. Biz cesaret, irade ve zekâyı kendinde toplamış adama "bilim adamı" diyoruz. Adam diyoruz. Adam olmadan bilim olmaz.
Prof. Dr. Temel Çalık’ın ifadeleriyle tarihin her döneminde milletlerin fikrî olarak gelişmelerinde toplumun daha çok okuyup yazan kesimleri sorumluluk almıştır. Türk aydınından beklenen, öncelikle Anadolu’dan başka gidecek yeri olmayan Türk milletinin kaygı ve sevinçlerini;duygu ve düşüncelerini anlamak olmalıdır. Bunu yapabilmek için öncelikle Türk aydınlarının; ne kadar uzağa gidilirse gidilsin, bu topraklardan başka varoluş hikâyesi olmayacağını kabul etmesi gerekmektedir. Türk aydını denildiğinde milletin fikir, duygu ve hayallerinin önünü açan, varlığını milletin kendisine borçlu olan ve milletin kaderini değiştirmeyi gaye edinmiş bir dava adamı profilinden bahsetmek zor görünmektedir. Hiçbir gücün önünde eğilmemesi için yargı mensupları, üniversite hocaları ve din adamlarının cübbelerin de düğme yer almamaktadır. Konumları gereği aydın olarak görülen bu üç zümrenin hâli, maalesef istenilen durumdan çok uzaktadır. Bir bölümü milletten ümidini kesmiş, diğer bir bölümü ise milleti çeşitli tahakküm araçlarıyla hizaya getirmeye çalışan aydın zümrelerinin milletin geleceğini şekillendirmesini beklemek zordur. Türk aydınından beklenen; Türk milletine yürümeyi öğretmek yerine, milletle birlikte koşmasını bilmek olmalıdır.
Türk toplumu içinde anlaşılan ve anlaşılmayan her türlü yanıyla üvey evlat olan Cemil Meriç’e göre ise “Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz ,konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi, aydını yapan: uyanık şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.”
Cemil Meriç, aydını önce insan olmakla işe başlatırken üzerinde durduğu temel nokta şahsiyettir. Bizce şahsiyetli insanın temel özelliği kendi içinde oturabilmeyi başarmış olmasıdır. "Kendi içinde oturabilmek"insanın en başta kendini, sonra doğayı ve evreni algılaması ve bilmesidir.Kendini bilmesi kişioğlunu ufka, doğayı ve evreni bilmesi ise ufuk ötesine taşımaktadır. Kendini bilen insan tevekkül, iman ve sorumlulukla bilgiyi fikredönüştürme yolunda büyük çabalar sarf etmekte ve adeta içinde bulunduğu sistemle mücadele etmektedir.
Hakikatte kendini bilen insanlar aydındır. Şahsiyet sahibidir. Bilgili ve marifet ehlidir. Her devrin ve her çarkın adamı değillerdir. Gösterişsiz millî, manevi ve insani görevlerini yaparlar. Dinselleşme ve dinselleştirme humması içinde olmazlar. Dindardırlar.Dinci değillerdir. Ahlaklıdırlar. Ahlakçı değil. Haddi aşmazlar. Hakkın olduğu yerde dururlar. Tek olan yaratıcıya giden yolları da tektir. Şahsiyetli ve kendini bilen insan bu yolda sözde hatiplere, hatip oğullarına, din bezirgânlarına,içindeki Orta Çağ keşişiyle sürekli yatıp kalkan insan müsveddelerine fırsat vermez. Marifet ehli olan insan yüzlerce binlerce tespih çekmez. Menfaat ölçüsünde üç yüz beş yüz duaları da olmaz. Onların din yeri minber ve din bilgisi de ezberden ibaret değildir. Nurettin Topçu’nun dediği gibi “Onlarınher sözü tesbih, her hâli duadır.”
İnsanın yaratılışından bugüne kadar aslında aydın insan aklını kullanabilen, düşünen, düşündüğünü bilgiye dönüştüren ve öncü olan insan tipidir. Bu tip varlığın kaynağından esinlenen veruhu kanat çırpan bir tiptir. Aydın, Yunus’un diliyle dağlar ile taşlar ile Tanrı’yı çağıran ve Tanrı’da dağılan kişidir. Aydın, Tanrı bilgisiyle bilgilenen ve insanlığı bu yola sevk eden kişidir. İnsanlık için prensip ve yön belirleyendir. Aydın, Tanrı’nın boyasıyla boyanmış ve sadece Tanrı’ya boyuneğmiş kişidir. İçinde yaşadığı dünyada kendini mesul hisseden, doğru yanlış, olumlu olumsuz, iyi kötü, güzel çirkin ayrımlarında ve mücadelesinde tavrını olumludan, iyiden, güzelden ve doğrudan yana belirleyen bir tiptir. Bu yüzden Tanrı Kur’an’da birçok ayetin sonunda aklınızı kullanmıyor musunuz? Düşünmüyor musunuz? şeklinde nazikçe uyarmakta ve yol göstermektedir.
İbnülemin Mahmut Kemal’in tarifi ile atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan Hüseyin Nihal Atsız ise Türkiye’de “aydın” konusunda çok cüretkâr ve keskindir. Atsız şöyle demektedir:
“…Türkiye’de imhası vacip olan yegâne unsur münevverlerdir. Bunlar cemiyetin şirazesini bozarlar. Ahlâksızlar ve hırsızlar, rüşvet alanlar bu sınıftan çıkarlar. İltimas bunlar arasında caridir. Muhtelif vesilelerle vatana ihanet eden bunlardır. Bunlar biraz okumuş oldukları için filân feylesofa veya falan âlime, terbiyeciye istinat ederek Türk cemiyeti için zararlı olan yeni birtakım felsefeleri neşretmekten geri durmazlar. Bu menfaatçi münevverler zahirde beşeriyeti veya bir prensibi müdafaa ediyor gibi gözükürler. Hakikatte müdafaa ettikleri kendileri ve kendi menfaatleridir. Dikkat edin: Bir münevver askerlik ve harp aleyhtarı mıdır,muhakkak korkaktır. Komünist midir, muhakkak cepleri boş bir gayrı memnundur. Hâlbuki bu efendilerin çoğu memnun edildikleri takdirde fikirlerini değiştirebilir ve yeni fikirlerini de eskileri kadar kuvvetle müdafaa edebilirler. Çünkü dünyada birbirine zıt olan birçok şeyler aynı kuvvetle müdafaa edebilir. Dün eski lisanı ve edebiyatı müdafaa edenlerin bugün açık Türkçe taraftarı olduklarını,dün hilafetçi ve İslamcı olanların bugün milliyetperverliği kimseye vermediklerini, dün padişahçı ve hakancı olanların bugün cumhuriyetçi kesildiklerini ve dünkü mesleklerini ne kadar kuvvetle müdafaa etmişlerse bugünkü mesleklerini de o kadar kuvvetle müdafaa ettiklerini görüyoruz.”
Türkiye’nin gelecek dönemlerde daha rahat nefes alması ve istikbali ipotekleyen aydın-münevver tipinden kurtulması için en başta da ifade ettiğimiz gibi üniversitelerden işe başlanmalıdır. Bilginin ve aydınlanmanın yeri olması gereken kurumlarda bilgi güncellenmeli, toplumun ve insanlığın sorunlarına çareler aranmalıdır. Öncüler yetiştirmeyen kurumlar devletin hayatını kısaltmaktan ve toplumu yok etmekten başka bir işe yaramazlar. Türkiye’de hangi üniversiteler ve hocalar toplum için modeller belirlemiş, toplumun hangi sosyolojik sorununu çözmüşlerdir? Türkçe konuşuphitap edemeyen bir Türk aydını veya üniversite hocası olabilir mi? Ne yazık ki üniversiteler bu tip elemanlarla doludur. Türkçe konuşamayan öğretim üyeleri kendini algılamaktan çok uzaktadır. Algı olmadığı için kendini tanımlamaktan da çok uzaktır. Bu yüzden bu topraklara karşı sorumsuzdurlar.
Aydın yetiştirebilmemiz için gerçek manasıyla âlim, şair ve düşünce adamlarına ihtiyaç bulunmaktadır. Duygular köprüyü geçene kadar samimi ve haddini aşanlar haddinden fazla ise işimiz zor.Ancak Abdülhak Hamit’in “Öyle bir şiddet-i tasmim ile çıktım ki yola/Karşıma çıksa eğer seng-i mezarım, dönmem” dizesiyle işe başlar hak bildiğimiz yoldan Pir Sultan gibi “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” düsturuyla yürürsek bu zorlu yolda, Büyük Türkiye rüyasında yol almış olacağız. Silkinip kendimize gelelim.Atlarımıza binelim. Derelerde bozkurtlara ün olsun!